Translate

30 Aralık 2019 Pazartesi

Filozoflara göre

Ölüm son mu?
Platon: hayır
Augustinus: hayır
Gazzali: hayır
Kant: bilemem
Hegel: yani…
Nietzsche: evet
Heidegger: evet
Aristoteles: evet

Kaç yaşındayken babasını kaybetti?
Platon: 1
Aristoteles: 9
Newton: 1
Leibniz: 6
Hume: 2
Nietzsche: 5
Camus: 2
Sartre: 2

Evlendi mi?
Platon: hayır
Descartes: hayır
Spinoza: hayır
Leibniz: hayır
Hume: hayır
Newton: hayır
Kant: hayır
Nietzsche: hayır
Sartre: hayır
Schopenhauer: hayır

Toplum nedir?
Schopenhauer: Ateştir
Nietzsche: Hastalıktır
Sartre: Sıradanlıktır
Loke: Toplum yaratıdır
Devlet nedir?
Platon: Adalet 
Aristoteles: Medeniyet 
Farabi: Fazilet 
Hobbes: Canavar 
Hegel: Tin 
Marx: Burjuvazi 
Foucault: Kontrol
Nietzsche: Soğuk canavarların en soğuğu

Suçlu kim?
Marx: Zengin
Rand: Fakir
Freud: Annem
S. de Beauvoir: Babam
Nietzsche: İsa
Sartre: Kendin

İyimserlik: Bardağın yarısı dolu.
Karamsarlık: Bardağın yarısı boş.
Görecelik: Kime göre? neye göre?
Nihilizm: Kimin umurunda?
Varoluşçuluk: iç!
Stoacılık: Siktir et

Hayatın anlamı nedir?
J.S Mill: Mutluluk
Schopenhauer: Acı
Nietzsche: Güç
Marx: İdeoloji
Camus: Saçma

Nereye gidelim?
Thoreau: Ormana
Nietzsche: Dağlara
Hegel: Denize
Heidegger: Çöle
Freud: Yatağa

Büğrüm Köprü | Antalya


Roma İmparatorluğu döneminden kalma bu köprü Antalya'da yer almaktadır. Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini görmüş olan bu köprü hala tüm bakirliği ve doğallığıyla ayakta durmaktadır. Bu köprüye Köprülü Kanyon Milli Parkı içinden ulaşılabilir.

BERZUAR KEÇİSİ:CAPRA AEGAGRUS

 
Bezuar keçisi dimdik, duvar gibi kayalara tırmanabilen bir keçi türüdür. Tırnak altlarının pürüzlü olması ve ayaklarının altındaki yumuşak yastıklar bu canlıların çevik hareketlerini kolaylaştırır. 
BERZUAR KEÇİSİ VE SÜTLEĞEN BİTKİSİ 
Yılan 🐍 ısırdığında Berzuar Keçisi yüzlerce bitkinin içinden bu bitkiyi gider bulur ve bu bitkiyi yer.
Sütleğen Bitkisinin içindeki sıvıda ÖFORBAN Maddesi vardır.Bu madde kana karışınca kandaki Yılan Zehrini etkisiz hale getirir.
İlginç olan Keçinin Sütleğen Bitkisini günlük otlamalarında asla yememesi Sadece Yılan Isırdığında yemesidir. 
Keçi 🐐 Kendini tedavi etmeyi biliyor.

29 Aralık 2019 Pazar

Gabriel Garcia Marquez

1982 yılında Nobel Edebiyat ödülüne layık görülen, “Kolera Günlerinde Aşk” ve “Yüzyıllık Yalnızlık” kitaplarıyla Türk edebiyatseverler arasında da bilinen dünyaca ünlü yazar, romancı Gabriel Garcia Marquez’den bahsediyorum.
  “Dünyada yazmaktan daha iyi hiçbir şey yoktur” diyen yazar;  1927’de Kolombiya'nın Aracataca kentinde doğdu. Büyükannesiyle büyükbabasının evinde ve teyzelerinin yanında büyüdü. Başkent Bogota’daki Kolombiya Ulusal Üniversitesi’nde başladığı hukuk ve gazetecilik öğrenimini yarım bıraktı. Yazma tutkusu ağır basınca gazeteci olmaya karar vererek karış karış dolaştığı ülkeden derlediği hikayeleri El Universal'de yazmaya başladı. Garcia Marquez her ne kadar romanlarıyla tanınsa da gazeteciliğe aşıktı ve hayatının sonuna kadar da bu tutkusundan vazgeçmedi. “Köpek gibi acı çeksen de en iyi meslek gazeteciliktir” diyerek bu tutkusunu defalarca dile getirmiştir. 1940’lardan başlayarak uzun yıllar gazetecilik yaptı. Öykü yazmaya 1940’ların sonlarında başladı. Her zaman sosyalist olduğunu söyleyen ve bir röportajında “Dünyanın sosyalist olmasını istiyorum ve inanıyorum ki er ya da geç öyle olacak” diyen Garcia Marquez, Fidel Castro'yla çok yakın iki dosttular. Yayınlanan ilk önemli yapıtı “Yaprak Fırtınası” idi. Eserlerinden bazıları: Yaprak Fırtınası, Albaya Mektup Yazan Kimse Yok, Hanım Ana’nın Cenaze Töreni, Mavi Köpeğin Gözleri, Başkan Babamızın Sonbaharı, Kırmızı Pazartesi, Benim Hüzünlü Orospularım… Yazarın Türkiye’de yayınlanan kitapları arasında Kolera Günlerinde Aşk, Yüzyıllık Yalnızlık,  Sevgiden Öte Sürekli Ölüm, Aşk ve Öbür Cinler… Yakalandığı lenf bezi kanseri nedeniyle sağlık durumu kötüleşen ve inzivaya çekilme kararı alan yazar, yakın dostlarına bir veda mektubu gönderdi. Ölmeden az önce tüm insanlığa hediye gibi bıraktığı Veda Mektubu… İşte o veda mektubu: "Tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup can vererek beni ödüllendirse, aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama en azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm. Eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim. Az uyur, çok rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca ışığı yitirdiğimi düşünürdüm. İnsan aşktan vazgeçerse yaşlanır. Başkaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim. Başkaları uyurken uyanık kalmaya gayret ederdim. Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya bakardım. Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım. Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun üzerine kazır ve güneşin göstermesini beklerdim. Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, Benedetti şiirleri okur ve serenatlar söylerdim. Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim. Tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı… Gün geçmesin ki, karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. Tüm kadın ve erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna ederdim. Ve aşk içinde yaşardım. Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım.  Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanır. Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım. Yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim. Ey insanlar! Sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim. Yeni doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkûm ettiğini öğrendim. Sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim. Mutsuz bir şekilde… Artık ölebilir miyim?" 
Yazarın 70. yaş günü kutladığı 1997 yılı medya tarafından Gabriel Marquez yılı olarak ilan edilmiştir. 2005 itibarı ile Ciudad de Mexico’da yaşadı. Sempatik görünüşü, içten gülüşü ile hafızalara kazınacak olan dünyaca ünlü Nobel ödüllü yazar Gabriel Garcia Marquez tedavi gördüğü hastanede 17 Nisan 2014 günü 87 yaşında hayata veda etti.


Kaynak: Gabriel Garcia Marquez

SUUD YAHUDİ KÖKENLİDİR

✍Evet SUUD yahudi kökenlidir. Bunlara ANEZİLER  dendiğini yazmıştım. BABİL kökenlidirler. Emeviler bunlardandır.
İşte ARAP tarihçi, kitabı ve alıntı bilgi.

✍ANEZİ ne demektir? Bunlar kimlerdir? Ne yaptılar? Ne yapıyorlar? 

✍Kürtler arasında ve TC Devletimiz içinde ANEZİ kripto yahudi ihanet ve kumpasları...

✍1. Dünya savaşında bizi arkadan kim vurdu ? Bu gün kim vurmakta ? TC Devleti kadrolarında ihaneti kimler organize ediyorlar ?

SUUDİ HANEDANININ YAHUDİ OLDUĞU BELGELENDİ !

Geçtiğimiz asrın yetmişli yıllarında “Tarih-i Âl-i Suud” (adlı Hanedanının Tarihi) adlı eser Arabistanlı ünlü yazar Nasır el-Said tarafından kaleme alındı. Yazar Arabistan dışında ikamet etmesine rağmen kitabının basılıp yayımlanmasından hemen sonra direk olarak Arabistan devleti tarafından mali destekler alınarak Suud Hanedanı tarafından suikasta maruz kalarak yaşamını yitirdi.

Nasır el-Said 1040 sayfalık eserinde Suud hanedanına mensup bireylerin yaşamını tek tek incelemiş ve onların ahlaki bozukluklarına yer vermiştir. Bununla birlikte derin ve etraflı bir araştırmayla Suudi Hanedanının Yahudi olduğunu ispat etmiştir. 

Şunu hatırlatmakta yarar var yazar kitabı kaleme aldığı dönemde Kral Fahd b. Abdülaziz hayatta olduğu için daha ziyade onun ahlaksızlıklarını ve yolsuzluklarını ortaya çıkarmaya çalışmıştır.

Nasır el-Said kitabının ilk 30 sayfasını Suud Hanedanının şecerenamesine ayırmış ve kitabının sonunda da bu hanedanının aslında Hicaz ve Medine Yahudilerine dayandığını ispat etmiştir.

El-Said kitabının devamında Yahudilerin Muhammed b. Abdülvahhab’ın tesis ettiği “Vahhabilik Düşüncesini” nasıl desteklediğini genişçe açıklıyor. Sonra Muhammed b. Abdülvahhab’ın nasıl dini bir lider olduğunu ve bununla beraber Arabistan’ın siyasi liderliğinin Suud Hanedanına intikal edilmesinde Yahudilerin eli olduğunu ve bu planın Yahudiler tarafından planlanıp icra edilmesini geniş bir şekilde açıklıyor.

Yazar, Suud Hanedanının icraatlarını teferruatıyla incelemiş ve hiçbir hususu kalemden düşürmemeye gayret etmiştir. Devamında bu hanedanın Arabistan’daki kabilelere yönelik soykırımlarını incelemiş ve iddiasının ispatı için gerçekleri yansıtan birtakım tarihi fotoğrafları gözler önüne sermiştir. Yazar kitabının devamında Suudi Hanedanının geçtiğimiz asırda İngilizlerle olan yakın irtibatlarına da yer vermiştir.

Nasır el-Said kitabının devamında Suudi Hanedanı ile İsrail rejiminin kurucusu Ben Gurion arasındaki yakın ancak gizli tutulan irtibatlarına ve günümüzde bu ikilinin arasında devam eden ilişkilerine yer vermiş ve şöyle eklemiştir: “Ben Gurion'un idealindeki rejimi kurmak için direk olarak Suudi Hanedanının desteğini almıştır.

Yazar, yukarıda adı geçen “Tarih-i Arabistan” (Arabistan Tarihi) adlı eserin kapağına eski Arabistan kralı Fahd b. Abdülaziz’in gençlik yıllarında fahişe bir kadın ile yakalandığı bir fotoğrafını bırakmıştır. Fotoğrafta kral tanınmamak için elleriyle yüzünü kapatmaya çalışıyor. Yazar fotoğrafın üstende Suud Hanedanı'na gönderme yaparak Bakara suresinin 204’ten 207’ye kadarki ayetlerinin mealini yazmıştır:

“İnsanlardan kimi de vardır ki, dünya hayatı hakkındaki sözleri senin hoşuna gider ve o kalbindekine Allah'ı şahit tutar. Hâlbuki O, İslâm düşmanlarının en yamanıdır.

İş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli helak etmek için koşar. Allah ise bozgunculuğu sevmez.

Ona: "Allah'tan kork!" dendiği zaman da kendisini onuru (gururu) günah işlemeye sevk eder. Cehennem de onun hakkından gelir. O ne kötü bir yataktır!”

Şimdi Bu Habis Şecerenin Ayrıntılarına Bir Göz Atalım: 

Hicret'ten sonra 851 senesinde ANZA kabilesinin bir kolu olan Al -MASALIKH grubundan bir kaç adam buğday, mısır ve öteki yiyecek ürünleri almak üzere bir kervan kurarak Necd'den Irak'a gitti. Bu kervanın lideri Sahmi Bin Hatlul'du. Kervan Basra'ya gelince, yiyecek için durdu. 

