Ama bu pek öyle, sendromun ne olduğuyla falan ilgili olmayacak.
Amacım bu yazımı çocuk bayramı nedeniyle onlara hediye etmek. En azından ebeveynlerine bir duyuruda bulunmak.
Hatırlatmak amacıyla, yalnızca “cahil cesareti” diye adlandıracağım Dunning-Kruger sendromunun, sanıldığı gibi yetişkinlikte ortaya çıkan bir durum olmayıp, çocukluktan başlayan bir eğilim olduğunu savunmakla yetineceğim.
Anne ve babaların çocuklarının ille de matematikte iyi olmalarını isterler. Çünkü matematiğe, çocuklarının zekasının bir göstergesi olarak bakarlar.
Buna çevre de yardımcı olur. Komşular, akrabalar rastladıklarında çocuklara hemen matematiğinin karnesinde “kaç” olduğunu sorarlar.
Hiç, resim veya müzik notunu soran olmamıştır bugüne kadar.
Bunun nedeni yalnızca çocukların suçu veya ona bu soruyu yöneltenlerin suçu değil elbette. Günümüz eğitim sisteminde resim, müzik, el işi, teknik tasarım, beden eğitimi gibi dersler “avaraj” dersleri olarak görülür ve önemsenmez.
Bu gibi derslerden karneye en yüksek notu getirmenin hiçbir anlamı yoktur.
Varsa yoksa, matematiktir ölçü.
Çünkü matematiği iyi olan çocuk, zeki çocuktur.
Bunun çocuğa yansımasına baktığımızda işte, adı geçen sendrom da kendini gösterir doğal olarak.
Çocuk, hiç de kafasının basmadığı, zekası için hiçbir ölçüt olmadığı halde, matematiğinin iyi olduğunu göstermek için elinden gelen çabayı gösterir.
Aritmetik kurnazlığı ile matematiği çözmeye çalışır, çarpım tablosunu ezberler, bilmediği sorularla karşılaştığında, biliyormuş gibi davranma eğilimine girer. Kendisi de bilmediğinin farkındadır, ama karşısındakini kandırabilme umuduyla bu eğilime ister istemez girer. Aksi durumda “aptal” damgasını yiyecektir. Üstelik de kendi anne ve babasının karşısında. Ardından da belki onların “dışlaması” ile karşılaşacaktır. Öyle olmasa bile, aklından geçireceği kesindir.
Çocuğunun sabahtan akşama mandolin ile uğraştığını veya resim yaptığını veya basketbol oynamaya çalıştığını gören anne baba endişelidir. Sistem, onun matematik, fizik, kimya gibi derslerde başarılı olmaması halinde, kesin bir “uçurum” ile karşı karşıya olduğu düşüncesini yaratmıştır.
Oysa belki tarih, coğrafya ile ilgilenmek istemekte, dünyayı tanımaya çalışmaktadır. Sistem, “hayır,” diye bastırır. “Dersine çalış o boş şeylerle uğraşacağına!”
Tarih, çoğrafya ezberdir ana babaların ve diğer akrabaların gözünde.
Gelelim ünlü sendromumuza: Çocuk, sınıftaki başarısızlığını örtmenin yollarını aramaya çalışacaktır. Bunu, kendisinden isteneni yerine getirememesi halinde, başka yollara yönelerek kapatmaya çalışacaktır. Kıskançlık, kabadayılık, başka bir alanda liderlik, sınıfın en yakışıklısı olmaya çabalamak, sınıfın en güzel kızını tavlamak, en iyi şakaları yapmak, hoca ile cesurca dalga geçmek vb...
Bu aslında, gelecekteki hayatını da belirleyecek bir gelişmenin ilk adımları olacaktır doğal olarak.
Bir kere “çok zeki” olmadığı kafasına işlenmiştir. Ana ve babasının her ne kadar matematik, fizik gibi konularda başarılı olmadığını bildiği halde komşulara, akrabalara anlatırken, “aslında çok zeki, ama çalışmıyor kerata” yalanlarına da alışacaktır.
Çalıştığı halde başaramadığının farkındadır çünkü. Asıl neden, sevmemesidir. Aklı belki resim yapmakta, müzik dinlemekte veya bambaşka konuda çalışmaktadır, ama onlar da geçerli değildir.
Geçerli olmadığını bildiği konulardan da vazgeçmek zorunda kaldığından, bu kez meşhur sendromumuzun arazları kendini gösterecek, “cahil cesareti” ilk meyvelerini vermeye başlayacaktır.
Aslında gerçekten de “zeki” olduğunu, ama çalışmadığı için de başarılı olmadığını düşünmeye başlayacak, bu yüzden de sınıfın kendinden daha iyi olan öğrencileri karşısında küçümsemelere girişecektir.
Bu, niteliksizliğin “pirim” yaptığı yolda uygun adımlarla yürümeye başlamanın ilk provalarıdır. Gelecek için kendisine güveni artan çocuk, bilmediği konuları biliyormuş gibi davranmanın her zaman yarar getirdiğinin farkına varacak ve hayatın bu şekilde daha kolay kazanıldığını sanarak gelişecektir.
Bu, çocuğun suçu olmamakla beraber, kaçınılmaz bir son olduğu için de acı vericidir. Ne yazık ki gerek eğitim sistemiyle gerekse ana babaların da aynı sendromu taşımalarıyla ilgili çıkmaz bir sokaktır.
Cahil ana babanın, çocuğuna aşıladığı en tehlikeli virüstür.
Ne yazık ki tek aşısı da “eğitim sisteminin” değişmesi, ana babaların kendilerini eğitmesidir.
Hastalık çok hızlı ilerler, ama aşının etkisi yüz yılları bile alabilir.
Bu hiç de 23 Nisan’a yakışır bir yazı olmadı belki, ama çocukları Başbakan, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı koltuklarına oturtmakla ve Milli Eğitim Bakanı’nın sevecen gülüşleriyle 23 Nisan kutlamalarının geçiştirilemeyeceği ortada.
Odatv.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder