Su uyur, düşman uyumaz. Mucizevi özellikte ki şeffaf perde ne zaman aralanacak. Biliminsanları suyun bilinmeyenlerini bulabilecek mi?
Su, canlılar için vazgeçilmez bir maddedir. İnsan vücudunun yaklaşık yüzde 70’i, denizanası gibi bazı canlıların yüzde 98’i sudan oluşuyor. Buna karşın bazı bitkilerde bu oran düşüktür, örneğin bir buğday ya da fasulye tanesindeki su oranı ise sadece yüzde 10’dur. Yaşam için bu denli önemli olan su, maddenin üç hali olan sıvı, katı ve gaz halinde bulunabilir. Bu kadar yaşamsal önemdeki suyun, canlı vücudundaki belli bir oranın altına düşmesi sonucunda, aynen su kaybının çok fazla olduğu kolera, diyare ve benzeri hastalıklarda olduğu gibi, ölüm söz konusu olur.
Canlıların ve özellikle de insanoğlunun yerküredeki yayılışı, suyun varlığı ile ilişkilidir. Nerede su kaynağı varsa, insanoğlu orayı yerleşim alanı olarak seçmiştir. Suyun çok yönlü özelliklerinde, sahip olduğu molekül yapısının önemi büyüktür. Bu moleküllerin karşılıklı etkileri ile suyun her geçen gün yeni bir özelliği ortaya çıkıyor ve yapısı ile ilgili her gün yeni bir sürprizle karşılaşılıyor. Bütün bunlara karşın bu güne kadar suyun daha bilinmeyen kırk özelliğinin olduğu ve bunların açıklanamadığı bilinmektedir.
Canlı Su
Son yıllarda en çok tartışılan konuların başında gelen bazı sorular üzerinde durulacaktır. Bu soruları aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür:
• Su kimyasal bir bileşik midir?
• Yoksa bir belleği, hatta bir ruhu var mıdır?
Normal su canlı ya da dinamik yapılabilirse, ilk durumuna geri getirilebilir. Bu da şu anlama gelmektedir:
• Sudaki mineral ve iz elementleri ona bağlanmıştır.
• Suya bağlanan kalkerin yapısı değişebilir;
• Su enerjik olarak yüksek değerlidir;
• Su bazik olarak etki yapar.
Suyun canlı olabilmesi, musluk suyunun çıktığı ortamdaki, yani kaynak, yüzey suyu ya da çeşmeden aktığı duruma, yani basınca maruz kalmadığı haldeki durumuna döndürülmesi mümkündür. Bu amaca ulaşabilmek için, suyun belleğinden yararlanılır. Burada musluk suyu doğal ve böylece enerjik olarak yüksek değerli suya eşdeğer doğal frekanslara tabi tutulur. Belleği nedeniyle su doğal yapısını alır ve canlanır. Canlı suyun kullanımı, kullanıcı ve tüketiciye birçok avantaj sağlar.