Yiyeceği daha ucuza almak için pazarlık ettikleri sırada Yahudi tüccar Murdakai Bin İbrahim bin Mose, kervandakilere nereli olduklarını sordu. ANZA kabilesinin El Masalikh kolundan geldiklerini söyleyen kervandakilere Yahudi tüccar Murkadai büyük bir sevinçle sarılarak kendisinin de aslen o kabileden geldiğini fakat babasının aile içi ihtilaflar yüzünden kabileden ayrıldığını ve bu bölgeye yerleştiğini söyledi. Yanında çalışanlara dönen Murkadai, kervandakilerin develerini her çeşit yiyecekle doldurmalarını emretti. Bu durumdan çok duygulanan kervandakiler, Murdakai'nin anlattığı her uydurma hikayeye hiç tereddüt etmeden inandılar. Kervanın yükünü alıp da hareket etmeye başlayacağı an, Yahudi tüccar onlarla Necd'e gelmek istediğini ve ata topraklarını görmek istediğini söyledi. Bu istek kervan üyeleri tarafından memnuniyetle karşılandı.

Kervanla birlikte Necd'e gelen Murkadai, burada kaldığı süre içerisinde tanıştığı insanlara çeşitli propagandalar yaptı ve çevresinde bir grup oluşturmaya başladı.Yaptığı propagandalar Yemen, Hicaz ve Necd bölgesinde etkin olan Müslüman din adamı Şeyh Salih Salman Abdullah El Tamimi'nin tepkili muhalefetiyle karşılaşmıştı. Şeyh, Murkadai'nin gerçek niyetini çözmüş ve onu bölgeden sürdürmüştü.

El Kasım bölgesine sürülen Murkadai burada ismini değiştirerek Markan Bin İbrahim Musa ismini aldı. Bir süre sonra sürgün edildiği bu bölgeden ayrılan Murkadai El-Katif yakınlarındaki Diriye kasabasına yerleşerek burada yeni hikayeler uydurarak propagandalara başlar. Uydurduğu hikayeler arasında en çok bilinenlerden birisi Hz Muhammed'in kalkanının Uhud savaşında putperestler tarafından ele geçirildiği ve kalkanın daha sonra Banu Kunakiya adli bir Yahudi kabilesine satıldığı, onlarında bu kalkanı eşsiz bir hazine gibi sakladıkları hikayesiydi. Bu hikayelerle ve propagandalarla saygınlık kazanan Murkadai, bu kasabaya tamamen yerleşerek burayı kafasında tasarladığı Yahudi krallığının merkezi olarak görüyordu.

Markan Bin İbrahim Musa (Murkadai), kral olmak için bölgedeki birkaç Bedevi kabilesiyle yakınlaştı ve onların güvenini kazandıktan sonra krallığını ilan etti… Bu bölgede güçlü olan Ajman ve Banu Halid kabilesi birleşerek gerçek kimliğini ve amacını deşifre ettikleri Murkadai'ye karşı büyük bir saldırı başlatırlar. Saldırı da canını zor kurtaran Murkadai, bugün El Riyad olarak bilinen o zamanlar El Arid olarak adlandırılan bölgedeki El Mailibid Gusabiya'daki bir çiftliğe sığınır. Çiftlik sahibi iyi niyetli bir adam olduğundan Murkadai'ye kalması için bir barınak ve yetecek kadar yiyecek verir. Mukadai burada 1 ay kaldıktan sonra çiftlik sahibini öldürerek mallarına el koyar ve çevredekilere de çiftlik sahibinin hırsızlar tarafından öldürüldüğünü söyler.

Çiftliğe kurulduktan sonra, hemen Madaffa adında bir misafirhane kurarak çevresinde topladığı insanlara kendisinin bir Arap şeyhi olduğunu söyleyerek Şeyh Salih Salman Abdullah Tamimiye karşı düşmanlık uyandıran propagandalara girişir ve bir gün Şeyh Tamimi'yi el Zalafi kasabasındaki camide öldürtür.

Kendini iyice güvende hisseden Murkadai, birden çok kadınla evlenerek bir sürü çocuk yapar. Suudi kabilesini kuran Murkadai, gizliden kendi inançlarını tatbik etmeye başlar ve çevrede ekonomik olarak güçlü olan kabilelerin tarlalarını ya parayla satın alarak ya da ayak oyunlarıyla ele geçirir ve kısa bir süre içinde bölgede çok büyük bir güç olur. Bu şekilde Suudi kabilesi ortaya çıkmış olur. 

Murkadai'nin oğullarından El Mukaran'in iki oğlu olur. Bunlardan birisinin adı Muhammed ötekisinin adı da Suud'du. Suudi krallığının ismi buradan gelmektedir.

Amaçları önünde engel gördüklerini ya kadın, ya para, ya da güçle susturdular.

Suudi ailesinin Arapların en önemli kabilelerinden Rabia, Anza ve Almasalih kabileleriyle hiçbir ilgisi olmadığını ve Yahudi olduklarını yazmak isteyen biyografi yazarlarını ya parayla ya da korkuyla vazgeçirttiler. Elinde uyduruk bağlantılarla yazdığı bir kitapta Suudi krallarının soyunu Hz. Muhammed'e dayandıran Krallık kütüphanesi müdürü Muhammed El Tamimi'ye Suudi krallığı tarafından Suudi Arabistan Mısır Konsolosluğu aracılığıyla çok büyük para verildi.

Zamanla çok güçlenen Suudi ailesi Arapların önde gelen ailelerini ve kabilelerini yeteri kadar Müslüman olmamakla ya da dönme olduklarını iddia ederek suçladılar ve Suudi adaleti adıyla bir çoğunu katlettiler."SUUDI FAMILY" adıyla yayımlanan kitabin 98-101. sayfalarında Suudi hanedanının özellikle Necd bölgesinde yasayan Müslümanları zındık olarak ilan etmişler ve buradaki Müslümanların kanlarının, paralarının, mallarının ve karılarının kendilerine kapatma olarak helal olduklarını deklare ettikleri yazılmaktadır. Yine kitapta yazılanlara göre Vahhabi çizgisinde olmayan Müslümanların Müslümanlığının geçerli olmayacağı iddia edilmektedir. Özde gizli Yahudi olan Suudi hanedanlığı kendileri gibi gizli Yahudi olan Vahhab tarafından kurulan Vahhabilik doktrini adı altında yıllardır birçok insani acımasızca katletmişlerdir. Ülkede birçok insan yoksul olmasına rağmen, Suudi hanedanı koskoca ülkeye kendi isimlerini vererek ülkenin her şeyini kendi üzerlerine geçirmekte ve bütün doğal kaynaklardan sadece kendi kabileleri yararlanmaktadır. Hanedanlığın en ufak bir politikasını eleştirecek olan herhangi bir insanin cezası Vahhabilik gereği idamdır.

