Translate

31 Ocak 2021 Pazar

ALLAH SÖZÜ VE KAVRAMININ KÖKENİ


ALLAH SÖZÜ VE KAVRAMININ KÖKENİ


Yeni Yunus Emre Gazetesi

01 Kasım 1954

Sayı: 111

Bölüm : 9


Kaynaklar :

Anadolu Aydınlanma Vakfı

İsmailemre.net

AnadoluAydinlanma.org.


A Ç I K L A M A L A R :


(1)  İsmail Emre

ismail 

Kökeni: Arapça

Hz. İbrahim'in oğludur. 

Resul-i Ekrem'in de ceddi olan İbrahim ve İsmail Kabe'yi yeniden inşa ettiler. (Bak: Kabe, İbrahim  )

Duası kabul olunan.

Allah'ın işi.


isma

Yükseltmek.

İşittirmek, sesini duyurmak, bir sözü istenilen yere ulaştırmak.


İsmail (Arapça: إِسْمَاعِيْل, romanize: ʾIsmāʿīl) veya Yismael,[a] Tanah ve Kur'an'da bahsedilen İbrani din büyüğü. Yahudilikte, Hristiyanlıkta ve İslamda, İbrahim'in ilk oğlu olarak geçer.[1][2] Özellikle İslam'da önemi oldukça yüksektir.


Etimoloji

İsmail ismi, İbranice kökenlidir (יִשְׁמָעֵאל, Yismael). Yisma "duymak" veya "işitmek", El ise "Tanrı" veya "Yaratan" anlamındadır; yani "Tanrı duydu", "Tanrı duyacak" demektir. İbrahim'in, oğluna bu ismi koymasının sebebi, Torah'ya göre; Tanrı'ya uzun süre çocuğunun olması için dua etmesi, ve sonunda Tanrı'nın, İbrahim'i duyup çocuk sahibi yapmasıdır.

Yahudilikte ve İslam'da

Tora ve Kur'an'a göre, babası İbrahim, annesi ise Hacer'dir. İslam inancında Zebihatullah, yani "Allah'ın kurbanı" denir ve yine İslam inancına göre Muhammed'in atasıdır. İbrahim 86 yaşında iken, cariyesi Hacer'den oğlu İsmail doğdu. Daha sonra İbrahim 100, Sare 90 yaşında iken, Yahveh'in mucizesi ile İshak doğdu.Tekvin:17:17–27

İslam kaynaklarına göre, İbrahim'in büyük oğlu İsmail'in soyu, bugünkü Arap milletini oluşturmuştur. İbrahim Tora'ya göre Hacer ve İsmail'i bugünkü Ürdün sınırına (Paran) yollamıştır. İsmail ve soyu orada büyüdü. Ürdün, Arabistan ve güney Edom'u ele geçirdi. İslami inanışa göre Hacer ile İsmail bugünkü Mekke’nin bulunduğu yere gelirler ve Zemzem Kuyusunu bulurlar. Daha sonra da İbrahim gelerek birlikte Kabe’yi inşa ederler. Ayrıca İbrahim’in gördüğü bir rüya üzerine İsmail’i kurban sunduğuna, sonra da Allah'ın İsmail'i kurtarmak için gökten bir koç indirdiğine inanılır.

"Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla. Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik. ''Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi. Nihayet her ikisi de boyun eğip, İbrahim de onu yüzüstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: "Ey İbrahim! Gördüğün rüyayı yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız." "Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır." Biz, (İbrahim'e) büyük bir kurbanlık vererek O'nu kurtardık. Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık. İbrahim'e selam olsun''Saffat Suresi:100–107''İbrahim'in, İsmail'le birlikte, Beytullah'ın ana duvarlarını yükselterek şöyle yakardıkları zamanı da an: "Rabb'imiz, bizden gelen niyazları kabul buyur; sen, evet sen, Semî'sin, her şeyi çok iyi duyarsın; Alîm'sin, her şeyi çok iyi bilirsin."Bakara Suresi:127''Kur'ân'da İsmail'i de an; çünkü o, vaadine sadık bir kuldu ve gönderilmiş bir peygamberdi. Ailesine ve çevresine namaz kılmayı ve zekat vermeyi emrederdi ve Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti.''Meryem Suresi:54–55"Rabbimiz, gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını beyt-i haram yanında ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim; rabbimiz, dosdoğru namazı kılsınlar diye (öyle yaptım), böylelikle sen, insanların bir kısmının kalplerini onlara ilgi duyar kıl ve onları birtakım ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler."İbrahim Suresi:37

On iki oğul ve bir kızı olan İsmail'in çocukları:

Nebaioth (Nabit)

Kedar (Kaydar)

Adbeel (İzil/İdbil)

Mibsam (Mesma/Rama)

Mishma(Mişa)

Dumah (Duma)

Massa (Mâs/Mâş)

Hadad (Ezer/Ezür)

Tema (Tamya)

Jetur (Katura)

Naphish (Kafes)

Kedemah (Kaydman)

Mahalath ya da Bashemath (Basma) - Yakup peygamberin ikizi Esav ile evlendi.


Emre

Pek çok halk ozanının, aşığın ve dervişin isminde yer alan Emre sözcüğünün (örneğin, Yunus Emre, Taptuk Emre) Türkçede "Aşık" anlamına geldiği dibilim açısından kesinleşmiş durumdadır. Bu kelimenin İmre kavramı ile bağlantılı olduğu kabul edilmektedir. Türk-Moğol dil bütününde ilaç, ağız, dişilik, işaret bildiren (Am/Em/İm) kökünden türeyen Amramak/Emremek/İmremek fiili aşık olmak demektir ve Emre kelimesi de aşık manası[5] taşır. Amrağ/Amra/Emre dönüşümüne uğramıştır. Anadolu'da "imremek" ve "imrenmek" fiilleri bir şeyi çok sevmek, gıpta etmek, aşırı istek duymak[6] manaları taşır.

ALLAH SÖZÜ VE KAVRAMININ KÖKENİ

(2)  Allah[a] (Arapça: الله, romanize: Bu ses hakkındaAllāh (yardım·bilgi), Arapça telaffuz: [ɑɫˈɫɑː(h)]), İbrahimî dinlerde geçen tek Tanrı'yı ifade eden Arapça sözcük.[2][3][4] Allah ismini Müslümanlar dışında ana dili Arapça olan Yemen Yahudileri ve bazı Mizrahi Yahudileri toplulukları ile Malta'da yaşayan Roma Katolikleri, Orta Doğulu Semitik Hristiyanlar olan Aramiler, Maruniler, Süryaniler ve Keldaniler de kullanır.[5]

İbrahimi dinlerde tanrı tarih içerisinde antropomorfik tanımlamalardan arındırılarak daha soyut kavramlarla ifade edilen, değişerek gelişen bir figürdür. Başlangıçta gökte bir saray içerisinde, etrafında bir sürü yaratıkla yaşayan, göğe merdivenle inip çıkan, diğer tanrıları da tanıyan insan şeklinde bir aile veya klan tanrısı iken, zaman içerisinde sex yaşamları ve insani özellikleri yok edilerek sadece melekler ve şeytanlar üzerinden konuşan ulusal ve son aşamada evrensel tanrı figürüne dönüşür.[6] Bu aşamada Evrenin yaratıcısı olan Tanrı; ebedi, her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen bir tanrıdır. Günümüzde İbrahimî dinler Tanrı'nın zamandan ve mekandan münezzeh olduğuna inanır, bu yüzden Tanrı somut evrenden bağımsızdır ancak yine de duaları duyar ve tepki verir.

