Translate

30 Haziran 2011 Perşembe

Filojiston

Maddelerin yanmasını açıklamak üzere ortaya atılmış bir kuram. Bu kuram 17. asırda Johann Joachim Becher tarafından ortaya atılmış, Georg Ernst Stahl tarafından da geliştirilmiş. Filojiston kelimesi Yunancada "tutuşkan" anlamına gelen "phlogistos"tan geliyormuş. Bu kurama göre yanıcı olan tüm maddeler yanıcı olmayan bir kısım ile filojistondan oluşur ve yanma sırasında filojiston açığa çıkarmış. Filojiston'un izole edilemeyişini de, yanında içine girebileceği ikinci bir madde olmadığı durumda filojistonun açığa çıkmayacağını söyleyerek açıklamışlar. Yanan bir kömürün üzerindeki titrek alevler de bir şeyin kaçtığı hissini verdiği için bu açıklama kolaylıkla kabul edilmiş.
Ta ki 18. yüzyılda Antoine Lavoisier yanmanın ısı ve oksijen aracılığıyla gerçekleştiğini açıklayana değin..

21 Haziran 2011 Salı

Yaz sıcağında meyan kökü için

Yaz sıcağında meyan kökü için

Asitli içeceklerin yerine tavsiye edilen ve tüketimi sıcaklarla birlikte artan geleneksel meyan kökü şerbetinin, hücreleri yenilediği, vücuttaki sıvı açığını gidererek böbreklerin rahat çalışmasını sağladığı bildirildi. Özellikle güney illerinde yaz aylarında tüketilen meyan kökünün dünyada biyolojik olarak en aktif bitkiler arasında yer aldığı ve birçok hastalığın tedavisinde kullanıldığı belirtiliyor. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tamer Tetiker, meyan kökünün iç salgı sistemini etkileyebilen doğal bitkiler sınıfında olduğunu belirtti. Vatandaşların yaz aylarında genellikle asitli ürünleri tükettiğine dikkat çeken Prof. Dr. Tetiker şöyle konuştu: "Asitli içecekler vücudun gelişimini olumsuz etkiliyor. Özellikle çocukların asitli içecek tüketmesi kemik erimelerine, damar sertliği ve obezite hastalığına yol açıyor. Doğal bir içeceğimiz olan meyan kökü ise ne yazık ki unutuldu..."
Malzemeler:

Meyan Kökü
Limon
Nane

Hazırlanışı:

Bir tatlı kaşığı kadar kıyılmış meyan kökünün üzerine bir bardak soğuk su koyun, bir saat bekletin. Sonra tülbendin içine koyup suyu süzün. İyice sıkın.

Elde edilen suyun içine 5-10 damla limon ve üzerine de 1-2 tane taze nane yaprağı, 3-4 parça buz koyun.

Meyan Kökü Şerbeti Yararları

Asitli içecekler vücudun gelişimini olumsuz etkiliyor. Özellikle çocukların aşırı derecede asitli içecek tüketmesi kemik erimelerine, damar sertliği ve fazla kalorisi nedeniyle de obezite hastalığına yol açıyor. Doğal bir içeceğimiz olan meyan kökü ise ne yazık ki unutuldu ve belli yöreler dışında bilinmiyor. Meyan kökü vücudun sıvı açığını kapatan, hücrelerin yenilenmesi ve sağlıklı kalmasını, böbreklerin çalışmasını sağlayan, son derece yararlı bir içecek.

12 Haziran 2011 Pazar

ZEKÂNIN YOLU



Zekâ canlılıktır, kendiliğinden olur. Açıklıktır, incinebilirliktir. Taraf tutmamaktır, herhangi bir yargıya varmadan yaşama cesaretidir. Ve neden ona cesaret diyorum? O bir cesarettir; çünkü bir yargıya göre hareket ettiğin zaman, o yargı seni korur, sonuçlar sana güven duygusu verir. Onu çok iyi biliyorsun, nasıl ulaşacağını biliyorsun, onda çok verimlisin. Yargısız hareket etmek, masumiyet içinde hareket etmektir. Hiçbir güvence yoktur; yanlış noktaya ulaşabilir, hata yapabilirsin.