Suyla ilgili araştırmalar yıllardan beri yoğun tartışmaları da beraberinde getirerek sürdürülmektedir. Bu bağlamda son günlerde gündemi meşgul eden konu, suyun sadece bir kimyasal bileşik olmadığı, aynı zamanda bir belleğinin de olup olmadığı, hatta bir ruh taşıyıp taşımadığıdır. Suyun belleği olduğu ile ilgili ilk tartışmalar 1988 yılında başlanmıştır. Nature dergisinde çalışan Jacques Benveniste adlı Immunolog bir araştırıcı, çok inceltilmiş sıvılarla araştırmalar yapıyordu. Bunlar kan hücrelerine ancak, içlerinde hiçbir etkin molekül olmadığı zaman etki yapabiliyorlardı. Eğer bu gerçekleşirse, sanki içlerindeki su, bir kez molekül görmüş gibi davranıyordu. Bu düşünce dünyada Hömopati ile uğraşanların sevinmelerini de beraberinde getirmişti. Bu sonuç onları coşturmuştu; çünkü bunu savlıyan kişi saygın bir biliminsanıydı. O da hömopatiyle uğraşanların düşüncelerini destekliyordu. Çok yüksek gizil güce sahip olan su, herhangi bir içerik maddesi olmaksızın, biyolojik bir etki gösterebiliyordu… Bunun üzerine Nature dergisinin şef redaktörü olan John Maddox, bir sihirbaz olan James Randi ve sahtecilik uzmanı Walter Stewart ile birlikte Paris’e giderek, yapılan araştırmaları yerinde görüp incelemiştir. Bu üçlünün verdiği raporda araştırmaların yürütüldüğü laboratuvardaki koşulların tatminkar olmayışı nedeniyle, böyle bir sonuca varılmasının mümkün olamayacağı ifade edilmekteydi. Böylece Benveniste’nin görüşlerinin boş olduğu ve savlarının şarlatanlıktan öteye geçmediğinin kabul edilmesi gerektiği üzerinde durulmuş; en azından bu kişinin doğru ve temiz bir araştırmacı olmadığı görüşüne varılmıştı. Tüm bunların sonucu olarak Fransız araştırıcı şiddetli bir savunmaya geçmiş; ancak bu sonuçtan sonra çok sayıda biliminsanı ve meslektaşı, ondan kısa sürede uzaklaşmıştı. 1992 yılında Benveniste’nin Inserm’deki bölümü kapatılmış ancak o özel bir laboratuarda çalışmalarını sürdürmüş ve saf moleküler bilgilendirme konusu ile ilgilenmeye başlamıştır. Moleküler çözeltilerin elektromanyetik ışınlanmasını dijital ortamda ortaya koymuş ve bilgisayarındaki bir sound kartı ile saf ve muamele edilmemiş suyla uğraşmaya başlamıştır. O suyun bir ses alma aygıtı gibi moleküllerin bilgilerini kaydedebildiğinden emindi. Ancak bu arada Nobel ödüllü bir fizikçi olan Georges Charpak devreye girerek, suyun belleğinin olup olmadığı tartışmasına son noktayı koymak üzere, olaya el atmıştı. Charpak, Benveniste’ye bir dizi deney yapması önerisinde bulunarak, bunların yürütülmesi sırasında gözlemek istediğini de belirtmişti ve gözlemleri sonucunda bu deneylerin tamamen rastlantıya dayanan etkiler gösterdiğini belirlemişti. Benveniste bunun üzerine laboratuarına karşı sabotaj yapıldığına hükmediyor ve şüphelendiği çalışanlarının işine son veriyor ve başarısızlığı için yeni yeni kılıflar ve nedenler üretiyordu. Bir yıl sonra Charpak, Benveniste’nin suyla ilgili manüpulasyonlarından yeterince aldığını ve sonuçlarının ancak etkin olmadığını yazarak, 1995 yılının sonunda olayın kendisi için önemsiz olduğunu gördüğünü ve Benveniste’nin sonuçlarının hiçbir bilimsel temele dayanmadığını belirterek, durumu kamuoyuyla paylaştığını belirtmiş ve büyük sukutu hayale uğradığını vurgulamıştır. Böylece suyun belleği olduğuna özgü ilk varsayımlar taraftar bulamadan gündemi terk etmişti.
Farklı su kaynakları neden farklı resimler veriyordur? Suyun içindeki gizlerin resmi mi vardır?
Stuttgart Üniversitesi “Hava ve Uzay Yapılarının Dinamik ve Statiği “Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Bernd Kröplin ve çalışma arkadaşları steril enjektörlerle çok çeşitli bölge ve renkte su örnekleri almış ve lam üzerinde bunların buharlaşmasını sağlamışlardır. Lamlarda geriye, su içinde bulunan mineral, bitki özsuyu ve diğer madde çöküntüleri kalmıştır. Bu artıkların resmi çekildiğinde ise oluşan renk cümbüşünü ve her çeşit suyun başka bir görünüşü olduğunu resmederek belirlemişlerdir. Kröplin her damla suyun başka bir resim verdiğinden hiç şüphe etmemiştir. Bunları, suyun içindeki gizlerin resmi olarak ifade etmiştir. Farklı bölgelerden alınan su örneklerindeki bu çeşitlilik araştırıcıların, suyun bazı bilgileri depolayabildiğini, buharlaştıktan sonra geride farklı şekilde yapılar bırakabildiğini belirtmesine neden olmuştur. Bu durum Kröplin’in suyun bir belleği olabileceği görüşünü belirtmesine yol açmıştır. Araştırıcı, suyun insanlara tepkime verdiğini ve belli bir duyuya sahip olduğunu ve hatta başka sularla iletişim kurabildiğini ileri sürmüş ve tartışmalara neden olmuştur. Bu bağlamda karşıt görüşte olan bazı araştırıcılar, bu görüşlerin temel bilimlerle hiçbir şekilde izah edilemeyeceğini savunmaktadırlar.