İbrahimî dinlerin kitaplarında Tanrı kişileştirilmiş bir yaratıcıdır. Birincil kişi olarak konuşur ve bazen insanların karşısına "insan görüntüsü" ile çıkar.[7] İslam'da Allah Müntakim (intikam alan), Mütekebbir (büyüklenen)dir. Ayrıca Sabur (çok sabırlı), celil (Celalet; 1/azamet, 2/hiddetlilik, hışım), rahim (çok merhametli), halim (yumuşak huylu), vedud (sevecen) gibi insani duygular ifade eden isimlerle de anılır ve insana ait özelliklerin de aslında Allah'a ait olduğu ifade edilir. Hristiyanlıkta Tanrı baba gibi, Sufîlikte arkadaş gibidir.[8] Tanah'ta da Yehova'nın sık sık kişileştirildiği görülür.

Tanrı hakkında teşbihi antropomorfik bir dil kullanılıp kullanılamayacağı konusunda Yahudi, Hristiyan ve İslam düşünce tarihinde oldukça yoğun tartışmalar olmuştur. Kutsal kitaplarda Tanrı’yı hem teşbih eden örneklere hem de tenzih denilen olumsuzlama örneklerine rastlanmaktadır. Üç dinin de bu konuya yaklaşımını incelediğimizde hem Kur’an’da hem de Kitâb-ı Mukaddes’te olumsuz nitelemeler yanında olumlu nitelemelerin daha fazla kullanıldığı görülecektir; yani vahiyde tenzihten çok teşbih vardır.[9]

Etimoloji ve tarihî kullanım

Allah kelimesinin Arapça bir kelime olmadığı iddiası mevcuttur[10] ve kelimenin kökeni klasik Arap dilbilimciler tarafından yoğun olarak tartışılmıştır.[11]

MÖ 2000’lere dayanan Kenan panteonunda “El” ya da “İl” baştanrı konumundaydı. El her şeye kadir, ezeli ve ebedi, yer ile gökteki her şeyin tek hakimi, her şeyi yaratan, yaratıcı, antlaşma yapan ahit tanrısı vs. gibi niteliklere sahipti. El tanrısı Aramiceye Eloh veya Elaha ve İbraniceye Eloah olarak geçmiş, Yeni Ahit’te “Eli” ve “Elohi” tanrı anlamında kullanılmıştır. İl veya El sonu el veya il ile biten isimlerde görülmeye devam etmektedir. Gabri-el, Mika-el, Azrail, İsrafil, İsrael, Yişmael (İsmail), Emanuel vb.[12] İslam öncesi Arapça yazıtlarda Hristiyanların MS 6. yüzyılda El ve Eloha kelimelerini kullandıkları bilinmektedir.[5]

Basra okulu onu irticali bir kelime veya gizli, yüce gibi anlamlara gelen “lyh” kökünden türemiş “lah”ın belirgin formu olarak değerlendirmişlerdir. Diğerleri ise kelimeyi Eski Suriye dili veya İbraniceden ödünç alınma, çoğunluk ise Arapça Al-ilah’ın kısaltılarak Allah şekline dönüştürülmesi olarak kabul etmişlerdir. Alimlerin çoğunluğu sonuncu teoriyi benimser ve ödünç kelime teorisine şüpheyle yaklaşır.[13][14]

Allah anlayışı Mekke dininde belirsiz bir anlama sahipti.[15][16] Allah veya ilah sözcüğü bir isim veya unvandan daha çok bir sıfat olarak kullanılmış olabilirdi.[15][17] Allah İslam öncesi dönemde politeistik Mekke panteonunda bir put ile temsil edilmeyen tek ilah ve bir baştanrı idi.[18] Güney Arabistan tanrılarından el-Lât, el-Uzzâ ve el-Menât Kur'an'da da anlatıldığı şekliyle [19] Allah'ın kızları olarak anılıyorlardı.

Uruklular, Nebatiler ve İslâm öncesi Mekkeliler tarafından da kullanılan Allah ismi İslâm ile birlikte bir dönüşüm yaşamış, arkadaş, eş, kız ve çocuk gibi unsurlarından arındırılmıştır.

Allahumme: İslam'da dualara başlarken kullanılan deyimin Arapça olmadığı, İbranice Elohim (tanrılar) kelimesinin Arapça telaffuzundan ibaret,[20] [21] zaman içerisinde "Ey Allahım" şeklinde anlam yüklenen bir deyim olduğu müslüman olmayan bilginlerce ifade edilmiştir. Elohim İbranicede "majesteleri!" ifadesindeki gibi majestik çoğul olarak kullanılmakta, tekil anlam ifade etmektedir.

İsim hakkında islami görüşler

İsmail Hakkı Altuntaş "Allah kelimesinin ‘İlah’ dan türetilmiş olduğu bunun da Sami dinlerin ortak kullanımı olan El/İl den türetilmiş olduğu daha kabul edilebilir bir görüştür. Pagan baş Tanrısı ölümsüz El’in isminin geçirdiği linguistik değişmelerin Hem Yahudilere hem Müslümanların hem de diğer birçok dinin Tanrı isimlerinin oluşumunda katkıda bulunmuş olacağı ihtimali kesinlikle göz ardı edilmemelidir. Bütün dinler bir önceki dinlerin inanç, dil, kültür, yaşam, dünya görüşü gibi birçok ögelerinden beslenerek gelişmişlerdir. Aramca-Süryanice konuşan İsa da Tanrı'ya son nefesinde şöyle diyordu: “Eli, Eli, lama şevaktani”, ‘Tanrım, Tanrım beni neden terk ettin?” ifadelerini kullanmaktadır.[22]

Arapçadaki “ilah” isminin, Süryanice olduğu, “Laha” veya Aramice “alâha” kelimesiyle ilgili olacağı üzerinde duranlar olmuştur. İlah kelimesi köken itibarıyla Sümercedeki "-İL" (-el) kökünden gelir ve "Tanrı" demektir.[23]

İslamda Allah'ın tek; zıddı, benzeri ve ortağı olmayan yaratıcının "özel ismi" olduğuna, ayrıca bu ismin kemal, cemal ve celal sıfatlarının ifade ettiği anlamların tamamını kapsadığına, ismin Türkçe "tanrı", Arapça "ilah", İngilizce "god", Almanca "gott", Farsça "hüda" gibi Tanrı için isim olarak kullanılan bütün kelimelerden farklı[24] olduğuna inanılır. Buna göreİlah, tanrı, rab gibi kelimeler cins isim sayılır çoğul olarak kullanılabilirler.[25]

Diyanet İşleri Başkanlığınca Allah isminin "el-ilah" kelimesinden türediği görüşü tercih edilmiştir.[25]

Allah inancının gelişimi

İslam öncesi değişimler: İbrani dini metinlerinde Tanrı ile ilgili antropomorfik ifadeler zaman içerisinde hafifletilir veya yok edilirler. Örneğin Kitab-ı Mukaddes’teki Yunus kitabının, Midraş türü, tarihi bir gerçekliğe dayanmayan, eğitim veya nasihat amaçlı[26][27] Tevrat kıssasında Yahudi tercümanlar, antik metindeki antropomorfik betimlemeleri kaldırmıştır;

Yunus 1:6'da Masoretik Metin'de (MT) "...Tanrı belki halimizi görür de yok olmayız..." diye yazarken Yunus Targum'unda bu pasaj "...belki Tanrı'dan üzerimize rahmet gelir..." yazmaktadır. Gemi kaptanının teklifi ilahi geleceği değiştirmekten ziyade ilahi acımayı elde etmeye yöneliktir. MT'de Yunus 3:9'da "Belki o zaman Tanrı fikrini değiştirip bize acır, kızgın öfkesinden döner de yok olmayız" derken Targum'da "Her kimin idrakında günah varsa tövbe etsin ve Tanrı tarafından bize acınacak" yazar. Tanrı fikrini değiştirmemektedir; acımaktadır.