Adına gerçek denen şeyi keşfe çıkmaya hazır olan kişi de birçok hata yapmaya, bu riski almaya hazır olmalıdır. Yanlış yola sapabilir, ama insan böyle doğruya ulaşır. Birçok kere yanlış yola sapınca, insan yanlış yola sapmamayı öğrenir. Pek çok hata yaparak insan hatanın ne olduğunu öğrenir ve nasıl yapmayacağını görür. Hatanın ne olduğunu bilerek insan gerçeğe daha fazla yaklaşır. Bu bireysel bir keşiftir; başkalarının vardığı sonuçlara güvenemezsin.
SEN ZİHİNSİZ OLARAK DOĞDUN. Bunun kalbinin en derin noktasına kadar inmesine izin ver; çünkü bu sayede bir kapı açılır. Eğer zihinsiz doğduysan, o zaman zihin sadece toplumsal bir üründür. Doğal bir şey değil; türetilmiştir. O senin üzerine monte edilmiştir. Kalbinin derinliklerinde hâlâ özgürsün; bundan kurtulabilirsin. İnsan doğanın dışına çıkamaz; ama suni bir şeyden kararını verdiğin an kurtulursun.
Varoluş düşünceden önce gelir. O yüzden varoluş bir zihinsel durum değil, onun ötesinde bir şeydir. Olmak, özde olanı kavramanın yoludur; düşünmek değil. Bilim düşünmek demektir, felsefe düşünmek demektir, Dinbilimi düşünmek demektir. Dinsellik düşünmek demek değildir. Dinsel yaklaşım, düşünmeme yaklaşımıdır. O daha içtendir; seni gerçekliğe daha yakın kılar. Bütün engelleri devirir, zincirleri kırar; hayatın içine akmaya başlarsın. Kendinin dışardan bakan, ayrı bir şey olduğunu düşünmezsin. Kendini, izleyen bir gözlemci gibi; mesafeli, soğuk düşünmezsin. Gerçekle tanışır, kaynaşır ve bütünleşirsin.
Ve bilmenin farklı bir türü var. Buna "bilgi" denilemez. O daha çok sevgi, daha az bilgi gibidir. O kadar içtendir ki, "bilgi" sözcüğü onu anlatmaya yetmez. "Sevgi" sözcüğü daha tanımlayıcıdır, daha iyi ifade eder.
İnsan bilinci tarihinde evrimleşmiş olan ilk şey, büyüydü. Büyü, bilim ile dinin bir karışımıydı. Büyü hem zihinden, hem de zihinsizlikten birer parça barındırıyordu. Sonra büyüden felsefe gelişti. Sonra, felsefenin içinden ise bilim türedi. Büyü hem zihinsizlik, hem zihindi. Felsefe sadece zihindi. Sonra zihin artı deneycilik bilim halini aldı. Dinsellik ise bir zihinsizlik durumudur.
Dinsellik ve bilim, gerçeği bulma yolunda iki yaklaşımdır. Bilim ikincil yollar üzerinden ulaşmaya çalışır; dinsellik ise doğrudan gider. Bilim, dolaylı bir yaklaşım, dinsellik ise direkt bir yaklaşımdır. Bilim, etrafında dönüp dururken, dinsellik gerçeğin kalbine ok gibi saplanmaya çalışır.
Birkaç şey daha var. Düşünce, ancak bilinen şeyleri düşünebilir; zaten çiğnenmiş olanı çiğner. Düşünce asla özgün olamaz. Bilinmeyeni nasıl düşünebilirsin? Düşünmeyi başardığın her şey bilinene ait olacaktır. Yalnızca bildiğin için düşünebilirsin. Düşünce en iyi ihtimalle yeni kombinasyonlar yaratabilir. Gökyüzünde uçan, altından yapılmış bir at düşünebilirsin; ama yeni bir şey yok bunda. Gökyüzünde uçan kuşları biliyorsun, altını biliyorsun, atı biliyorsun; üçünü bir araya getiriyorsun. Düşünce en fazla yeni kombinasyonlar düşleyebilir, ama bilinmeyeni bilemez. Bilinmeyen onun ötesinde kalır. O yüzden düşünce döngü içindedir; bilineni tekrar tekrar bilmeye devam eder. Çiğnenmiş olanı tekrar tekrar çiğner. Düşünce asla özgün değildir.
Gerçekle orijinal olarak, kökten bir şekilde yüz yüze gelmek, gerçekle herhangi bir aracı olmadan yüzleşmek, sanki varolan ilk insan gibi gerçeğe ulaşmak: İşte bu özgürleştirir . Onun bu tazeliği özgürleştirir.
GERÇEK, BİR DENEYİMDİR, BİR İNANÇ DEĞİL. Gerçek, üzerinde araştırma yapılıp bulunacak bir şey değildir; gerçekle karşılaşmak gerekir, gerçekle yüzleşmek gerekir. Sevgiyi ders gibi çalışıp öğrenmeye çalışan bir kişi, tıpkı Himalayaları haritadan bakarak öğrenmeye çalışan biri gibidir. Harita dağ değildir! Eğer haritaya inanmaya başlarsan, dağı ıskalamaya devam edeceksin. Eğer harita senin için bir saplantıya dönüşürse, dağ gözünün önünde duruyor bile olsa onu göremeyeceksin.
Bu böyledir. Dağ senin karşında, ama gözlerin haritalarla dolu; dağın haritaları, aynı dağın, farklı kaşifler tarafından çizilmiş haritaları. Biri dağa kuzeyden tırmanmıştır, biri doğudan. Hepsi farklı haritalar yapmıştır: Kuran, İncil, Gita; aynı gerçeğin farklı haritaları. Ama sen haritalarla o kadar dolusun ki, onların ağırlığı sırtında o kadar ağır bir yük oluşturuyor ki, bir santim bile kımıldayamıyorsun. Tam önünde duran dağı bile göremiyorsun: Sabah güneşinde, el değmemiş karlı zirvesi altın gibi parlıyor. Sende onu görecek gözler yok.
