Önde bej renkli takım elbiseli Atatürk'ün yanındaki yiğit adam Şıh Cemil...
Adana baştan başa kan kokuyordu.
Abidin paşa caddesinde tepebağa çıkan ve Ağba Palasa yakın olan, gerek eski adıyla Tan Sinemasının hemen yanındaki sokakta bulunan kilise avlusundaki Zangoç’un evi buna uygun görülmüş ve bütün vahşetli eylemler burada gerçekleştirilmiştir.
Dehşet olsun diye insanların (Türk Müslümanların) boyunları testerelerle kesiliyor, canlı canlı parçalar çengellere geçiriliyor, vücutlarından canlı canlı parçalar alınıyor ve kanları kiliseden dışarıya açılan bir kanalla Abidin Paşa’ya oradan küçük saat’e akıtılıyordu. Kadın erkek, çoluk çocuk, genç yaşlı demeden öldürülüyordu. Normalde mabed olan kilise avlusu adeta bir cesetler deposu ve mezarlığı durumuna getirilmişti. İnsan kasabı Ermenilerin esprileri bile ürperticiydi : ”Agop ne kadar çiğ köftelik istiyorsun. Ya sen Sarkis ağa sucukluk mu yoksa pastırmalıkmı istiyorsun?” . Bu ürpertici vahşi esprilerle kasap çengellerine geçirilen Türk çocuklarının vücutları, ölüm sırasını bekleyen diğer masumların gözü önünde parçalanıyor ve işkence metotlarının en ağırı uygulanıyordu.
Bunu yapmakla 31 mart vakasının hemen ertesi günü ( 1905) Adana’da yine kendilerinin çıkardıkları, fakat başaramadıkları İgtişaşta ölen Ermenilerin intikamınıda almış oluyorlardı.
Fransa bu vahşetin hamisi, İngiltere ise seyirci rolündedir. Hami ve seyirci, garp dünyasının bu iki lideri için Adana faciası müebbet bir leke olarak tarihe geçecekti. Candan kandan daha pahalı bir şey vardır. O da; onun değerini bilenler için gününü gün etmek yerine onurlu yaşamak isteyenler için yüce ve pahası biçilmez olan Namus olayıdır. Artık bıçak kemiğe dayanmış, onu aşmış ve iliğe varmıştı. Bu nedenle insanların zihinlerinde büyük bir yer etmiş bizim kuşaklara o günü yaşayanların unutamadıkları ve tarihe “Kaç Kaç” adıyla geçen durum kaçınılmaz olmuştu. Kaç kaç’ın tek yolu ise Obalar Yolu'ydu.Diğer yandan Mustafa Kemal’ in Pozantı’da(Bozantı) yapacağı kongreye gidebilmenin tek bir yolu vardı oda; Obalar Yolu idi. Şimdiki adı ile (AKKAPI)
Gün 5 ağustos 1920 bugün makus talihin yenilenmesi için, iyi yarınlar için Çukurova Halkının toplanacağı bir gündü. Bu nedenle insanlar Pozantı’ ya Obalar yolundan Şeyh (Şıh) Cemil’in güvenli desteği ile kongreye ulaştırıldılar. Mustafa Kemal’ in yanında Fevzi ÇAKMAK’ ta bulunuyordu buda Pozantı kongresinin ciddiyetini dahada büyütüyor ve genişletiyordu. Onun için obalardan buraya varabilmenin heyecanı doruk noktada idi.
Kaç Kaç’ ta kaçan 80 bin Müslüman Türk’e kucak açan ve onları kurtaran, himaye eden bunun yanında Fransız mekanize birliklerini ve Ermeni Lejyon birliklerini durduran ve geri püskürten tek isim olarak şehir savaşını başlatan Mustafa Kemal’in güvendiği isim Şeyh (Şıh) Cemil vardı.
KAÇ KAÇ
1789’da patlak veren 1870 tarihine kadar 81 yıl süren Fransa ihtilalinde bu kanlı oyuna itilmiş olan Fransız halkına askerleri önce kaç kaç diyerek kaçmaya teşvik suretiyle herkesin kaçmasını kolaylaştırıyor, sonrada arkadan açılan sürekli ateşle savunmasız halkı öldürüyorlardı. İşte Adana kaç kaç faciasıda Fransa büyük ihtilalindeki “Kaç Kaç” dramıyla aynıydı. Aynı dram Adana’da oynanıyordu.Kaç Kaç günü Adanalılara kaç kaç deniliyor ve insanların arkasından tüfeklerini ateşleyen sömürge askerleri Müslümanlara kurşun yağdırıyorlardı.
Bu planın baş aktörü doğu birinci tümen komutanı General Düfyo idi.
ŞİDDETLİ ÇARPIŞMALARA HAZIRLIK
10 Temmuz 1920’nin uğursuz Cumartesi günü...Temmuzun nemli sıcağına kan ve barutun ağır kokusu sinmiş. Nefes almak o kadar zorlaşmıştı ki...Bütün Adana ayaktaydı.Tarihlerde bu gün için ayrı bir sayfa açıldı ve adına KAÇ KAÇ denildi.
İşgalin başladığı 18 Aralık 1918 Çarşamba gününden bu güne, esaretin getirdiği acıya ve zulme dayanmaya çalışan Adanalılar, Fransızların desteğinde son zamanlarda azgınlaşan Ermeni çetebaşı ŞİŞMANYAN’a bağlı militanların saldırılarından kurtulmanın telaşındaydılar. Fransızlar ve Ermeni militanlar o günlerde saldırılarını arttırmış, bu yetmezmiş gibi büyük bir katliamın hazırlığına başlamışlardı.
Ünlü MENİL TABURU’nun 26 Mayıs günkü yenilgisini bir türlü hazmedemiyordu Fransızlar.
Fransız İşgal Valisi Bremond ve Doğu Ordusu 1. Tümen Kumandanı General Duffieux (Düfyö), 26 Mayıs günü Pozantı’nın Karboğazı’ndaki çatışmada ellerindeki modern silahlara rağmen Hasan KARAAFAT’ın 40 kişilik Kuvva-i Milliye güçlerine yenilen MENİL Taburu tutuşuyorlardı.
Evet, bu yenilginin intikamı mutlaka alınmalıydı. Kuvva-i Milliye’ye bağlı küçük küçük gruplara bile güçleri yetmeyen modern donanımlı Fransız askerleri ve onların güdümündeki Ermeni çeteleri bu kez halka yöneldiler. Kadınlara, kızlara, küçük çocuklara, eli silah tutmayan yaşlılara saldırıyor, yakaladıklarını süngülüyor, ya da günümüzde Merkez Bankası olan yerdeki Şişmanyan’ın karargahının bulunduğu Kiliseye götürüp burada işkenceden geçirdikten sonra katlediyorlardı....
Fransızlar intikam ateşi ile yanarken, Ermeniler de, sürekli uyguladıkları şiddet ve baskı ile Müslüman çoğunluğu kentten kaçırıp, mallarına el koymak, yapılacak bir plebisitle (Halk oylaması) de Adana’nın bir Ermeni Kenti olduğunu Dünyaya kanıtlamanın gayreti içindeydiler. 10 Temmuz 1920 günü kentte başlatılan dehşet dolu saatler bu planın uygulamasıydı. Kentin çeşitli stratejik yerlerine yerleştirilen Fransız askerleri ile Ermeni militanlar Türk mahallelerini sürekli taciz ateşine tutarken, uçaklarla da bu mahallelere ve güneydeki obalara çivili bombalar yağdırıyor sonra da mitralyözle tarıyorlardı. Ortalık kan ve barut kokuyordu. Sokaklar ceset ve yaralılarla doluydu...
10 Temmuz 1920’de; sabahleyin iki saat kadar süren silah atışları sonrasında Türkler, koltuklarında küçük birer bohça ile OBA yönüne akına başladılar.
Cemil Efendi ve emrindeki kuvvetler Güney bölgesini ilk günden beri İŞGAL’ın dışında tutmayı başarmış, burada gerçekten büyük ve geniş bir GÜVENLİK bölgesi oluşturmuşlardı.
10 Temmuz günü KAÇ KAÇ’a katılan sivil halkın büyük umudu oldu Şeyh Cemil Efendi. Evini, işyerini, çiftliğini terk eden binlerce Adanalı güneye, onun himayesine koşuyordu.
Cemil Efendi, tüm aile fertleri ve emrindeki silahlı güçlerle gelenleri koruma altına alıyor, ağırlıyor, yedirip içirdikten sonra güvenli bölgelere gönderiyordu.
Cemil Efendi, bir kurtarıcıydı artık... O günlerde Çukurova Bölgesi’nin kurtuluş mücadelesini yürüten “Batı Kilikya Milli Kuvvetler Komutanı Sinan TEKELİOĞLU” Obalar bölgesine göç eden halkın koruyucu meleği Şeyh Cemil Efendi’yi bu insancıl davranışı dolayısıyla şu mesajla kutlar; "Oba’da Şeyh Cemil Efendi’ye:
Pek sevilen “Eti” kardeşlerimizin şimdiye kadar milli kuvvetlere olan istek ve saygılarıyla beraber, siz başta gelmek üzere, Adana Türklerine gösterdikleri misafirperverliğe teşekkür ederim. Hepinizin gözlerinden öper Tanrıya emanet ederim... SİNAN"
KUTLU BİR MÜCAHİD
Evet, Adana’nın tarihi olaylarını destansı lirik bir üslupla anlatan Nurettin ÇELMEOĞLU’nun da tanımı ile “Bir Ulu Kahraman”dır Şeyh Cemil Efendi.
Rahmetli gazeteci Yusuf AYHAN’ın dediği gibi “Henüz 30 yaşında bir AKKAPI delikanlısı” iken yüreğine düşmüş kor gibi işgalin acısını çeken vatansever bir halk kahramanıdır O...
O, da babası Molla Mes‘ûd gibi ulu ve kutlu bir kişiydi. Etrafına hem sevgi hem şefkat ve hem de şifa dağıtan ulu bir kişi.Gerçek adı İsa olmasina rağmen; Ermiş olduğuna inanan halk ona Şıh CÊMİ‘ adını takmıştı...
Gelin, o günleri ve bu “Kutlu Mücahid”in kahramanlıklarını, Şeyh Cemil’in çetesinde silah arkadaşı, Salih Dağparçası’ndan naklen anlatan Yusuf AYHAN’ı dinleyelim:
Adanalı hemşehri ve din kardeşlerinin, bu arada Akkapı, Küçükoba, Mirzaçelebi, Bey Mahallesi, Mıdık ve Havuzlubahçe’de oturan on binlerce Türk ve Müslüman’ın Fransız ve Ermenilere karşı can ve namusunu korumak için silaha sarılmaktan başka çare kalmadığına inanan Şeyh Cemil, Akkapı-Yolgeçen Köprüsü’nü kurarak Sinan Paşa’dan silah almaya başlamıştı...
Şeyh Cemil, Akkapı ve çevresinde Sinan Paşa’dan aldığı silahlarla müfrezeler kurarak savunmaya geçerken Yolgeçen ve Bölgesi komutanı Yedek Subay Zeki Baltalı ile bağlantıyı daha da güçlendirmişti.
Şeyh Cemil-Zeki Baltalı kenetlenmesi Toroslara giden yolun garantisi demekti...
...Adana’nın ileri gelen birçok ailesi gibi, çoğunluğu fakir tabakadan oluşan insanlar güvenli bölgelere geçiş yolunu arıyordu. Bütün ümit, bütün güven Akkapı ve çevresinde silahlı kuvvetler meydana getirmiş olan Şeyh Cemil Efendi’deydi.
Akkapı’da böyle bir çete kuvvetinin Şeyh Cemil tarafından meydana getirilerek silahlandırıldığını Mustafa Kemal Paşa da biliyordu. Bu kuvvetleri daha da desteklemek, silah gücünü arttırmak gerekiyordu. Bu amaçla Mustafa Kemal Paşa’nın bilgisi dâhilinde Adana Merkez Cephe Kumandanı Sinan Paşa (Sinan Tekelioğlu) tarafından mümkün olan yardım Yolgeçen Bölge Komutanı Zeki Baltalı’ya yapılıyor, oradan da Şeyh Cemil Efendi’ye aktarılıyordu.
İlk Müfreze:
Şeyh Cemil’in komutasında Akkapı Cephesi için kurulan müfrezede şu vatanseverler vardı.
Salih Dağparçası (Salih Siben), Cerdun Süleyman (Süleyman Carcur), Ali Isı, Küçük Mahmut, Nuraoğlu, Süleyman Çavuş, Alluni Kamil, Habib Şakra, Delibaltaoğlu Şaban, Kebapçı Selim, Parlak Selim, Çelebi Süleyman, Çolak Mehmed, Ayşeoğlu Mehmed, Babür Şahut, Alibabalardan Ahmet, Bayramlardan Mahmut, Bakırsındı Mahallesinden Süleyman Çavuşoğlu, İbrahim, Şeyh Cemil’in kardeşi Ali Nardalı, Şeyh Cemil’in büyük oğlu Mes’ud Nardalı, Mecit Yamanyılmaz, ve kardeşi Selim Yamanyılmaz, Habib Kumral, İşdinler ailesinden Çerkez Hasan, Cibeyra Said, Mehenna Kantar, Şeyh Mustafa mahallesinden Kebapçı Mehmet, Karşıyakalı Hamid, Molla Mahmut Berikol, Mehmet Bahadıroğulları.
İşte bu kahramanlar ve bunlara daha sonra katılan isimsiz kahramanlar düşmana göz açtırmıyor. Cepheden cepheye kanları, canları pahasına vatanı savunuyorlardı.
Bu kahramanlar arasında özellikle Salih Dağparçası ile Cerdun Süleyman büyük yararlılıklar gösteriyor, Büyükdikili üzerinden, Şambayat Köyü’ne oradan da Karahan merkez karargahına geçerek Sinan Tekelioğlu’dan aldıkları silahları yine büyük bir cesaretle işgal bölgelerinden geçirerek Şeyh Cemil’e ulaştırıyorlardı...
Cemil Efendi’nin etrafındaki güç giderek büyüyordu.
Kısa süre içinde sayısı 500’ü geçen bir kuvvete sahip oldu Cemil Efendi.
Cemil Efendi’nin Akkapı’daki konağı o günlerde binlerce, on binlerce kişinin güvenli bir sığınağıydı.
İşgalci güçlerin zulmünden kaçanlar bu konağa sığınıyor, burada günlerce yiyip, içip, yıkanıp paklandıktan sonra koruma altında güvenli bölgelere geçiyorlardı.
Konağın büyük ve geniş bahçesinde kazanlar kaynatılıyor, hem silahlı kuvvetlere hem Kaç Kaç’tan perişan olmuş halka sıcak yemek veriliyordu. Açlar burada doyuruluyor, hastalar, yaralılar burada tedavi ediliyordu. Koca koca kazanlarda 24 saat yemek pişiriliyordu.
Ermenilerin, Fransızların kurşunlarına, süngülerine hedef olmadan kaçabilenler Konağın bahçesine alınıyor, burada dinlendiriliyor, evin arkasındaki hamamda yıkanmaları sağlanıyor, yedirilip içirildikten, yaraları sarıldıktan sonra silahlı korumalar eşliğinde güvenli bölgelere sevk ediliyordu. Şeyh Cemil Efendi gelenlerle tek tek ilgileniyor, onları teselli ediyor, bu kabus dolu günlerin yakında sona ereceğini müjdeliyor, imanlarını ve inançlarını tazeliyordu...
Mustafa Kemal Paşa’yı sever sayardı.
Kurtuluş Savaşı’nın ilhamını direktifini O’ndan almıştı. İşgalin ardından görüştüğü Mustafa Kemal Paşa’dan “Görev” istediğinde Paşa O’na; “Git mahalleni ve hemşehrilerini koru” demişti
İlginç bir rastlantı, Şeyh Cemil 10 Kasım 1955 günü 80 yaşında iken öldü.
Ölümü, Atatürk’ün ölümünün 17’nci yıldönümü gününe rastlamıştı.
O günün il yöneticileri Atatürk’ü anma töreninden çıkıp topluca Cemil Efendi’nin cenaze törenine katıldılar. Büyük bir törenle kaldırıldı bu ulu kişinin cenazesi. Kent yöneticileri, yaşayan silah arkadaşları, ölmüş silah arkadaşlarının çocukları, binlerce Adanalı büyük bir saygıyla taşıdılar tabutunu.
Başta Ulu ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE SILAH ARKADASLARİ VE ADANA'MIZIN KAHRAMANLARINDAN ŞEYH CEMIL NARDALI VE BU VATAN İÇİN MÜCADELE ETMİŞ TÜM KAHRAMANLARİ SAYGI MİNNET VE RAHMETLE anıyoruz ruhları şad olsun...
Nüfus kütüğünde asıl adı İSA olduğu halde, bu isimle tanınmayan Şeyh Cemil NARDALI hicri 1293 yılında (1875) Adana’nın Akkapı Mahallesi’nde doğdu. Babası Molla Mesut özellikle Güney Adana’da etkili ve saygın bir kişiydi. Ailesiyle sakin ve mutlu bir yaşam sürüyorken 43 yaşında kendini Adana’nın kurtuluş savaşının içinde bulan Şeyh Cemil Efendi de babası gibi saygın bir kişiliğe sahipti.
Kurtuluş savaşında büyük yararlılıklar gösterdi. Emrindeki milli kuvvetlerle Adana’nın güney bölgesine işgalcileri sokmadı. Cesur, aynı zamanda hayırsever bir insandı.
Şeyh Cemil NARDALI, 80 yaşında iken 10 Kasım 1955 günü (Atatürk’ün ölümünün 17. yıldönümü günü) yaşamını yitirdi. Cenazesi, kent yöneticileri ile silah arkadaşları ve binlerce Adanalının katıldığı görkemli bir törenle kaldırılarak Akkapı’da toprağa verildi. Törene Adana Valisi Kazım ARAT, Belediye Başkanı Ali SEPİCİ ve diğer yöneticiler katıldı. Cenaze törenine eşi ile birlikte katılan Cephe Komutanı Sinan Paşa (Tekelioğlu) Şeyh Cemil’in tabutunu göz yaşları içinde uzun süre omzunda taşıdı. Mezarı başında duygulu bir konuşma yapan Sinan Paşa herkesi ağlattı. Şeyh Cemil NARDALI’nın adı, ölümünden sonra bir caddeye ve ailesinin bağışladığı bir arsa üzerine yapılan bir okula verildi.