İslamda Allah inancının gelişimi

Tek ve benzersiz Allah inancı İslami tevhid inancının temelidir. "Allah" sözcüğü Kur'ân'da 2699 defa tekrarlanır. İhlas Suresi, İslâm'ın Allah inancını özetler:

“"De ki; O Allah bir tektir. Allah Samed'dir. Doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Ve O'na hiçbir şey denk olmamıştır."„

Bunun yanında; "Tanrı Âdem'i kendi biçiminde yarattı",[28] "Yüce tanrı, yaratıkları yaratma işini bitirince, sırt üstü uzandı. O sırada bir ayağını öbür ayağının üstüne koymuştu. Bunun benzerini yapmak hiç kimseye uygun değildir"[29], "(Kıyamette) Rabbimiz baldırını açar, her mümin erkek ve her mümin kadın O'na secde eder. Dünyada iken kendisine riya ve gösteriş olarak secde edenler geri kalırlar. Onlar da secde etmeye kalkarlar, ancak sırtları bükülmeyen yekpare bir tabakaya dönüşür"[30] gibi hadisler, yaratıklara benzemeyen ve onlara ait, eksiklik ifade edebilecek her türlü sıfattan tenzih edilen Allah anlatımıyla çelişen insan biçimci anlatımlar içermekteydi.

Kur’an ve hadis anlatımlarında Allah kızar ve öfkelenir, "öç alma" yoluna gider, yatışır, düşünür, acır (Rahim), bağışlar; "efendi (Rabb) ve "kral" (Melik) olur, evi ve tahtı vardır.[31] "Zorba" (Cebbar), "sevecen, "(Vedûd), öfkelidir (Celil). Kur'an'da insansı bir dil ile Muğire Oğlu Velid’e zenim (soysuz) şeklinde hakaret edilir.[32] Kur'an’da Allah'ın 99 ismi arasında verilen intikam alan, sabırlı olan gibi isimler ile (yemin etme, beddua etme,[33] hikâyeler anlatma, kendisine dostlar ve düşmanlar edinme gibi) fiiller kişisel tanrı olarak tanımlanan ve Tanrı’ya insanî sıfatlar atfeden diğer örneklerdir.

İslamda selef devri olarak adlandırılan, başlangıçta sorgulanmayan ve inanç açısından sorun olarak görülmeyen Allah’ın zatı, sıfatları ve eylemleriyle ilgili inancın teşbih-tenzih tartışmaları üzerinden belirli değişimler geçirdiği, gökyüzünde arşta (koltuk) oturan, iki eli,[34] yüzü,[35][36] "gözler"i,[37][38][39][40] karnı, bacağı gibi insani sıfatlarla tanımlanan yaratıcı inancının kelamcılar tarafından sorgulandığı, bu kapsamda farklı görüş ve mezheplerin ortaya çıktığı görülür.[41]

Şiî: Sembolik ifadelerle Allah'ın anlatılmasını onaylar.

Sufî: Allah'ın şeklinin olmadığına, sonsuz olduğuna, şimdiki halimizin onu görmeye gücünün yetmediğine ve Allah'ın "her yerde" olduğuna inanır.

Mücessime, Müşebbihe, Selefi, Vahhabi: Allah'ı teşbihlerle anlatır, ona el-yüz atfeder ve arşta oturduğunu kabul eder. Selefiliğin teorisyeni kabul edilen İbni Teymiyye "Allah, arş kadardır, ne ondan büyük ne de ondan küçüktür." ifadelerini kullanmıştır.[42]

Maturidi-Eşari: Görme ve duyma gibi sınırlı bir insan-tanrı benzetmesini kabul eder.

Mutezile-Cehmiyye: Cehmiyye ve İslamda akılcı mezhep olarak bilinen Mutezile Tevhide aykırı bularak Allah'ın herhangi bir şekilde insana benzetilmesine karşı çıkar ve soyutlama yapar.[43][44]

İslam din felsefesinin geleneksel adı olan Kelâmcılıkta Allah'a zaman ve mekan izafe edilmesi onun cismanileştirilmesi olarak değerlendirilir. Ayrıca Allah'ın insana benzetilmesi (antropomorfizm) müşebbihe olarak tanımlanır, İslâmdışı ve küfür kabul edilerek reddedilir.[45] Tevrat’taki "Yakup ile güreşe tutuşan Tanrı" (Hoşea 12:3) ve Hristiyanlık üçlemesindeki "Baba Tanrı" figürü eleştirilir. Kelâmcılar Kur'ân ve kudsi hadisler gibi İslâmî kaynaklarda kullanılan Allah'a mekân (gök, arş (taht) izafe eden (Taha-5 ve Araf 54)) [46] ve “Allah’ın eli” Allah’ın yüzü”, "insanın Rahmân suretinde yaratılması" [47][48] gibi ifadelerle Allah'ın işitmesi, görmesi gibi ifadeleri mecazi ifadeler olarak tanımlarlar.[49]


(3)  Teşbih

(Çoğulu: Teşbihât) Benzetmek, benzetilmek. Benzetiş. Bir vasıfta vehmetmek.

Edb: Aralarında maddi veya mânevi bir münasebet bulunan iki şeyi birbirine benzetmek san'atı.

Yassı ve enli yapmak.

Benzetme.

Benzetme.

Benzetmek, benzetiş. Bir nitelikte saymak ve zannetmek.


(4)  Rab 

Tanrı.

Super glue yöntemi ile görünür 

Doldurmak. (Osmanlıca'da yazılışı: ra'b)

Vasat, orta boylu.

Tasavvuf=mürebbi öğretmen


1/2Müellif: BEKİR TOPALOĞLU (Bölüme Git) Sözlükte “bir şeyi yetkinlik noktasına varıncaya kadar kademe kademe inşa edip geliştirmek” mânasındaki rab (rabb) kelimesi mübalağa ifade etmek üzere...

2/2 Müellif: SÜLEYMAN Uludağ (Bölüme Git) TASAVVUF. Allah’ın zâtı, a‘yân-ı sâbiteye nisbetle kādir ve mürîd gibi ilâhî isimlerin, hâricî varlıklara (ekvân) nisbetle rezzâk ve hafîz gibi rabbân...


Sözlükte “bir şeyi yetkinlik noktasına varıncaya kadar kademe kademe inşa edip geliştirmek” mânasındaki rab (rabb) kelimesi mübalağa ifade etmek üzere daha çok sıfat gibi kullanılır ve kelimeye hepsi de Allah Teâlâ hakkında olmak üzere “mâlik, seyyid, idare eden, terbiye eden, gözetip koruyan, nimet veren, ıslah edip geliştiren, mâbud” gibi anlamlar verilir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “rbb” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “rbb” md.). İbn Cerîr et-Taberî bu mânaların mâlik, seyyid ve muslih kelimelerinde yoğunlaştığını kaydeder. Mâlik “evreni yaratan ve yöneten”, seyyid “hâkimiyetinde dengi ve benzeri olmayan”, muslih de “lutfettiği nimetler vasıtasıyla yaratılmışların halini düzeltip geliştiren” demektir (Câmiʿu’l-beyân, I, 93-94). Ebü’l-Bekā el-Kefevî rab kelimesinin Allah için kullanıldığında içerdiği mânaları şu şekilde sıralar: Rab “mâlik” anlamına alındığı takdirde Allah’tan başka bütün varlıklarla, “muslih” olarak düşünüldüğünde kendi başına mevcudiyeti bulunmadığından ıslaha elverişli olmayan arazların dışındaki nesnelerle, “seyyid” diye açıklandığında sadece akıllı yaratıklarla, “mâbud” mânası verilmesi halinde ise mükelleflerle ilgili bir muhteva taşır (el-Külliyyât, s. 466).

Kur’ân-ı Kerîm’de rab kelimesi 962 yerde Allah’a doğrudan nisbet edilmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “rbb” md.). Bunun dışında beş yerde “hükümdar” mânasında Hz. Yûsuf dönemindeki Mısır meliki için kullanılmış (Yûsuf 12/23, 41, 42, 50), bir âyette Hz. Mûsâ devrindeki Firavun’un tanrılık iddiasıyla kendisi hakkında kullanımı şeklinde (en-Nâziât 79/24), bir âyette de Allah’tan başka rab aranmamasının gerektiği vurgulanırken (el-En‘âm 6/164) zikredilmiştir. Rabbin çoğulu olan erbâb da birden fazla rab edinmenin eleştirisi çerçevesinde dört âyette yer almıştır (Âl-i İmrân 3/64, 80; et-Tevbe 9/31; Yûsuf 12/39). Başta Hz. Mûsâ olmak üzere geçmiş peygamberlerin bağlıları için kullanılan ribbiyyûn, rabbâniyyûn (Rabbe bağlı olup ilmi ve ameli yetkin derecede bulunanlar) dört âyette geçmektedir (Âl-i İmrân 3/79, 146; el-Mâide 5/44, 63). Kur’an’da rab çeşitli isimlere ve zamirlere, en çok da tekil ikinci şahıs zamirine muzaf olarak kullanılmıştır. 242 yerde tekrarlanan bu hitabın 200’den fazlası Hz. Peygamber’e yöneliktir. “Sizin rabbiniz, onların rabbi” biçimindeki çoğul zamiriyle 243, “ey rabbim, ey rabbimiz” şeklindeki niyaz ifadesiyle 178 defa geçmektedir. Rabbin sıfat tamlaması ve mübtedâ-haber konumundaki cümle içi bağlantılarının tamamına yakın kısmında Allah’ın azameti, aşkınlığı, lutufkârlığı, bağışlayıcılığı, şefkat ve merhameti, rızık verici, yol gösterici, yardım edici ve koruyucu oluşu ifade edilmektedir.

Rab ismi İbn Mâce ve Tirmizî’nin rivayet ettiği esmâ-i hüsnâ listelerinde yer almamıştır. Bu durum doksan dokuz ismin, sıhhatinden şüphe edilmeyen esmâ-i hüsnâ hadisine bir râvi tarafından sonradan ilâve edilmesinden kaynaklanmış olmalıdır. İbn Hacer’in Kur’an’dan çıkardığı esmâ-i hüsnâ listesinde ise rab mevcuttur (DİA, XI, 407-408). Çeşitli hadislerde rab “sahip” anlamıyla, ayrıca Allah’ın ismi olarak geçer (Wensinck, el-Muʿcem, “rbb” md.). Ezanın ardından, “Ey bu yetkin davetin ve kesintisiz devam eden namaz ve niyazın sahibi Allahım!” diye başlayan dua onlardan biridir (Buhârî, “Eẕân”, 8; Müslim, “Müsâfirîn”, 200). Hz. Peygamber kölenin efendisi için “rabbim” demesini menetmiş, bunun yerine “efendim, sahibim” anlamındaki kelimelerin kullanılmasını istemiştir (Müsned, II, 316; Müslim, “Elfâẓ”, 13-15). Âlimler rab isminin “sahip” ve “ıslah edici” mânaları üzerinde durmuş, kelimenin “sahip” anlamında insanlara da nisbet edilebileceğini, ancak bu durumda sınırlı ve nisbî bir anlam taşıdığının belirtilebilmesi için “rabbü’d-dâr” (evin sahibi) gibi tamlama halinde kullanılması gerektiğini belirtmiştir (İbn Kuteybe, s. 9; Mâtürîdî, II, 278). Ebû Abdullah el-Halîmî, rab ismine “yarattığı şeyi onun için mukadder kıldığı yetkin derecesine ulaştıran” mânası verdikten sonra insanın sperm döneminden itibaren ihtiyarlık devresine kadar geçirdiği gelişme merhalelerini örnek olarak zikretmiştir (el-Minhâc, I, 205).

Kur’ân-ı Kerîm’de ilâhî isim olarak Allah lafzından sonra en çok kullanılan kelime rabdir. Âyetlerdeki konumundan anlaşılacağı üzere bu ismin içerdiği şefkat, merhamet ve geliştirerek yaşatma fonksiyonları (rubûbiyyet), peygamberlerden münkirlere kadar bütün şuurlu canlıları ve evrendeki diğer varlıkları kuşatmaktadır. Bütün ilâhî sıfatları kapsadığı kabul edilen Allah lafzı bir bakıma ulûhiyyetin zâtî-aşkın yönünü temsil ederken rab ismi O’nun yaratılmış âleme yönelik fiilî tecellilerine işaret eder. Bu ismin yer aldığı doksan dört sûrenin muhtevasına bakıldığında bunlarda ilâhî inâyetin tekrar edildiği ve bu inâyet iklimine çağrı yapıldığı görülür. Bu çerçevede kulların “rabbi, rabbenâ” ile başlayan niyazlarında Allah’a yönelen talepleri anne şefkatini andıran ilâhî inâyet tecellileriyle karşılanır. Resûlullah’ın bir beyanı da bu bakış açısını desteklemektedir. Hz. Ömer’in naklettiğine göre bir gün Resûl-i Ekrem, annelerinden ayrı kalmış çocukların arasında dolaşan bir kadının bir çocuğu bağrına basıp emzirdiğini görünce etrafındakilere, “Ne dersiniz, çocuklara karşı bu kadar şefkatli olan şu kadın kendi yavrusunu ateşe atar mı?” diye sormuş, onlar “hayır!” diye cevap verince şöyle demiştir: “Allah’ın kullarına olan merhameti bu kadının yavrusuna olan merhametinden daha çoktur” (Buhârî, “Edeb”, 18; Müslim, “Tevbe”, 22). Allah’ın özellikle insana ve genel olarak kâinata yönelik isim ve sıfatlarından olan rabbin başta rahmân, rahîm, gafûr, vedûd, rezzâk ve mâlikü’l-mülk olmak üzere birçok isimle anlam tamamlama ve dengeleme ilişkisi vardır.

Bazı esmâ-i hüsnâ kitaplarında ve Kur’an tefsirlerinin özellikle Fâtiha sûresinde rab ismi hakkında geniş bilgi verilir. Bu konuda müstakil çalışmalar da yapılmıştır. Ebü’l-A‘lâ el-Mevdûdî’nin el-Muṣṭalaḥâtü’l-erbaʿa fi’l-Ḳurʾân adlı eserinin ikinci bölümü bu isme ayrılmıştır (Ar. trc. Muhammed Kâzım Sibak, Dımaşk, ts., s. 34-94; trc. Osman Cilacı – İsmail Kaya, Kur’an’a Göre Dört Terim, İstanbul 1982, s. 35-88). Yakup Çiçek ve Fahrettin Yıldız’a ait Hamd-Rab başlıklı kitapçığın ikinci bölümü de bu konuyla ilgilidir (İstanbul 1986). R. D. Wilson, Kur’an’da geçen “Allah” ve “rab” isimlerinin dökümünü âyetlerin indiği dönemlere göre karşılaştırmalı olarak gösteren bir çalışma yapmıştır (“The Use of the Terms ‘Allah’ and ‘Rab’ in the Koran”, MW, XI/2 [1920], s. 176-183).

Rab (Arapça رَبٌّ, İbrânice Rabi רב), "efendi" veya "yüce" anlamına gelen İbranice kökenli bir sözcük.[1]

Etimoloji

İbrânice'de rab kelimesinden türemiş rabbi kelimesi "din âlimi, öğretmeni" anlamında kullanılagelmiştir. Yahudilikte bilinen ilk rabbi Musa'dır. Rabbi sözcüğü Türkçede haham sözcüğü ile karşılanmıştır.