Önyargılı göz, kördür, varılmış sonuçlarla dolu kalp ölüdür. Çok fazla gerçekliği sorgulanamaz varsayımı doğru kabul ettiğin zaman zekân keskinliğini, güzelliğini, yoğunluğunu kaybetmeye başlar; donuklaşır.
Donuk zekâya akıl denir. Senin o sözde entelektüellerin aslında gerçekten zeki değil, sadece akıllı. Akıl bir cesettir. Onu süsleyebilirsin, harika inciler, elmaslar, zümrütlerle süsleyebilirsin; ama ceset hâlâ bir cesettir.
Canlı olmak ise tamamen farklı bir şeydir.
BİLİM KESİN OLMAK DEMEKTİR, olgular konusunda kesinkes emin olmak anlamına gelir. Olgular hakkında çok kesin olursan, o zaman gizemi hissedemezsin: Ne kadar kesin olursan, gizem o kadar buharlaşıp yok olur. Gizemin bir miktar belirsizliğe ihtiyacı vardır; gizemin tanımlanmamış, sınırları çizilmemiş bir şeye ihtiyacı var. Bilim olgusaldır. Gizem olgusal değil, varoluşsaldır.
Bir olgu, varoluşun sadece bir kısmı, çok küçük bir parçasıdır. Ve bilim parçalarla uğraşır, çünkü parçalarla uğraşmak daha kolaydır. Daha küçük olduğu için analiz edebilirsin; onlar tarafından ele geçirilmezsin; onları eline geçirebilirsin. Onları küçük parçalara ayırabilirsin, onları etiketleyebilir, nitelikleri, nicelikleri ve olanakları konusunda kesinkes emin olabilirsin. Ancak bu süreç içinde gizem katledilir. Bilim, gizemin öldürülmesidir.
Eğer gizemi yaşamak istiyorsan başka bir kapıdan girmen gerekir, tamamen farklı bir boyuttan. Zihinin boyutu, bilimin boyutudur. Meditasyon boyutu ise mucizevi olanın, gizemli olanın boyutudur.
Meditasyon her şeyi tanımsız kılar. Meditasyon seni bilinmeyenin içine, haritası çıkartılmamış yerlere götürür. Meditasyon seni yavaş yavaş gözlemci ile gözlenenin eriyip tek olduğu noktaya götürür. Şimdi, bilimde bu mümkün değildir. Gözlemci gözlemci olmak zorundadır ve gözlenen, gözlenen olmalıdır; ve arada kesin tanımlanmış bir çizgi sürekli korunmalıdır. Tek bir an bile kendini unutmamalısın; tek bir an bile araştırmakta olduğun nesneye ilgi duymamalı, tutkuyla, eriyerek, teslim olarak ve sevgiyle ona yaklaşmamalısın. Ondan ayrı olmak zorundasın, çok soğuk olmak zorundasın; soğuk ve tamamen kayıtsız kalmak zorundasın. Bu umrsamazlık gizemi öldürüyor.
Eğer sahiden gizemli olanı deneyimlemek istiyorsan, o zaman varlığında yeni bir kapı açmak zorunda kalacaksın. Sana bilim adamlığını bırak demiyorum; sadece, bilim senin için çevresel bir etkinlik olarak kalsın. Laboratuvarda bilim adamı ol, ama labarotuvardan çıkınca bilimle ilgili herşeyi unut. O zaman kuşları dinle, ama bilimsel bir yöntemle değil! Çiçeklere bak; bilimsel anlamda değil. Çünkü bir güle bilimsel anlamda bakarsan, aslında bambaşka bir şeye bakıyor olursun. O, şairin gördüğü gül ile aynı değildir.
Deneyim nesneye bağlı değildir. Deneyim, onu yaşayana bağlıdır. Yaşananların niteliğine bağlıdır.
Bir çiçeğe bakarken, çiçek ol; çiçeğin etrafında dans et, şarkı söyle. Rüzgar serin ve taze esiyor, güneş ısıtıyor ve çiçek olgunluğunun doruklarına ulaşmış. Çiçek rüzgarda dans ediyor, kutluyor, şarkı söylüyor, ilahiler okuyor. Ona katıl. Kayıtsızlığı, nesnelliği, ayrı durmayı bırak. Bütün bilimsel yaklaşımlarını bırak. Biraz daha akışkan, biraz daha erir hale gel, sınırlarını ortadan kaldır. Bırak çiçek kalbinle konuşsun, bırak çiçek varlığına girsin. Onu davet et, o bir konuk. Ancak o zaman gizemin tadına bakmış olursun.
Gizeme giden ilk adım budur, ve nihai adımsa: Eğer bir an için katılımcı olursan, anahtarın ne olduğunu öğrenmiş olur, sırrına erersin... Ondan sonra yaptığın her şeyi katılımcı olarak yap. Yürümek, bunu mekanik olarak yapma, kendini gözlemleyerek yürüme; yürümek ol. Dans etmek, teknikle dans etme, teknik konu dışıdır. Teknik olarak doğru olsan bile, bütün keyfini kaçırırsın. Kendini dansın içinde erit, dansın kendisi ol, dansçıyı tamamen unut.
Hayatının pek çok alanında bu tip derin bütünleşmeler başına gelmeye başlayınca, çevrendeki her şey yok olmaya başlaması gibi muhteşem deneyimlere sahip olmaya başladığında, egosuz, bir hiç olarak... çiçek orada ve sen yoksun, gökkuşağı orada ve sen yoksun... içindeki ve dışındaki gökyüzünde bulutlar dolaşıyor ve sen yoksun... senin yerine mutlak bir sessizlik olduğunda - içinde kimse yokken, mantık, düşünce, duygu ve his tarafından bozulmamış, sadece saf bir sessizlik, bakir bir sükûnet varken - meditasyon anına ulaşırsın. Zihin gitmiştir ve zihin gittiği zaman, gizem içeri girer.

Mantığın Ötesini Bilmek (OSHO’dan)


osho.jpgBeden doğal bir tepki verdiği zaman, buna İÇGÜDÜ denir…
Ruh doğal bir tepki verdiği zaman, buna SEZGİ denir.
Bunlar birbirine benzer, ancak çok farklıdır.
İçgüdü bedene aittir ve kabadır.
Sezgi ise ruha aittir ve incedir.
İkisinin arasında ise uzman olan ZİHİN bulunur..
Ve zihin asla doğal tepki vermez. Zihin, BİLGİ demektir. Bilgi doğal olamaz
İçgüdü akıldan daha derindedir.
Sezgi ise akıldan daha üsttedir. İkisi de aklın ötesindedir. Ve ikisi de iyidir…
Sezgi VAROLUŞÇU dur, içgüdü ise DOĞAL…
AKIL, karanlıkta yol bulmaya çalışmak gibidir…
Aklın ötesine ne kadar hızlı geçersen o kadar iyi olurÖtesinde hiçbir şey olmadığını düşünenler için akıl bir duvar oluşturabilir. Akıl ötesinde bir şey olduğunu anlayanlar için ise çok güzel bir geçiş yolu olabilir..
BİLİM akılda durmuştur.
O yüzden benlik hakkında hiçbir şey ortaya koyamamaktadır. Sezginin uyanık olmadığı bir akıl, dünyanın en tehlikeli şeylerinden biridir.

Ve sen aklın tehlikeleri altında yaşıyorsun. Çünkü, akıl bilime çok büyük bir güç vermiştir. Ancak bu güç çocukların elindedir, bilge insanların elinde değil. 

Sezgi, bir insanı bilge yapar.
Buna aydınlanma de, uyanma de, ne dersen de, bunlar sadece bilgelik için verilmiş olan isimlerdir. Ancak bilgeliğin ellerinde olduğu zaman akıl, güzel bir uşak olarak kullanılabilir

ZEKA, görme ve kavrama kapasitesidir. Kendi hayatını, doğana uygun yaşamaktır… Zeka budur.
Peki ya APTALLIK nedir? Başkalarını takip etmekBaşkalarını taklit etmek. Başkalarına itaat etmek. Onların gözleriyle görmek. Onların bilgisini, kendi bilgin gibi görmek… Aptallık budur…

Varlık tektir.. Dünya çokludur…
Bu ikisinin arasında ise, BÖLÜNMÜŞ ZİHİN bulunur. İkilemde kalmış bir zihin…
Tıpkı büyük bir meşe ağacı gibi; gövdesi tektir, ama sonra iki ana dala ayrılır, ilk çatallanma. Buradan binlerce farklı çatallanmalara gider ve dallar ortaya çıkar…
VARLIK, tıpkı ağacın gövdesi gibidir. Tektir, bütündür.
ZİHİN, ağacın ikiye ayrıldığı ilk çatallanmadır. Orada ikileşir…
Diyalektik ortaya çıkar..
Tez ve anti-tez…
Kadın ve Erkek…
Yin ve Yang…
Gündüz ve Gece…
Allah ve Şeytan…
Yoga ve Zen…
Bütün bu dünyevi ikilikler, aslında zihinde oluşmuş ikiliklerdir. Bu ikiliğin altında ise varlığın tekliği bulunur. Eğer bu ikiliğin altına ulaşabilirsen, o tekliği bulursun
* * * * * *                                                                   OSHO
 … ve her bilgi sahibinin üstünde bir başka bilen vardır. (Yusuf Suresi, 76. Ayet)

Alıntıdır.