20. yüz yılın başlarında Arap bölgesini zorla ele geçiren Suudi ailesinden Kral Abdul Aziz Osmanlı imparatorluğunun emrine girmek istemiş fakat Osmanlı yöneticileri tarafından zalim, güvenilmez ve vahşi bulunarak reddedilmiştir. Bunun üzerine bölgede güç olmaya başlayan İngilizlere yaklaşarak bölgede bir çok katliama imza atmıştır.

Suudi hanedanının Yahudi olduklarına dair yukarıda adı geçen “Tarih-i Âl-i Suud” (Suud Hanedanının Tarihi) kitabındaki belgelerin yanı sıra bu habis ailenin kendi itirafları da yer almaktadır: 

* 1960 yılında Kahire'de yayın yapan "Savl El Arap" radyosu ile Yemen'de yayın yapan Sana'a radyoları Suudi ailesinin gizli Yahudiler olduğunu iddia ettiler. Konuyla ilgili iddiaları yalanlamayan Kral Faysal, 17 Eylül 1969'da Washington Post gazetesine verdiği demeçte "Biz Suudi hanedanının Yahudi akrabaları vardır!!! Yahudilere karşı husumet besleyen Arap ve İslam otoriteleriyle aynı noktada değiliz!!! Bizim ülkemiz Yahudiliğin ilk kaynağı olup yeryüzüne dağıldığı yerdir!!!" demiştir....

27 Aralık 2019 Cuma

KAYSERİ UÇAK FABRİKASI

Şaşırmamak, bu azme hayran olmamak mümkün değil. 
Kayseri Uçak Fabrikası ilk açıldığında fabrikanın elektriği yokmuş. Jeneratörlerle çalıştırılmış. Sonra tren yolu yapılmış ve büyük jeneratörler gelmiş. Hirfanlı Barajı yapılıncaya kadar elektrik böyle sağlanmış. 
Kendi havaalanı olmadığı için kanatları at arabalarıyla boş arazilere çekilerek uçaklar orada birleştirilmiş. 
Fabrikanın inşası sırasında eşek, katır, deve bile kiralanmış.
Gıda ve giyeceğin tamamı Kayseri iç piyasasından karşılanmış. Böylece marangoz, manav, hububatçı, terzi, ayakkabıcı, demirci, bakırcı gibi zanaatkârlara üretim yapma imkanı doğmuş. 
Anneler oğullarıyla "Oğlumuz tayyare pavlikasında çalışır." diyerek övünürken; fabrika, fabrikadan öte bir eğitim kurumuna dönüşmüş ve tornacı, frezeci, kaportacı, kaynakçı, motorcu ustaları, şehrin metal sanayisinin temelini oluşturmuş. 
Atatürk kimdir? sorusunun binlerce cevabından biri; "Yoklukta uçak üreten, ürettiği uçakları hem satan hem de İran'a hediye bile edebilen kahramandır." olsa gerek. 
Yukarıdaki bilgileri, Kayseri-Marka Dergisi'nden alınmıştır. Detaylar ve diğer fotoğraflar bu dergide bulunabilir.

18 Aralık 2019 Çarşamba

ARA GÜLER'İN BABASININ SON GÜNLERİ

 
“Bir gün babam, ‘Dünyanın her yerine gidiyorsun, babanın köyünü merak etmiyor musun’ dedi.

‘Hadi gidelim’ dedim. Vapura binip Giresun’a gittik. Giresun’dan Şebinkarahisar’a taksi tuttuk. Oradan Yaycı köyüne gittik. Babam doğduğu evi aradı, bulamadı. Kiliseyi aradı, bulamadı. Mezarlığı tarla yapmışlar.

Çocukken yüzünü yıkadığı üç gözlü bir çeşme vardı, o kalmış. Oraya götürdüler, yüzünü yıkadı.

‘Çocukken anam beni dövenin üzerine koyar, dolaştırırdı’ dedi. Hemen köylüler döven kurdu, babamı da içine koydular, döndü. Ben de fotoğraf çektim. Baktım, babam ağlıyor. Altı yaşında bıraktığı köyüne benimle beraber dönünce çocukluğu aklına gelmiş.

Sonra Sivas’a dönmek için araba tuttuk. Yolda giderken ‘Ah, unuttum’ dedi:

‘ Buranın karayemişleri meşhurdur. Anam beni İstanbul’a mektebe gönderirken yanıma torba içinde yemişler vermişti, onları yiyerek gelmiştim. Benim memleket sevgim, yemişle başlar. Geri dönüp alalım.’

‘Baba, gözünü seveyim… 100 kilometre yol geldik. Şimdi yemiş için 100 kilometre geri gideceğiz, 100 kilometre tekrar bu tarafa geleceğiz, sabah olacak. Başka sefer alırsın’ dedim.

İstanbul’a döndük.”
“Babam dört ay sonra öldü. Meğer derdi, oğlunun onu köyüne götürmesiymiş.

Cenazeye gideceğimiz gün evin kapısı çaldı.
‘Kimsiniz’ dedim.
‘Dacat Güler’i arıyoruz’ dediler.
‘Dacat Güler’i kaybettik, şimdi cenazeye gidiyoruz, isterseniz siz de gelin’ dedim.
Meğer gelenler, köyde bizi gezdiren köylülermiş.

‘Siz de gelin cenazeye’ dedim. Yanlarında da bir sandık vardı. Baktım; karayemiş getirmişler. Babamın almak istediği, hasretini çektiği karayemişler... Çocukluğunda yediği, kokusunu aldığı, kendi memleketinin yemişleri...”

“Hepsini ceplerime doldurdum, ceplerim şişti. Öyle gittim cenazeye...
Tam babamı toprağa koyacaklar, ‘Açsanıza tabutu’ dedim,
‘Olmaz, dine aykırıdır’ dediler.
‘Siz açın, bir şey koyacağım’ dedim.

Açtılar. Döktüm yemişleri... Babamı çocukluğunun yemişleriyle birlikte gönderdim öteki dünyaya... Şişli mezarlığında yatıyor şimdi...”

Ara Güler

12 Aralık 2019 Perşembe

LİMON ZEYTİN YAĞ KARIŞIMI

Bugün sizlere eskiden beri bilinen ve gözden kaçırmamanız gereken harika bir tedavi yöntemi paylaşacağız. .Zeytinyağı Limon Karışımı İçerek Vücudunuzda Harikalar Yaratın..Sabahları yorgun ve enerjisiz mi uyanıyorsunuz? zeytinyağı ve limon karışımı vücudunuzu detoks edecek ve temizleyecek. 
Tek bir kaşık zeytinyağı ve limon sağlığınız için neler yapabilir biliyor musunuz? Gelin beraber keşfedelim.
1. Kabızlıkla Savaşmak İçin
Zeytinyağı, kabızlıkla savaşmak için idealdir.Eğer zeytinyağı ve limonu karıştırırsanız, sindirimin gelişime yardımcı olur. Bu da, karaciğeri ve safra kesesini aktive eder.
Bu basit karışım bizi içeriden korur. Toksinlerden kurtulmamız için çok güçlü bir antioksidandır, vücudu temizler ve ona bakım yapar. Tüm bunlar sindirimi canlandırır ve ihtiyacımız olmayan şeylerden kurtulmamıza yardımcı olur.
2. Kalbi Korumak İçin
Daha önce bahsettiğimiz gibi, zeytinyağı yağ asitleri açısından zengindir. Yağ asitleri, vücudumuzun kan dolaşımı için ve kötü kolesterolden kurtulmak için gereklidir.
Ayrıca muhteşem bir iltihap gidericidir ve limonla beraber kullanıldığında bize vitamin sağlar. Bu yüzden, bir kaşık zeytinyağı ve birkaç damla limonu sadece sizin için değil, çocuklar için de öneriyoruz.
3. Damarsal ve Romatizmal Sorunlara Yardımcı Olmak İçin
Zeytinyağı ve limonun sırrı, iltihap giderici olmalarıdır. Eğer her gün aç karnına ve düzenli olarak bu karışımı kullanırsak, eklem ağrılarıyla savaşabiliriz. Gününüze bu altın sıvı ile başlamak sizin için çok faydalı olabilir.
4. Karaciğer ve Safra Kesesini Dengelemek İçin
Kendimizi şişkin, ağır, yorgun ve bitkin hissettiğimiz zamanlar olur. Bunun sebebi vücudumuzun kötü beslenme sonucu zayıf düşmesi ya da vücudun kendini temizleme sistemindeki problemler olabilir.
Bu faktör temel olarak karaciğer ve safra kesesinde aşırı yüklenmeden dolayı yaşanır. Peki bu konuda ne yapabiliriz?
Bu tarz bir yorgunluk ve rahatsızlıkla savaşmak için özellikle sabahları saf zeytinyağı ve limon en iyisidir. Herkesin vücudu farklı olduğu için, bu gıdaları tüketmeye başladıktan sonra nasıl hissettiğinizi takip etmelisiniz. Ancak genelde iyi sonuçlar alınır.

10 Aralık 2019 Salı

CUMHURİYET’İN 1945-1975 ARASI DOĞAN KUŞAĞI


“BİZ, 1945-1975 ARASINDA DOĞAN İNSANLAR ;
BİZ SINIRLI SAYIDA ÜRETİLDİK.
Bu yüzden;
bizden keyif alın,
bizden öğrenin,
hazine biziz.
Dünyadan yok olmadan önce
her şeyi ve herkesi özellikle bizi çok sevin.

Hayatımız neden sevmeniz gerektiğinin gerçek KANITIDIR.
👉 Okuldan sonra akşama kadar sokakta oynardık. Hiç televizyon izlemezdik.
👉 İnternet arkadaşlarıyla değil gerçek arkadaşlarla oynardık.
👉 Susadığımız zaman şişelenmiş su değil, musluk suyu içerdik.
👉 Aynı bardağı dört arkadaşla paylaştığımız halde hastalanmazdık.
👉 Her gün çok pilav yediğimiz halde hiçbir zaman kilo almadık.
👉 Çıplak ayakla dolaşırdık ama ayaklarımıza bir şey olmazdı.
👉 Annemiz ve babamız bizi sağlıklı tutmak için hiçbir zaman ek gıda takviyeleri, vitaminler vermezlerdi.
👉 Kendi oyuncaklarımızı kendimiz yaratır ve onlarla oynardık.
👉 Ailemiz zengin değildi. Bize mal mülk değil, sevgi verdiler.
👉 Cep telefonlarımız, DVD'lerimiz, oyun istasyonumuz, XBox'ımız, video oyunlarımız, kişisel bilgisayarlarımız, internet sohbetimiz olmadı - ama bizim gerçek arkadaşlarımız vardı.
👉 Arkadaşımızın evini davet olmadan istediğimizde ziyaret eder ve onlarla birlikte eğlenerek yemek yerdik.
👉 Senin dünyandan çok farklı olarak bütün akrabalarla iç içe yaşar, aramızda sıkı bağlar olurdu.
👉 Çektiğimiz fotoğraflar siyah beyazdı ama renkli anılarla dolu idi.
👉 Ülkeyi güzel günlere taşımak, çok okumak, adam olmak gibi ülkülerimiz vardı ki belki tam yapamadık, yenildik ama uğrunda çok bedeller ödedik.
👉 Biz kendine has, anlayışlı bir nesiliz, çünkü biz ebeveynlerinin söylediğini dinleyen son nesiliz.
Ayrıca, çocuklarını dinleyen ve dikkate alan ilk nesiliz. “   ALINTI

Eski bir tapınak duvarındaki yazıt

"Gürültü patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşı…lık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma. İçten ol; telaşsız, kısa ve açık-seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü, Dünya’da herkesin bir öyküsü vardır.

Yalnız planlarının değil, başkalarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen: hayattaki dayanağın o’dur. Seveceğin bir iş seçersen, yaşamında bir an bile çalışmış olmazsın. İşini öyle sev ki; başarıların, bedenini ve yüreğini güçlendirirken, verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış ol

Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz. Ve unutma ki insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir.

Aşka burun kıvırma sakın; o çöl ortasında yemyeşil bir bahçedir. O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.

Kaybetmeyi, ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.

Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabildiklerini engellemesine izin verme. Rüzgârın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir.

Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.

Hatırlar mısın doğduğun zamanları; sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyorlardı. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlaka gülümse. Sabırlı, şevkatli, bağışlayıcı ol. Eninde sonunda bütün servetin senin. Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya insanoğlunun biricik güzel mekanıdır."

Xsentius, M.Ö. IX.yy

9 Aralık 2019 Pazartesi

Sanat


1- YETENEK NEDİR?
2-SANAT NEDİR?
3-DEHA NEDİR?
İnsanların birbiriyle anlaşabilmesi için aynı dili kullanıyor olması yetmez.
Aynı duyguyu da paylaşmaları gerek.
"AYNI DİLİ KULLANANLAR DEĞİL, AYNI DUYGUYU PAYLAŞANLAR ANLAŞIR" Mevlana

Kelimelerle konuşur, kelimelerle anlaşırız. Ancak kelimelere yüklediğimiz manalar aynı değilse karşımızdaki ile anlaşamayız.

ÖRNEK: Azerbaycanda "uçak düştü"
UÇAK İNDİ manasındadır. Dolmuşla giden bir Azerbaycanlı "beni musait yerde düşür," Dediğinde, indir anlamını vermiyorsanız, anlaşamazsınız... Hani bizde de vardır ya "beni falan yerde atıver" İşte öyle bir şey...
YETENEK, SANAT, DAHİ kavramlarına da aynı mana ile bakmıyorsanız, aynı duyguda değilsiniz demektir.

GÜZELLİK (Estetik) kavramı üzerine ciltler dolusu kitap yazılmış... Ama Anadolunun Sivas Şarkışla'sından çıkan; anadan doğma kör; Aşık Veysel'im tek cümlede özetlemiş;
"GÜZELLİĞİN ON PARA ETMEZ, BU BENDEKİ AŞK OLMASA"
Demekki sana göre güzel olan, bana güzel gelmeyebilir... Hatta nefret edebilirim... Senin SANAT dediğine, ben;  SAÇMA, ZIRVA, KOMEDİ hatta İĞRENÇ diyebilirim...

Bunlar tamamen duygu meselesi

Yani kişisel.
Aşık Veysel'deki AŞK meselesi
O duygu yoksa AŞK da yoktur...
SEVGİ de yoktur... SANAT da değildir...

Bu arada yeri gelmişken bahsedeyim

ESTETİK diye bir bilim dalı vardır...

"BOZULMAYA VE YOK OLMAYA MAHKUM OLAN, GÜZEL OLAMAZ; ONUN HATIRLATTIĞI ŞEY, GÜZELDİR" 
Platon (Eflatun)
Şimdi bu açıdan bakarak bizim Anadolu Aşıklarının, şairlerinin tarif ettiği bir GÜZEL PORTRESİ çizelim

Yanakları ELMA gibi
Saçları SIRMA gibi
Dişleri İNCİ gibi
Gözleri BADEM gibi
Kirpikleri OK gibi
Kaşları YAY gibi
Boyu uzun SERVİ gibi
Realist (GERÇEK) bir bakış açısıyla bakan ve her şeyi bu kelimelerin Realist (GERÇEK) manalarıyla algılayan birisi bu GÜZELlikten ne anlar?

ELMAnın hatırlattığı şey neler olabilir... Tatlı, sulu, yayla, kırmızı

SIRMA; altın teli ile ipeğin birbiriyle belli oranda eğrilmesiyle oluşturulmuş iplik
ALTIN ve İPEK nedir? Onlara girmiyorum

İNCİ; bir çeşit istiridyenin oluşturduğu bir süs malzemesi... Nasıl oluşturduğuna girmiyorum... Bu konuyu Prof. İskender Pala 2 saat anlatır...
BADEM; Bademin, özellikle faydası saymakla bitmez... Şekli de güzeldir... Çağlası da ayrı bir tat...

Bizi biz yapan GENUS(cins)imiz olduğu kadar yetişme ortamımız da önemli

Bu ODUN bu ustanın elinde bu şekilde şekillenirken öbür ustanın elinde başka bir şekil alır...

Beslediğimiz toprak, aldığımız su, güneş

Her şey etki ediyor... O ODUNa özelliğini veren her şey hücrelerine gizlenir...
İnsanlar bu sanatkar ruhlardan uzaksa vay o ODUNların haline!
Yani demem o ki, içinizde bir cevher var... Bu cevher sizin özelliğiniz
YANMA ve YONTULMA

"YETENEKSİZ İNSAN YOKTUR; YETENEĞİNİ ORTAYA KOYAMAMIŞ, ORTAM BULAMAMIŞ YA DA YANLIŞ YÖNLENDİRİLMİŞ İNSAN VARDIR"

Burada en önemli kavram: YETENEK

İSTEMEK, İNSAN HAYATININ ANAHTARIDIR

Allah bir şeye sahip olmamızı İSTEMEMİZE bağlamış...

MEŞHUR HİKAYE;
İSTEDİKLERİMİZİ NE KADAR İSTİYORUZ?
Sokrates'e bir delikanlı gelir
--" Sokrates amca ben filozof olmak istiyorum, ne yapmam gerek?" der.
Sokrates delikanliya şöyle bir bakar;
-- "Sen gelsene şöyle" der. Ve delikanlının başını, su dolu bir fıçının içine bastırır...
Bir müddet tuttuktan sonra bırakır...  Delikanlı;
-- "Ne yaptın amca? diye sorar.
--"Başın suyun içindeyken ne hissettin? der Sokrates.
--" Bir an evvel nefes almak istedim" der delikanlı...
--" İşte bu kadar isteyeceksin İSTEDİĞİN şeyi... Yoksa senden bir bok olmaz" der Sokrates....
İSTEDİKLERİMİZİ NE KADAR İSTİYORUZ...
"Kuru DUAyı bırak, ağaç İSTİYORSAN tohum ek" diyor Mevlana


8 Aralık 2019 Pazar

Yüce bir Türk Kadınını Tanıyalım : Doktor SAFİYE ALİ


Osmanlı'da 1891 yılında İstanbul’da dünyaya gözlerini açar. 
6 kişilik ailenin en küçük ve en zeki kız çocuğudur. 
Amerikan Kız Kolejinde okurken Balkan savaşından getirilen yaralıları tedavi eder. Lise bitince doktor olmaya karar verir. 
Fakat hangi kapıyı çalsa ‘’Tıp Fakültesine kadın öğrenci alamayız’’ sözüyle karşılaşır. 
Kafaya koymuştur bir kere doktor olacaktır. Maddi imkansızlıklara rağmen Almanya’ya Tıp okumaya gider. Açlık ve sefaletin en dibini görür. 
Günlüğünde şu not vardır; ‘’Çöpten çıkarıp geceleri yediğim ekmek hiç ağrıma gitmiyor, ülkemde tıp fakültesi varken buralarda olmam daha çok ağrıma gidiyor. Ne olursa olsun ülkeme doktor olarak döneceğim.’’ 
Dediğini yapar ve okulunu derece ile bitirip ülkesine doktor olarak döner. Cağaloğlu’nda ilk muayenehanesini açar fakat kadın olduğu için ilk zamanlar kimse gelmez. Halbuki kadın ve çocuk hastalıkları doktorudur. 
Aşağılamalara, dışlamalara ve hakaretlere aldırmadan, pes etmeden devam eder. Fakir ailelerin kadınlarını ve çocuklarını evlerinde ücretsiz tedavi eder. 
Eline geçen ilk parayla süt ve bakım evi açar. Hasta ve zayıf çocuklar için Hilal-i Ahmer muayenehanesini kurar. 
Direnerek, kadınların tıp fakültesine alınmalarını sağlar. Ülkenin tıp eğitimi veren ilk kadını olur. Vücudu kendisinden önce pes eder; kansere yakalanır. Almanya’ya gönderilir. 
Almanya’da tıp eğitimi aldığı hastanede ılık bir bahar günü hayata gözlerini yumarken şu sözleri söyler; 
“Kadınlar size emanet”… Bu yüce kadın Doktor Safiye Ali’dir…
***
“Cumhuriyet Bir Nimettir” sözünü bıkmadan ,usanmadan söylemesi gerekenler öncelikle,Türk Kadınlarıdır !...

Hasan Ali Yücel

1944 senesinde Çumra tren istasyonunda iki yoksul, üstü başı yırtık köy çocuğu beklemektedir. Yanlarına bir adam gelir ve çocuklara nereye gittiklerini sorar. On yaşındaki Kemal “Konya’ya! Valiyle görüşmeye!” der.
Adam alaycı bir şekilde güler “Sizi valiyle görüştürmezler be evladım, paranıza yazık, boşa gitmeyin!” diye karşılık verir.

Kemal adamı dinlemez. Altı yaşındaki kardeşi Mehmet’in elinden tutarak istasyona yanaşan trene biner. Bir süre sonra kuşetli vagonda tam karşılarına takım elbiseli bir adam oturur. Çocuklara gülümser ve nereye gittiklerini sorar. Kemal, bu adamın da kendileriyle gülüp dalga geçeceğini düşünür. Konuşmak istemez. Adam ısrarla “Anneniz babanız yok mu evladım, trene bir başınıza binmişsiniz” deyince Kemal kızgın bir ifadeyle; “Amca! Anamız babamız öldü. Biz köy çocuğuyuz ve eğitim alırsak o zaman ‘adam’ olabiliriz. Bu yüzden Konya valisine bizi okut diye yalvarmaya gidiyoruz!”

Takım elbiseli adam ‘anladım’ dercesine başını sallar ve cebinden bir kart çıkarır. Kemal’e uzatır. “Bunu valiye göster, selamımı söyle” Kemal kartı alır, okuma yazması olmadığı için kartta ne yazdığını anlamaz. Dalgacı(!) adam ise yaklaşan istasyonda iner.

Kemal ve Mehmet Konya’da vali binasına gider. Kemal, kapıdaki görevliye valiyle görüşmek istediğini söyler. Fakat görevli çocukları başından savar. Kemal, bu kez son şansını dener ve trende tanıştığı o takım elbiseli amcanın verdiği kartı uzatır. Görevli kartı görünce şaşırır ve hemen çocukları valinin makamına çıkarır. Vali karta bakar, ciddileşir, eli telefona gider. İki görevli gelir ve çocukları İvriz’e götürür. Kemal şaşkındır o takım elbiseli adam dalga geçmemiş, verdiği kart işe yaramıştır. Bu sefer "Kim bu adam?" diye düşünmeye başlar.

Kemal ve Mehmet İvriz’e gönderilmiştir ve bu okulda yatılı olarak okur. Ve seneler sonra… Kemal seneler sonra o takım elbiseli adamla görüşür. Adam yaşlanmış, emekli olmuştur. Kemal yanına gider kendini tanıtır, yaşlı adam anımsar Kemal’i “Demek okudunuz ha?” der, gözleri dolar. 1944’te o gün trenle vilayet vilayet gezip okulları denetleyen o takım elbiseli adam tesadüfen bu iki kardeşi görmüş ve kartını vererek yardımcı olmak istemiştir. Seneler sonra bu kez Kemal kartını uzatır; üzerinde “Gazeteci-Yazar Kemal Bayram Çukurkavaklı”. yazmaktadır.

Evet, Kemal öksüz ve yetim bir köylü çocuğudur, İvriz Köy Enstitüsü’nde okumuş, gazeteci olmuş, kitaplar yazmış, ödüller almış, kendi deyimiyle ‘adam’ olmuştur. İşte köy enstitüleri bu yüzden önemliydi ve köy çocuklarının çağdaş bir eğitimle topluma karışmasına vesile oluyordu. Mamafih zararlı görülerek kapatıldı. Ha Kemal'in kartını verdiği kişi kim miydi? Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi Hasan Ali Yücel, yani trendeki o takım elbiseli adam...
Tolga Aydoğan


3 Aralık 2019 Salı

KARAKALEM MALZEMELERİ

KARAKALEM TEKNİĞİNDE GEREKLİ MALZEMELER
1- Grafit (Kurşun Kalemler) HB, 2B, 8B - 0.5 Uçlu kalem ve 2B yedek uç
2- Kağıt Kaynaştırma Çubuğu (Tortillon, Stump)
3- Kalem Silgi, Hamur Silgi, Normal Silgi, Pilli Silgi
4- Kullanılmış atlet parçası
5- Keçe Ragle, Boş Keçeli Kalem (marker) 
6- Kulak çöpü
7- Beyaz Pastel Kalem, Beyaz Jel Kalem
8- Yağlı Kömür Kalem (Nero veya Negro)
9- Kömür Kalem (PITT  Charcoal-Faber Castell, Conté à Paris Pierro Noire, Derwent gibi)
10- Maket Bıçağı
11- Kağıt ve Şeffaf Bant
12- Kıskaç
13- Resim altlığı (50x70 Cm Duralit)
14- Fırça (Kedi Dili)
15- Saç Spreyi
16- Resim Kağıdı (Canson 1557, Alex Scholler, Canson gibi )
17- Kalem Açacağı
18- Siyah Marker Kalem (Çeşitli Kalınlıkta)
19- Caretacolor 49500 kömür veya Derwent XL 05
20- Bitmiş tükenmez veya metal uçlu kalemler


2 Aralık 2019 Pazartesi

KÖMÜR KALEM TEKNİĞİ PORTRE SİPARİŞ

Whatsapp: 05424625958

DÜNYA LİDERİ BÖYLE OLUNUR

Dünya Lideri Atatürk'ün Diğer Ülkelerde İsminin Verildiği Yerler
1. Place Ataturk - Vise, Belçika
2. Kemal Ataturk Avenue(cadde) - Dhaka, Bangladeş
3. Ataturk Avenue(cadde) - Islamabad, Pakistan
4. Atatürk Statue(heykel) - Mexico City, Meksika
5. Calle Mustafa Kemal Ataturk - Santo Domingo, Dominik Cumhuriyeti
6. Ataturk Heykeli - Be`er Sheva, İsrail
7. Atatürk Anıtı - Amsterdam, Hollanda
8. Atatürk Anıtı - Wellington, Yeni Zellanda
9. Caracas, Venezuela
10. Havana, Küba
11. Atatürk Bahçe Köyü - Oostzaan, Hollanda
12. Canberra, Avustralya
13. Albany, Batı Avustralya
14. Statuia lui Mustafa Kemal Ataturk - Bükreş, Romanya
15. Atatürkstraat - Rotterdam, Hollanda
16. Mustafa Kemal Ataturk Marg Caddesi - Yeni Delhi, Hindistan
17. Largo Mustafa Kemal Atatürk - Roma, İtalya
18. Atatürk Park - New Jersey, ABD
19. Yehud, İsrail
20. Florencie, Karlovy Vary
21. Kemal Atatürkstraat - Utrecht, Hollanda
22. Budapeşte, Macaristan
23. Macaristan'daki Atatürk isimleri Naphegy Meydanı'nda yer alıyor.
24. Statue of Mustafa Kemal Atatürk - Kuşimoto, Japonya
25. Santiago, Şili
26. Ve tabi ki olmazsa olmaz Türk ülkelerde de Atatürk'ün isminin verildiği çok sayıda yer bulunmakta. Atatürk Parkı - Bakü, Azerbaycan
27. Astana, Kazakistan
28. Atatürk Meydanı - Aşkabat, Türkmenistan
29. Atatürk Parkı - Bişkek, Kırgızistan
30. Polonya'nın Wroclaw şehrinde "Liceum Profilowane nr VII, Patron: Mustafa Kemal Ataturk" adında bir okul da bulunmaktaymış.
Atatürk'ün isminin verildiği yerlerin sadece bu kadarıyla sınırlı olmadığını belirtelim.

NEDİR ŞU “TURKEY” (TÜRKİYE VE HİNDİ) HİKÂYESİ ?

Mehmet Yazar'dan alıntıdır.
Beyaz Saray’daki gelenekleşmiş ‘hindi affı töreni’nde konuşan Trump, Demokratların kendisini İngilizcede hem 'hindi' hem 'Türkiye' anlamındaki 'Turkey'e yumuşak davranmakla suçladığını söyledi; “Öyle görünüyor ki Demokratlar beni Türkiye’ye (ve ‘hindi’ye) yumuşak davranmakla suçluyorlar” dedi. Öncelikle şunu belirteyim, İngilizcede “Türk” adı “Turk” (Son on yıllarda “Türkçe” ile beraber “Turkish”) olarak yazılır ve okunur, söylenir. “Turk” aynı zamanda “gözünü budaktan sakınmayan, önünü ardını fazla düşünmeyen vb” anlamlarında sıfatlaştırılmıştır da ! “Hindi - Türkiye” meselesine gelince: 

İngilizcede “hindi” küçük harfle başlayarak (turkey), “Türkiye” ise büyük harfle başlayarak yazılır. Ve bu imlâ eşliği tarihî bir köke dayanır. O kuş, anayurdu Sudan ve civarı olan orta-batı Afrika hayvanıyken, köleciler tarafından kölelerle beraber Amerika’ya götürülmüş, oradan dünyaya yayılmıştır. Amerika’yı istilâ eden Avrupalılar, kuşu getiren köleci Araplara “Türk” ve ülkelerine “Turkey” dedikleri için kuşun adı “Türkiye’den” anlamında “turkey” kalmıştır; tıpkı bizim “Hind-î < Hindistanlı” anlamından kaymış “hindi” dediğimiz gibi !.. Malûm yeni kıta yerlilerine, orayı Hindistan sanan ilk işgalcilerden itibaren Anglosaksonlar “İndia”dan (“Hindistan”dan) gelen adla “İndian” (“Hintli”) der. “Portakal” kelimemizi “Portugal’dan (Portekiz’den) gelen meyva”dan, “Mandalina”yı ihracatçısı Çinli “Mandarinler”den, yahut “mısır”dan “Mısır”ı, “China-Çin”den (“çayn” okunur), “çay” adlarını türettiğimiz gibi.

1 Aralık 2019 Pazar

VİYATNAMLI USTANIN ATÖLYESİ

Size Viyatnamlı usta eğitimci Truong Minh'in atölyesinden görünümler sunuyorum.
Orijinali ile ayırt edemeyeceğiniz bu görüntüleri minik öğrencilerin yaptıklarına inanamayacaksınız.