Rab kelimesinden türeyen diğer kelimeler ise terbiye, mürebbi ve mürebbiye (terbiyeci, eğitimci) gibi kelimelerdir.

İyelik eki i ile (Rabbi) efendim anlamına gelir.[2]

Kullanım

Yahudilik ve Hristiyanlıkta

İbrâhîmî dinlerin kutsal kitaplarında tanrı veya efendi anlamında kullanılır.[3][4] Hristiyanlıkta İsa için "Rab İsa" şeklinde kullanılmaktadır. Türkçeye Arapçadan geçen sözcük tanrı anlamında kullanılır.[5]

Kitab-ı Mukaddes'de şu şekilde geçer:

"...RAB Tanrı göğü ve yeri yarattığında, yeryüzünde yabanıl bir fidan, bir ot bile bitmemişti. Çünkü RAB Tanrı henüz yeryüzüne yağmur göndermemişti. Toprağı işleyecek insan da yoktu..." (Yaratılış 2:4)

"Davut'un kendisi, Kutsal Ruh'tan esinlenerek şöyle demişti: 'Rab Rabbim'e dedi ki, Ben düşmanlarını Ayaklarının altına serinceye dek Sağımda otur'." (Markos 12:36)

İslam'da

İslâm'da Allah anlamında kullanılmakla birlikte Allah'ın 99 isminden biri değildir.

Kur'an'da Rab sözcüğü geçen ayetlerden biri şöyledir:

"...Ben sizin O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbimin bir şey dilemesi hariç. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâla ibret almıyor musunuz?" (Enâm Sûresi, 80. âyet)


(5)  Ulmak 

Çürümek, ezilmek, kokmak.

ALINTIDIR

26 Ocak 2021 Salı

MANŞI GEÇEN İLK TÜRK KADINI


MANŞ' I GEÇEN İLK TÜRK KADINI

NESRİN OLGUN ARSLAN 🇹🇷🇹🇷🇹🇷

“Kıyıya çıkıp yaklaşık 10 metre yürüdükten sonra toprağa uzandım. O ıslak, o buz gibi toprağın bana ne denli sıcak geldiğini anlatamam. Bir devi yenmiştim...” 
Bu sözler 1979 yılında toplam 15 saat 27 dakika suda kalarak, Manş Denizi’ni yüzerek geçen ilk Türk kadını unvanının sahibi olan Nesrin Olgun Arslan’a ait.

1957 yılında Adana’da dünyaya gelir Nesrin. Yedi yaşındayken ailesinin teşviği ile başladığı yüzmede, on altı yaşına kadar 100’e yakın madalya ve kupa kazanır. 1964’lerin Adana’sında Atatürk Yüzme Havuzu Türkiye’nin milli takım yüzücülerini çıkarır. O zamanlar Türkiye’de kapalı yüzme havuzu olmadığı için Adana sıcak iklimi sayesinde yüzme sporuna gönül verenlere 5-6 ay antrenman yapma şansı tanımaktadır. Bir de buna sulama kanallarında akıntıya karşı yaptığı antrenmanlar eklenince, Nesrin yaşıtlarından çok daha güçlü ve dayanıklı bir bedene kavuşur.

On yedi yaşında maraton yüzmeye başlar. Dört kez Mersin, iki kez Adana, birer kez de Çanakkale ve Kıbrıs maratonlarını yüzer. 17 yaşında üniversite eğitimi için Ankara’nın yolunu tutar. Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümü’nde okurken bir inat uğruna nerede olduğunu bile bilmediği Manş Denizi’ni aşmaya karar verir. Bir gün kantinde sigara içtiğini gören Beden Terbiyesi Bölge Müdürü Tuncay Şenyüz’ün “Maşallah! Ne de güzel sigara içiyorsun! Sen böyle mi yüzücü olacaksın? Yok kızım yok. Sen yüzücü olamazsın. Yarın havuza gelme!” diye çıkışması üzerine, “ Hayır bırakmayacağım hem de Manş’ı geçeceğim” der. Ertesi gün soluğu antrenör Kutal Özülkü’nün yanında alır. “Ben Manş’ı geçeceğim, antrenörüm olur musunuz?” diye sorar. Cevap kesindir: “Yarın gel. 10 kilometre aralıksız yüzebilirsen çalıştırırım seni!”. Ayağına kramplar gire gire, tam beş saat aralıksız yüzerek 10 kilometreyi tamamlar. Özülkü’yü antrenörlüğe ikna eder ama asıl iş şimdi başlamıştır.

Dört yıl boyunca aralıksız her gün sabah üç, akşam üç olmak üzere toplam altı saat antrenman yapar. Atılan binlerce kulacın sonunda İngiltere’ye gitmeye karar verilir. Devletten tek bir kuruş dahi almadan, biriktirdiği harçlıklar, annesinin emekli maaşı, 1976’da Manş’ı dünya rekoru kırarak geçen milli yüzücü Erdal Acet ve Adana Demirspor Başkanı’nın maddi destekleri ile İngiltere’ye giderler. 17 ülkeden gelen diğer yüzücüler gibi otelde kalmaya paraları yetmez, mütevazı bir pansiyonda kalıp yemeklerini kendileri pişirirler. İlk antrenmanında tam bir şok yaşar Nesrin Olgun. Adana’nın 30 derecelik suyunda çalışan bir yüzücü için 14 derecedeki su, bırakın yüzmeyi girilecek gibi bile değildir. Nitekim suya atlaması ile çıkması bir olur. Buna da bir çare bulunur, ilk gün otuz saniye, ertesi gün 1 dakika, daha ertesi gün 5 dakika derken Manş’ın buz gibi suyuna vücudunu adapte etmeye çalışır. Nihayet 27 Ağustos akşamı macera başlar. Yıllar sonra o akşama ait duygularını şöyle dile getirecektir: “ Karanlıklar içinde dalgalanan Manş’a dalmış düşünüyorum. Havanın soğukluğundan mı, heyecandan mı iliklerime kadar ürperiyorum. Suların ve dalgaların hışırtısı ile kulaklarım zonkluyor. Dalgalar köpüre köpüre karanlıklara doğru uzayıp gidiyor...” Attığı binlerce kulaca rağmen vücudu suyun soğukluğuna hiç alışamaz. Kendini kaybetmemek için kulaçlarını sayar. 10 saat sonra kıyı görünür, yaklaşık 700 metre vardır ve insanları seçebilmektedir, çok sevinir. En fazla yarım saat daha yüzeceğini düşünürken, kafasını kaldırdığında kıyıdan daha da uzaklaştığını fark eder. Güvenlik teknesine bakar, onların da yüzü allak bullaktır. Saatteki hızı 4 km olan med-cezir dönmüştür ve kıyıya ulaşmasını engellemektedir. Bir ara başaramayacağını düşünüp güvenlik teknesine almayı teklif ederler, kabul etmez. Bedeninin acısına katlanarak, sürekli kulaçlarını sayıp kendini kaybetmemeyi başararak fazladan 34 km ve 5 saat daha yüzüp kıyıya varır.

Kuş uçuşu 33 km olan Manş Denizi’ni geçmeyi dünya çapında yaklaşık o güne dek 5000 kişi denemiştir. Başarılı olanların sayısı 399 dur, bunlardan 50 tanesi kadındır. İşte Nesrin Olgun Arslan henüz 22 yaşında iken bu 50 kadından biri olmuştur. Türkiye’ye bu gururla dönen Nesrin Olgun Arslan’ın spor yaşamı hep mücadele ile devam edecektir. Kadın olması dolayısıyla yüreklendirilmek bir yana engellendiği zamanlar olur. 8 erkek yüzücü ile birlikte Mersin Limanı’na kadar 15 km’lik bir maratona katılır. En yakın rakibini 9 dakika geçerek birinci olur. Ödül töreninde madalya için kürsüye çıkmayı beklerken, ikinci gelen ve Mersin eşrafından tanınmış bir şahsın oğlu olan erkek yüzücü birinci ilan edilir. Gerekçe; erkeklerin arasında tek kadın olarak katıldığı için klasman dışı yarışmış olmasıdır. Annesi, babası ve antrenörü sonuca itiraz ederek basına da yansıyan bir kampanya başlatırlar. Ve Nesrin Olgun Arslan, Manş’ı geçmesinden çok, hakkının yendiği Mersin Maratonu ile yurt çapında adını duyurur.

Nesrin Olgun Arslan için ne kadar güç olsa da Manş’ı geçmiş olmak hayatının kısa bir dönemine ait başarıdır. Oysa o tüm yaşamı boyunca, aldığı eğitimin hakkını vererek binlerce kişiye sporu sevdirir. Onların sadece spor öğretmeni, antrenörü değil samimi ve sıcak karakteriyle Nesrin ablası olur. 2000 erkek işçinin çalıştığı Adana Çimento Sanayii’nde, başvuran erkek adayların arasından seçilerek 12 yıl boyunca spor uzmanı olarak çalışır. 4000 çocuğa yüzme öğretir. 1999 yılında kendi isteğiyle emekli olur ama evde oturmanın kendisine göre olmadığını anlaması sadece bir ayını alır. Başkent Üniversitesi Başkent Okullarında Spor Koordinatörü olarak göreve başlar. Armada Spor Kulübü’nü kurarak, Adanalı kadınlara yaşam boyu spor yapma alışkanlığı kazandırabilmek için çalışır. Yetmez, 2015 yılında Manş Denizi’ni yüzerek geçen ilk Türk kadın takımının kaptanı olur ve 16 saat 44 dakikalık bir derece ile tarihe bir kere daha adını yazdırır. 2016 yılında ise kaptanlığını yaptığı Çılgın Türkler Kadın Yüzme Takımı, Capri Adası’ndan başlayıp Napoli Baia’da son bulan 36 km’lik rotayı geçen ilk Türk takımı olur. Takımı, 10 saat 56 dakikalık derece ile aynı zamanda “En İyi Kadın Takımı” unvanını da alır.

Nesrin Olgun Arslan, şimdilerde yetiştirdiği ve sporu sevdirdiği binlerce öğrencisi, bir değil birkaç yaşama sığabilecek anıları, sevgili eşi, İpek ve Masal adlı torunları ile mutlu bir hayat sürüyor. Ama iç sesim maceranın burada bitmeyeceğini söylüyor. İçinde bir çocuk heyecanı barındıran konuşma tarzı, pırıl pırıl bakan gözleri ve durağanlığı ölümle özdeşleştiren yaşam mottosu ise iç sesimi doğruluyor.

Özlem KEKEÇ BÜLBÜL

16 Ocak 2021 Cumartesi

Dekota (foreks) Nedir ? 

 Dekota (foreks) Nedir ? 





 PVC hammaddesinin içine kimyasallar homojen bir biçimde karıştırılarak çekme veya dökme hattında üretilen levhalardır. Bu işlemin yapılmasında ki amaç malzemenin yoğunluğunu düşürerek birim başına kullanılan PVC miktarını azaltmak, böylelikle kaynakları daha doğru kullanmaktır. PVC foam levhalar piyasada dekota yada foreks olarakta bilinirler.Tam Türkçe karşılığı köpük PVC levhadır. Hafif bir malzemedir.Dolayısıyla işleme,taşıma ve istifleme rahatlığı sunmaktadır. Malzemenin özgül ağırlığı düşürüldüğü için de sert pvc ye göre çok daha ekonomiktir. Rijit daha işlenebilir, daha uzun ömürlüdür. Uzun ömürlüdür, taşıması, işlemesi kolaydır. Yüzeyleri düzgündür. Darbeye dayanıklı malzemelerdir. Malzemenin Uygulama Standardı; Vidalanabilir, Yapıştırılabilir Testere ile kesilir Fotoğraf kaplanabilir Isıtılarak şekil verilebilir Baskı teknikleri uygulanabilir 3mm’e kadar zımba ile delinir Malzemenin Uygulama Alanları; Ara bölme Etiketleme Satış standı Sağlık sektörü Mobilya sektörü Tanıtım sistemleri İç mekan giydirme Mağaza içi tasarım Dijital ve serigraf baskı Malzeme Mevcut Ölçüleri; Kalınlık : 1mm – 19mm Renk : Beyaz, Siyah Ebatlar: 122cmx244cm, 122cmx305cm, 156cmx305, 200cmx300cm Görsel ve Yazı ALINTIDIR.

9 Ocak 2021 Cumartesi

AHMET DEDE YATIRI

 YIL1955 .

İstanbul’da bir sokak umuma açık tuvalet gibiydi. Bahçe duvarları nedeniyle her taraftan görülmeyen sokakta gelen geçen küçük tuvaletini duvarlara yapıyordu..

3 numaralı evde oturan emekli İhsan Ergün beyin eşi Makbule hanım, gelen misafirlerine dert yanıyordu..

“Yoldan geçenler küçük abdestini bahçe duvarına yapıyor. Belediyeye başvurduk.. Buraya işemeyiniz diye levha astırdık ama hiç faydası olmadı.. Bu bizi çok rahatsız ediyor.”

Misafirlerin arasında bulunan İhsan beyin yeğeni mühendis Namık bey ayağa kalktı, “Ben bu işi hallederim” dedi ve aşağıya indi..

Hemen kazma kürekle işe soyundu..

Yere mezara benzer bir tümsek yaptı..

Duvardan taşlar alarak tümseğin çevresini çevirdi..

Etrafındaki ağaçlara bezler bağladı..

Yukarı çıktı “Tamam bu iş oldu” dedi..

Gerçekten de o günden sonra kimse sokağa işemiyordu..

Hatta gelen geçen mezar görünümlü tümseğin başında dua ediyordu..

Mahalledeki kadınlar da ağaçlara bez bağlıyordu..

Aradan yıllar geçti..

Bir gün yan komşu Zafer hanım panik halinde Makbule Hanımı ziyaret etti..

Nefes nefese rüyasını anlattı..

“Ak sakallı bir dede gördüm.. Ben İhsan beyin bahçesindeki mezarda yatan Ahmet Dede’yim, mezarın üzerine ismim yazılı bir taş dikin dedi.”

Makbule hanım renk vermedi..

Rüyayı duyan mahalleli hemen bir taş yaptırdı..

Üzerine şunu yazdılar..

“Ahmet Dede Ruhuna El Fatiha.”

Gel zaman, git zaman belediye bu olaya el attı..

Sözde mezarın etrafını çevirdi..

Mermer taş koydu..

Üzerine yazdı..

“Ahmet Dede ruhuna el fatiha.”

Orası artık bir yatır olmuştu..

*. *. *

Ahmet Dede yatırı bugün İstanbul’un Kartal semtindeki en işlek sokağında..

Ekim Sokağı her gün onlarca ziyaretçi çekiyor..

Dualar okunuyor, dilekler tutuluyor..

Ahmet Dede hürmetle anılıyor..

Kısacası işenmemesi için yapılan bir sahte mezar bugün kutsal bir yatıra dönmüş durumda..

*. *. *

Bu olayın canlı şahidi emekli kıdemli albay Hasip Uras’tı..

Ufuk Uras’ın babası..

1955 yılında İhsan Ergün beyin evindeki o misafirlerden biriydi..

Sahte yatırın yapılışını gözleriyle görmüştü..

Emekli olduktan sonra hacca giden Hasip Uras, bu olayı kitap haline getirmeyi planlamıştı..

Ama ömrü yetmedi..

2008 yılında vefat etti..


@lıntı...

8 Ocak 2021 Cuma

Kaoru Ishikawa Kimdir? Hayatı ve Felsefesi

 


Kaoru Ishikawa

     Kaoru Ishikawa

Japon bir işletme profesörü olan Kaoru Ishikawa(Japonya, 1915 - 1989).

Katkısı şirketteki sürecin değerine uygun kalite sistemlerinin uygulanması olan kalite kontrol konusunda gerçekten uzmandı. 

Bu teorisyen kalitesi iki tür içeriyordu: yönetimsel ve evrimsel. Sanayide işlemlerde sorunların nedenlerinin bilimsel olarak analiz edilmesinin babası olarak kabul edilir ve grafikleri sorunların tüm nedenlerini kategorilere ayıran Ishikawa diyagramına isim verir.


Geniş endüstriyel geleneğe sahip bir ailede eğitim gören Ishikawa, 1939'da Tokyo Üniversitesi'nden kimya dalında mezun oldu. 1939'dan 1947'ye kadar endüstride ve orduda çalıştı. Doktora derecesini Tokyo Üniversitesi'nden mühendislik dalında aldı ve aynı üniversitenin mühendislik bölümünde ders vererek 1960 yılında profesörlüğe terfi etti.Deming Ödülü'nü almaya ve ASQC'den (Amerikan Kalite Kontrol Derneği) bir ödül almaya hak kazandı. 1989 yılında öldü.

Ishikawa için kalite kontrol, "tüketici için en ekonomik, en kullanışlı ve her zaman tatmin edici olan kaliteli bir ürünün geliştirilmesi, tasarlanması, geliştirilmesi ve sürdürülmesi" nden oluşmaktadır.

Felsefesi, kuruluşun tüm seviyelerini hedefleyen, Kalite Eğitim Planını (eğitimi tekrar tekrar tekrar etmenin gerekli olduğu amacı doğrultusunda) uygun bir şekilde yapılandırması için gerekli olan kalite kontrolüne dayanmaktadır. hedefleri kuruluşun stratejik hedeflerine karşılık gelmelidir.

Ishikawa'nın Katkıları

Sebep-sonuç diyagramının veya Ishikawa'nın dikeninin oluşturulması.Kaliteli araçların önemini gösterdi.Kalite çemberleriSüreçlerin sürekli iyileştirilmesine odaklanın.

ŞEMA NEDEN ETKİSİ

Ishikawa diyagramı olarak da adlandırılan,diyagram neden ve etki vardır : yapısı, aynı zamanda dönmesini gelmiştir bir diyagramdır.balık kılçığı , basit bir grafik gösterimi oluşur ilişkisel bir tür olabilir Yatay düzlemde bir çizgi olan merkezi omurgayı incelemek ve sağa doğru yazılan sorunu temsil etmek.

Kalite özelliği ile varlığına katkıda bulunan faktörler arasındaki ilişkiyi yansıtan grafiksel bir yöntemdir. Sorunların nedenini bulmakta fayda vardır.

KALİTE YÖNETİMİ İÇİN 7 TEMEL ARAÇ


  1. Süreç (süreci anlamak için gerekli birkaç kodu kullanarak mümkün olan en basit şekilde tanımlanmış işlemin adım veya noktalarının bir şemasıdır).
  2. Kontrol sayfaları (süreçte kullanılan frekansın yanı sıra atfettiği değişkenler ve kusurlar anlamına gelir).
  3. Histogramlar (değişkenlerin grafiksel vizyonu).
  4. Pareto analizi (problem sınıflandırması, tanımlanması ve çözümü).
  5. Sebep ve sonuç analizi veya Ishikawa diyagramı (analiz edilecek problemlerin ana faktörünü arar).
  6. Dağılım diyagramları (ilişkilerin tanımı).
  7. Kontrol çizelgeleri (ölçüm ve varyasyon kontrolü).

KALİTE DEVRELERİ

Kaliteli daire kullanılan bir uygulamadır veya tekniktir yönetim ait kuruluşların gönüllü çalışmanın bir grup, çalışma performansı kendi alanlarında tanımlanan sorunlara çözüm bulmak için bir araya veya onun konumunu karakterize eden bazı yönlerini geliştirmek için hangi çalışması.
Bu grupların sonuçları ve sonuçları, onları analiz eden ve inceleyen, onaylanıp karar vermeyen ve bunları gerçekleştirmeleri için kaynak sağlayan kendi uygulamalarına ilişkin karar ve sorumluluk sahibi kişilere iletilir.

Yukarıda tarif edildiği gibi asıl yarar, tespit edilen sorunların çözümü veya çoğu durumda üyelerin işleri üzerinde olumlu bir etkisi olan işlevsel bir alanın iyileştirilmesidir.

Ayrıca, doğru şekilde uygulandığında, şirketin insan kaynakları hakkında farkındalığı, entegrasyonu ve iletişimi arttırmak için iyi bir araç .

Balık Kılçığı/Neden-Sonuç Diyagramı

1943 yılında Ishikawa tarafından ilk kez kullanılan diyagram, sonuçları ortaya çıkaran sebepleri tespit etmek, görselleştirmek ve üzerinde çalışmalar yapabilmeyi amaçlar. Genellikle ürün tasarımı yaparken ve kalite hatalarının engellenmesinde kullanılır.

Balık Kılçığı Diyagramı

Kaoru Ishikawa ve Temel İlkeleri

Ishikawa’nın kaliteyi artırmaya yönelik etkinliklerinin arkasında 3 temel fikir bulunmaktadır. Bu fikirler:

  • Kurumun gelişmesine ve iyileştirilmelere katkıda bulunmak,
  • İnsanlara saygı duymak ve yaşamaya değer, mutlu ve huzurlu bir işyeri oluşturmak,
  • İnsanların yeteneklerini göstermesi için fırsatlar tanımaktır.

Ishikawa bu fikirlerinin uygulanmasında yardımcı nitelikteki maddeleri;

  1. Kişisel gelişim,
  2. Gönüllülük,
  3. Grup çalışmaları,
  4. Çalışmalara aktif katılım,
  5. Kalite kontrol tekniklerinden faydalanma,
  6. Çalışma ortamıyla ilgili etkinlikler,
  7. Kalite kontrol etkinliklerinde canlılık ve süreklilik,
  8. Karşılıklı gelişim,
  9. Özgürlük ve yenilikçilik,
  10. Kalitenin, problemlerin ve gelişimin farkında olmak

olarak sıralamıştır.

SIĞIR KUYRUĞU MUCİZESİ


 

Süleyman Demirel Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğr. Üyesi Dr. Ulvi Erhan EROL, çevre peyzajı çalışmalarında havadaki kötü gazları tutma özelliğine sahip Sığırkuyruğu (Verbascum) bitkisinin tercih edilmesini önerdi...

Birçok bahçe tasarımı projesinde yer alan ve başarılı çalışmalarıyla çeşitli ödüllere layık görülen Dr. EROL, AA muhabirine, Sığırkuyruğu bitkisinin doğanın kendisini onarması açısından çok önemli bir bitki olduğunu söyledi.

Bu bitkinin Avrupa'daki alışveriş merkezlerinde 3-4 Avro fiyatla satıldığını belirten Erol, "Sığırkuyruğu, atmosferimizi ve oksijenimizi koruyan, trafiğin yoğun olduğu yerlerde egzoz arabaların gazlarını tutan, kendi kendine yetişen bir bitkidir. Koyu yeşil ve sarı yaprakları bulunan bu bitki, çok sıcak alanlarda sıcaklığı tutar ve kurak alanlarda suya ihtiyaç duymadan yetişir." dedi.

Erol, Sığırkuyruğunun peyzaj özelliğinin olduğunu, gelecek nesiller için korunması gerektiğini vurguladı.

İnsanlar ve doğa için savaşıyor

Bitkinin sarı çiçeklerinin ilkbahardan itibaren dikkat çekici olduğuna, biyolojik çeşitlilik açısından önemli olduğuna işaret eden Erol, şunları söyledi:

"Sığırkuyruğunu kent içlerinde yol boyunca kullanırsak, egzoz gazları ve diğer ağır gazları yapraklarında tutar. Kökleriyle toprağı temizler ve daha verimli hale gelmesini sağlar. İnsanlar ve doğa için savaşan bir bitki.

Peyzaj için kullandığımız mevsimlik bitkiler yerine sığırkuyruğunu tercih etmeliyiz. Restore etme kabiliyetine sahip. Bu bitkiler su istemezler, sadece yağmur sularıyla idare ederler. Budama, gübreleme, çapalama istemezler. Böylece hem toprağı koruma altına almış hem de trafiğe yakın alanlarda egzoz gazlarındaki ağır materyallerden korunmuş oluruz. Peyzajda bu bitkiyi kullanırsak ülke ekonomisine de katkıda bulunmuş olacağız. Sığırkuyruğu bitkisini ekonomimize kazandırmalıyız."

Erol, egzoz gazlarından temizleyici özelliğine sahip bitkinin, tüm park sistemlerinde kullanılmasının sağlık açısından önemli olduğunu sözlerine ekledi.

Erol'un alanındaki ödülleri

Türkiye, ABD, Almanya, Meksika, Irak ve Kazakistan'da peyzaj projeleri geliştiren ve uygulayan Erol, Almanya'da yaptığı "Ters Türk Bahçe tasarımı" ile 81 ülke arasında gümüş madalya ve 2013'te Dünya Bahçeleri Yarışması'nda "Uluslararası Tanınırlık ve Hamgurg Valisi Özel Ödülü"ne layık görüldü.

Erol, geliştirdiği "Akıllı Park Projesi" ile 2010 yılında "Jüri Özel Ödülü" aldı.Ayrıca Sığırkuyruğu bitkisi projesiyle 2019 Çevre Özel Ödünü aldı.

Tohum ve Toprak Dostluğu grup sayfasina tesekkurler...


O BENİM CUMHURBAŞKANIM OLMAYACAK

 


Bekir Çoşkun, Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olduğu zaman;

"O BENİM CUMHURBAŞKANIM OLMAYACAK" dedi.

Bunun üzerine zamanın başbakanı ERDOĞAN, "Tanımıyorsan, istediğin ülkeye GİDEBİLİRSİN" dediğinde, 

"GİDECEK YERİM YOK" cevabını verdi. 

*

Bekir Coşkun'un eşi ANDREE COŞKUN ise, Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün köşesi aracılığıyla, Başbakan Erdoğan'a şu cevabı verdi:


- "Sayın Başbakan, ben Fransız asıllı bir Türk vatandaşıyım ve TÜRK PASAPORTU taşıyorum. Bir Türk’e áşık oldum ve onunla evliyim. Annem babam bu topraklarda öldü. Bu topraklara gömüldü. Ben de BU TOPRAKLARDA ÖLECEĞİM. Bu topraklara gömüleceğim. Sözleriniz içimi acıttı, gururumu çok rencide etti. 

Cevabım şu: HAYIR Sayın Başbakan, bir yere GİTMİYORUZ. BURADAYIZ."


Bekir Çoşkun"un eşi Andree 1990’lı yıllarda TRT’de çalışıyordu.

Bir program çerçevesinde, Ankara’daki yabancı büyükelçilerle de röportajlar yapıyorlarmış. O dönemde Fransa’nın Ankara Büyükelçisi François Dopffer’le konuşmak üzere İstanbul’daki konsolosluk rezidansına gitmişler.

Andree’nin ailesi Fransa’dan gelip Türkiye’ye yerleşmiş levanten bir aile.

Dolayısıyla Türkçe’nin yanında Fransızca’yı da anadili olarak konuşuyor. 

Büyükelçi "Nasıl bu kadar iyi Fransızca konuşuyorsunuz?" deyince, o da "Ailem Fransız asıllı" demiş.

Bunun üzerine Büyükelçi Dopffer, 

"Biliyorsunuz ÇİFTE VATANDAŞLIK hakkınız var. Belgelerinizi getirirseniz, size ve eşinize FRANSA VATANDAŞLIĞI veririz" 

demiş.

Andree, şu cevabı vermiş:

"Ben buradaki hayatımdan çok memnunum. Çok mutluyum. Eşim gazeteci. ÇİFTE VATANDAŞLIĞA İHTİYACIMIZ YOK."

*

Evet, Başbakan Erdoğan’ın, "Tanımıyorsan çek git" dediği Bekir Coşkun ve eşi Andree Coşkun böyle insanlar..


(Tuncay Erciyes) /  Alıntı

2 Ocak 2021 Cumartesi

DERVİŞLİK YAPIP, NAMAZ KILDIRAN İNGİLİZ AJANININ HATIRALARI 

 




Önce Türkçe öğrendi, sonra dinini, kılığını ve adını değiştirdi. Adı Arminius Vambery idi, Türklerin arasına Reşid Paşa adıyla karıştı. Devletin en üst makamlarının arasına karıştı. Sultan Abdulhamidle dostluk kurdu. Güvenini kazandı. Anadolu ve Ortaasya seyahatine çıktı. Artık o bir derviş idi... Tam 4 yıl Osmanlı topraklarında kaldı. Osmanlıcayı mükemmel denebilecek kadar iyi konuşuyordu. Hiç kimse ondan kuşkulanmadı. Herkes tarafından büyük saygı ve ilgi gördü. Ta ki, yıllar sonra Londra'ya döndükten sonra anılarını yazınca deşifre oldu. İngiliz casusu idi!... Anılarında şunları yazıyordu. "Derviş kimliğiyle aralarına girdim" - Eğer hakiki hüviyetim meydana çıkmış olsaydı, değil burada, Osmanlı Sefarethanesi'nin has itibarlı misafiri olabilmem, hayatım dahi tehlikede kalırdı. - Ben Reşid Efendi, sefirin has misafiri ve dostu olarak, bu Türk hacıları nezdinde gün geçtikçe itibar sahibi oluyordum. - Öyle saf ve mert insanlardı ki, kendi hayatlarında yalan söylemedikleri için, hiç kimsenin, ne sebeple olursa olsun yalan söyleyebileceğine, hele, hakiki hüviyetini saklayacağına asla ihtimal vermiyorlardı. - Türkler en mert, saf ve güvenilir insanlardır. Muhataplarını da kendileri gibi bilirler ve her söylenene itimat ederler. Bilhassa dini ve manevi bahislerde kimsenin yalan söyleyeceğine asla ihtimal vermezler. - Benim tam bir derviş hüviyet ve şekli içinde ve alıştıkları üslup ve hususiyetlerle aralarına girdiğim Türkmenler, kısa zamanda öylesine bağlandılar ve inandılar ki, kazancımı tarif edemem. - Birçok hastalar benden iyi nefes istiyor, bazısı hekim olduğumu zannederek tedavilerinin yollarını araştırıyorlar, bazısı ilaç yapmamı rica ediyorlardı. - Ve, ancak sorulan suallere cevap verdim. - Binlerce kadın, çoluk çocuk, kız, ihtiyar, genç etrafımızı aldılar. Birbirinin üstüne yığılmış bizi görmek, sevap olur diye ellerini üstümüze sürmek, ellerindeki testilerinden bizlere birer yudum içirdikten sonra bu suyu her derde şifa olarak saklamak, hayır duamızı almak için rahat nefes aldırmaz olmuşlardı. - Türkmenlerin hepsi İslam'dır. Yalnız dinini de hakki manasıyla bilmezler. Birkaç kelime din konuşan başlarına imam olur. Ben de onu yaptım. Kaynak: İngiliz casusu "Vambery'nin Günlükleri"