Bazı biliminsanları da Köplin’i doğrular nitelikte çalışmalar yürütmüş ve suyun biyoloji, fizik ve kimyadaki kuramlar çerçevesinde davranamayacağını belirtmişlerdir. Örneğin, İsviçre Teknik Üniversitesi’nden Thomas Koop hiçbir sıvının su gibi ekstrem derecede anormal olamayacağını ifade etmektedir: Örneğin, “su +4ºC derecede en yüksek yoğunluğa sahiptir. Donma noktasına kadar soğutulursa, genleşecektir. Kışın izole edilmeyen su borularının patlamasının nedeni de budur”, demektedir. Su bu şekilde kırkın üzerinde fiziksel anomali göstermekte ve bugüne kadar da doğa bilimsel olarak açıklanamamakta ve suyun her zaman yeni yeni fanteziler üretebileceği mucizelere yol açması mümkün görülebilmektedir.
Suyun hafızası (=belleği) var denince suyun yapısının herhangi bir şekilde farklılaşmasından sonra, eski haline dönebilir olması akla gelmektedir. Bu olay doğada çok önceden beri bilinmektedir; ama ancak 2002 yılında İsviçreli kimyacı Lois Rey tarafından kanıtlanmış ve Paris Denis Diderot Ünivesitesinden R. Visoceas’ca onanmıştır. Eczacı Franziska Schmidt ve Leipzig Ünversitesi Eczacılık Enstitüsünden Prof. Karen Nieber’in hayvan dokusu ve içinde belladona çözeltisi olan suyla yaptıkları deneyler, suyun belleği olduğunu aynı şekilde kanıtlamıştır. Bugün suyun belleği olduğu görüşü bazı biyolog, fizikçi ve kimyacılar tarafından kabul görmektedir; ancak bunun nasıl olduğuna özgü soru açıklanabilmiş değildir.
Dr.Masaru Emoto |
Fransız bilim adamı Dr. Jacques Benveniste, araştırmalarda DNA hücrelerinin belli bir frekansta foton (ışık) yaydığını, farklı hücrelerin farklı frekansta titreştiğini, farklı titreşimdeki iki hücre yan yana geldiğinde yeni bir frekans oluşturup birlikte bu frekansta titreşmeye başladıklarını ve elektro manyetik dalgalar ile bir çağlayan yaratıp ışık hızında yolculuk ettiğini keşfetmiş. 1980′lerde başlattığı çalışmalarında suyun hafızası olduğunu anlamış. Suya bir madde ekleyerek bunu 1 milyon kez sulandırmış ve özel bir alet ile aşırı hızda karıştırarak o maddenin yok olacağını tahmin etmiş ama hala maddenin suda mevcut olduğunu görünce deneylere defalarca milyonlarca kez daha sulandırarak devam etmiş. Ancak ne kadar sulandırsa da suyun içine en başta eklenmiş olan maddenin yok olmadığını tespit etmiş. O zaman suyun yüklenen maddeyi bir şekilde hafızaya kaydettiğini anlamış. Bir başka deneyinde suya bir zehir yerine sadece zehirin frekansını yüklemiş ve aynen zehirin kendisi eklenmiş gibi içine koyulan sinekleri öldürdüğünü tespit etmiş.
Benvenistenin araştırmalarını şüphe ile karşılayan Queens Belfast üniversitesi Profesörü Madeleine Ennis Avrupa ülkelerinde yelpazelenen bir araştırma grubuna katılmış. Fransa, İtalya, Belçika ve Hollanda'dan oluşan ekip Profesör M. Roberfroid tarafından koordine edilmiş. Belçika Katolik Üniversitesinde, Benvenistenin kullandığı orijinal deneyin daha rafine edilmişini kullanarak, yapılan uygulamayla ilgili her dört laboratuardaki bilim adamları deney solüsyonlarının içinde ne olduğunu bilmeden çalışmışlar. Hatta tüplerin bazılarında sadece saf su varmış. Tüm deney bağımsız bir bilim adamı tarafından koordine ediliyormuş. Bu kişi tüm solüsyonları kodluyor ve bilgiyi topluyormuş ama deneylerde bil-fiil çalışmıyormuş, bu yüzden yalan ve dolana yer kalmamış. Yapılan tüm deneyler Benveniste'nin sonuçlarını desteklemiş. Benveniste buna karşılık "12 sene önceye, bizim başladığımız noktaya gittiler" demiş. Benveniste ayrıca "Biyokimyevi maddelerin yaydığı sinyal kaydedilip internet aracılığı ile dünyaya yayılabilir ve bu sinyal biyolojik hücreleri sanki gerçekte o madde varmış gibi etkileyip değişim yaratır" demiş.
Unutmayalım ki; insan bedeninin %85′i sudur. Düşüncelerimiz ve konuştuklarımız bedenimizdeki suya kaydedilir ve o kalitede yaşarız. Şeklimizi, sağlığımızı ve hayatımızı biz oluştururuz. Yaşam muhteşem bir enerjisel danstır, frekansların uyumu, birleşmesi, çatışması, iç içe geçmesi, aşağı-yukarı, sağa-sola, zıt yönlere dalgalanmasının dansı.
"İÇİNDE SU OLAN ŞİŞENİN ÜSTÜNE YAZILMIŞ VEYA SÖZEL SÖYLENMİŞ OLAN SÖZCÜKLER, DÜŞÜNCELER, SUYA ÇALINMIŞ OLAN MÜZİK VEYA OYNATILMIŞ FİLM İLE SUYUN YAPISAL ÖZELLİĞİ DEĞİŞİR."
Yaratıcı Japon bilim adamı Emoto'nun çalışmasında somut kanıtlarla insanın titreşimsel enerjisinin, düşüncesinin, kelimelerin, fikir ve müziğin, hatta son yaptığı çalışmalarda suya oynatılan filmlerin dahi suyun moleküler yapısını etkilediğini ispat etmiştir. Su bu gezegendeki yaşamın kaynağıdır. Beden bir sünger gibidir ve hücre denilen, sıvı dolu trilyonlarca odacıktan oluşur. Yaşamımızın kalitesi sıvımızın kalitesi ile direk bağlantı halindedir. Su son derece uyumlu bir maddedir. Fiziksel şekli kolayca bulunduğu ortama adapte olur. Fakat değişen sadece fiziksel şekli değildir, moleküler şekli de değişir. Çevreden aldığı enerji veya titreşimler suyun moleküler şeklini değiştirir. Bu anlamda su sadece görsel olarak çevresel durumu yansıtmaz, aynı zamanda moleküler anlamda da yansıtır.
Bay Emoto görsel anlamda bu moleküler değişimi belgelemekte. Su damlacıklarını dondurup fotoğraf çekme kapasitesi olan bir karanlık alan mikroskobu altında inceliyor. Yapılan çalışmalar çevresel etkilerin suda yarattığı moleküler değişimi açıkça ortaya koymakta. Bay Emoto dünyanın değişik kaynaklarından alınan ve değişik durumlarda olan suyun kristalize şekillerinde birçok büyüleyici farklılıklar keşfetmiş. Akarsulardan ve kaynaklardan alınan su çok güzel geometrik şekilleri olan kristal desenler gösterirken, sanayi ve yerleşimin yoğun olduğu yerlerden alınmış kirli ve toksik su ile su borularında, depolarda bekletilen durgun su damıtılmış olsa bile kesin olarak şekilsel bozukluk ve rast gele oluşmuş kristal şekiller oluşturuyor.
Bu fotoğraflar suyun inanılmaz yansıtmalarını gösteriyor. Canlı ve her duygu ve düşüncemize tepki veren bir madde. Suyun, çevresindeki titreşim ve enerjiyi kolayca kopyaladığı açıkça ortadadır. Su, bir şey söylendiğinde, ona aktarıldığında, anında etkilenmekte.
Fotoğraflardaki dondurulmuş sulara, dondurulmadan önce ya sözel olarak veya şişenin üstüne yazılarak resimlerin altında yazılı kelimeler yüklenilmiş. Su, kelimelerin enerjisini kopyalıyor ve görüntü olarak şaşırtıcı bir şekilde kelimenin manasını yansıtıyor. Kelimelerin enerjisel frekansları suyun moleküler yapısını değiştiriyor. Yapılan araştırmada ayrıca suya müzik çalınmış, film de oynatılmış. Örnek fotoğraflarda kelimelerin ve müziğin etkisini görebiliyorsunuz. Film oynatıldığında korku filmlerinin, şiddet içeren filmlerin kötü bir etkisi olup, şekil bozuklukları yarattığı görülmüş. (Bu yüzden sizlere bu tarz filmleri hiç seyretmemenizi veya mümkünse hiç olmazsa hemen uykudan önce seyretmemenizi tavsiye ederim. Uykudan hemen önce yapılan şeyler bilinçaltına daha çabuk yerleşir ve etkiler.)
Su hücreler arası bilgi alış-verişini sağlar. Bu şekilde var olabiliyoruz. Sizin gün içinde düşündüğünüz ve söylediğiniz her şey tüm hücrelerinizi etkiler, çünkü bedeninizdeki su bunların enerjisini kopyalayıp hücrelere dağıtır. Dolayısı ile siz bir bakıma düşündüğünüz ve konuştuğunuz şeyler olursunuz, bedeninizi de etkilersiniz. "Ben hep hasta olurum." dediğinizde içinizde dolaşan su o kaliteye bürünüp bunu hücrelere iletir. "Beni hasta ediyorsun, seni öldüreceğim" cümlesi yüklenilmiş olan suyun fotoğrafına bakınız. Düşündüklerinizin ve konuştuklarınızın kalitesinde yaşarsınız. Tüm hayatınız ve sağlığınız hücrelerinizde var olan, atalarınızdan aktarılan ve kendi geçmişinizden gelen bedeninizdeki sudaki bilgilerin kaydıdır.
Bir başka örnek var:
Solda "Teşekkür ederim!", sağda "Seni aptal!"
Yandaki resimde Japonya'da iki ilkokul talebesinin, okul için yaptığı bir deneyin sonucunu görüyorsunuz. İki farklı şişeye pişmiş pirinç koyup şişenin birine "Teşekkür ederim!" diğerine ise "Seni Aptal!" diye yazmışlar. Bir ayın sonunda "Teşekkür ederim!" yazılan pirincin renginin sarı ve kokusunun helmelenmiş pirinç gibi olduğunu ve "Seni Aptal!" yazılan pirincin ise simsiyah ve kötü kokulu olduğunu, pirincin bile kelimelerden etkilendiğini görmüşler. Bu deney yayılmış ve dünyada birçok değişik insan aynı deneyi tekrarladığında aynı neticenin elde edildiğini görmüşler. Siz de deneyebilir, farklı kelime veya cümlelerle ne tür netice elde ettiğinizi görebilir, söz ve düşüncenin etkisini bizzat gözlemleyerek yaşayabilirsiniz.
Masaru Emoto'yla ilgili ayrıntılı İngilizce bilgi için:
Masaru Emoto's Website -diary- ve http://www.hado.net/index2.html sayfalarını ziyaret edebilirsiniz.
Masaru Emoto'nun bilimsel çalışmaları, fotoğrafları ile yayınlanmış olan "The Message from Water" isimli kitabında bulunuyor.www.amazon.com'da DVD olarak da bulabilirsiniz.
Bu resim yeniden boyutlandırıldı. Resimin özgün boyutunu görmek için buraya tıklayın. |
http://www.nuveforum.net/1342-kimya/8218-suyun-hafizasi-var/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder