Translate

29 Eylül 2020 Salı

ANASINDAN EMDİĞİ SÜT BURNUNDAN GELMEK

 “Anasından emdiği süt burnundan geldi” deyimini bilirsiniz. Aslında bu sözün nereden çıktığını öğrenirseniz, çok acıklı ve vahşice olduğunu göreceksiniz. Osmanlı İmparatorluğu’nun en korkunç geleneğinden geliyor bu söz. Padişahların, tahta çıkar çıkmaz etrafında ona rakip olacak ne kadar canlı varsa acımasızca yok etmesinden. Osmanlı 1389’da başlayan kardeş katliamını 1603’e kadar 214 yıl kesintisiz ve sistemli devam ettirdi. Bu süre içinde tahta geçen padişahlar kundakta dahi olsalar, kardeşlerini büyük bir soğuk kanlılık ve vahşet duygusuyla katlettiler. Öylesine bir katliamdı ki bu, sadece kardeşlerinin değil, kardeşlerinin karılarını, varsa çocuklarını, amcalarını, onların karılarını ve çocuklarını hatta babalarını öldürmeye kadar vardı iş. Tarihin hiçbir döneminde kendi aile ve akrabasına bu derece bir vahşeti yasalaştırıp meşrulaştırarak sistemli hâle getiren bir başka hükümdarlık görülmedi. Dini çevreler kimi kez cılız itirazlar etseler de genelde bu katliamı ya görmezden geldiler ya da onaylayan fetvalar verdiler. Ayrıca bu katliamı yapan padişahların bir kısmı da İslam Halifesi’dir. Bu 214 yıl tarihe utanç yılları olarak yazıldı. Ama son bir vaka var ki, hepsinden daha vahşiydi. 29 yaşında tahta geçen 3. Mehmet, sadece 4'ü yetişkin olup, içlerinde daha henüz kundaktaki çocukların da bulunduğu 19 kardeşini tahta çıktığı günün gecesi boğarak öldürttü. Olay o kadar vahşiydi ki, kundaktaki şehzadeleri boğmaya giden cellatların bile ağladığı rivayet olunur. Bunlardan birisi cellatların geldikleri o anda annesinden süt emmekteydi. Cellatlar, bu bebeğin minicik boğazına çöktüklerinde, az önce emdiği süt burnundan geldi. İşte “Anasından emdiği süt burnundan geldi” deyiminin kaynağı bu cinayettir. Dört yaşındaki bir diğer kardeşi, cellatlar geldiğinde mısır koçanını dişlemekteydi. Sağır ve dilsiz cellatlara incecik sesiyle “Darımı yiyeyim, sonra boğun beni olur mu?” demişti, ancak buna bile müsaade edilmedi. Bu çocukların anneleri, eşleri, olanların eşleri de aynı vahşetle ile öldürüldü. Hızını alamayan 3. Mehmet, öz oğlu şehzade Murat’ı da boğdurttu. 3. Mehmet 1603’te 37 yaşında obezitenin getirdiği sorunlar yüzünden öldü. Yerine 13 yaşındaki oğlu I. Ahmet tahta geçti. Aynı gün biat töreni yapıldıktan sonra 3. Mehmet’in tabutu cenaze namazı kılınmak üzere Ayasofya'ya götürüldü. Fakat, daha 13 yaşında bir çocuk olan oğlu I. Ahmet cenazeye katılmadı. Herkes şaşkındı Padişah yokken cenaze namazını nasıl kılacaklarını bilemediler. Şeyhülislam, yanına birkaç kişi alıp padişahı davet etmeye gitti. İçeri girdikleri zaman, padişahı perdeleri çekilmiş bir odada ayakta bekler buldular. Şeyhülislam’ın, babasının cenaze namazını kılmak için yaptığı davetini şu sözlerle geri çevirdi: “Taht sahibi olmak için 19 kardeşini ve bir oğlunu öldüren adam, babam da olsa katildir. Ben katil bir adamın cenaze namazını kılmam. Varın siz kılın ve defnedin.”

1. Ahmet, bu şahane protestosu ile yetinmedi ve 214 yıldır süregelen geleneği, kardeş katli denen vahşeti ve insanlık ayıbını da kaldırdı. Osmanlı’nın torunlarıyız diyenler, bu gerçeğin açık açık anlatılmasını pek istemez. Ama “Anasından emdiği süt burnundan geldi.” sözü bugün de kullanılmaktadır.

28 Eylül 2020 Pazartesi

KİRLİ BEYAZ

  Üstümdeki herif ter ve soğan kokuyor. Kulağıma çarpan hırlaması, bana çocukluğumun geçtiği sokaktaki köpekleri hatırlatıyor. Ve çok ağır. Altında nefes alamıyorum. Ama bu onun umrunda değil. Kan ter içinde gidip geliyor üstümde. Gözlerine bakıyorum. Gözleri kapalı. Şu anda hangi kadını hayal ediyor acaba? Öyle de hırslı beceriyor ki beni, sanırım, o hayal ettiği kadın kimse, buna yüz vermemiş, adam yerine koymamış bunu. Ezilmişliğinin bütün hıncıyla abanıyor bana. Zaten buraya gelen heriflerin çoğu birilerinin ve bir şeylerin öcünü almak için gelir. Onlar için, buraya gelip, benim gibi kadınları düzmek, yalan da olsa, zaferdir. Siz bakmayın bu heriflerin kahve köşelerinde atıp tutmalarına. Çoğunun işi çabuk biter. En fazla bir iki dakikaya kalmaz koyverirler kendilerini. Aslında ne durumda olduklarını bilirler ama ille de dönüp “Nasıldım?” diye sormadan de edemezler. Ne diyelim. Biz de “Harikaydın kocacım.” deriz. Mutlu olurlar. Yalancı zaferlerin sahte mutlulukları! Ah, kusuruma bakmayın. Ben böyle destursuz lafa daldım da, kendimi tanıtmayı unuttum. Adım Beyaz. Bana burada “Kirli Beyaz” derler. Ha, bura dediğim yer de genelev. Evet, evet. Orospuyum ben. Bazı okumuş abiler ablalar bizim için “Seks İşçisi” falan da diyorlar ama ben ona karşıyım. Seksin de işçisi olurmuymuş hiç! Benim bildiğim, işçi dediğin, üretir. Biz ne üretiyoruz ki? Aksine ettiğimiz tek şey, ömrümüzü tüketmek. Ama, çok da kasmamak lazım. Orospuluk ediyorsan, söylemesini de bileceksin. Ben bunu bilir, bunu söylerim. Bu kavanoz dipli dünyada, herkes bir şekilde bedel ödüyor. Herkes bir şeylerini satıyor. Yalan mı?! Sabah dokuz, akşam altı, haldır haldır çalışanlar, zamanlarını, bedenlerini, hayallerini satmıyorlar mı? Ya da kredilerin altında inim inim inleyenler, banka borçlarıyla baş edemeyenler, çüke çüke köpek gibi çalışmıyorlar mı? Hayatlarını satmıyorlar mı? Hah, bizimki de o mevzu. Biz de, hayattan bize geri kalan üç beş kilo eti satıyoruz. Aradaki tek fark, onlara "hanımefendi" "beyefendi"diyorlar, bize de "Orospu". Durun bi. Tamam. Üstümdeki herifin işi bitti. Şimdi kıçını dönmüş sigarasını tüttrüyor. Aman, tüttürsün de gitsin. Ha, ne diyordum. Hatırladım. Adım Beyaz. Her orospu gibi benim de acıklı bir hikayem var. Laf aramızda, bana gelen heriflere, her defasında başka başka hikayeler anlatırım ama size bu akşam doğrusunu anlatacağım. Ben bir gecekondu semtinde, tek odalı bir evde yaşıyordum. Daha ondördüme falan girmemişim. Ama n'olduysa bana, bir serpildim, büyüdüm. Mahallede gelen geçen bir daha dönüp bakıyor. Memeydi göttü büyüdü bir anda. Derken, bir gece, biz dört kardeş yer yatağında yatarken, karanlığın içinden biri, yılan gibi bizim yatağa sokuldu. İlkin korktum. Kafamı çevirdim. Bir baktım, arkamda duran dayım. O da o sıralar, işsiz güçsüz olduğu için bizde kalıyordu. Yatağa girenin dayım olduğunu görünce, rahatladım. Yahu dayı bu demi. İnsan dayısına güvenmeyecek de kime güvenecek. Ben tekrar yastığa başımı koyup uyuyayım derken, dayımın elinin bacaklarımda gezdiğini hissettim. Sonra üstümden çıkardığı pijama, iyice üstüme örttüğü çiçekli yorgan.. Anlamadım ne yaptığını ama çok korktum. Gözlerimi kapattım. Gözlerimi çok sıkı kapattım. Sanki gözlerimi çok sıkarsam, yaşadıklarım yalan olacakmış gibi. Çocukluk işte! Neyse, öyle uyuyakalmışım. Sabah uyandığımda yatakta yalnızdım. Hemen kalkıp, mutfağa annemin yanına gittim. Annem kahvaltı hazırlıyordu. Dayanamadım ve gece dayımın bana yaptığını anlattım. Annem önce mutfağın kapısını örttü, sonr beni sandalyeye oturttu. Hah dedim “Şimdi annem gerekeni yapar. Annem beni korur. Annem dayıma çok kızar.” Öyle olmadı. Annem kollarımı tuttu ve “Sakın bunu kimseye anlatma tamam mı. Dayın öyle bir adam değil. Allah bilir sen ne cilveler yaptın da dayının aklını karıştırdın.” dedi. Ben öylece kaldım sandalyenin üstünde. Boğazıma takılan bir yumruk vardı ve ben bırakın iki kelime etmeyi nefes alamıyordum. Annem suçluyu bulmuştu. Suçlu bendim. Ve ben o günden sonra kimseye ama kimseye bir derdimi anlatamadım. Aç kaldım, susuz kaldım. Dövüldüm, bıçaklandım, ağzıma sıçtılar ama ben yine de kimseye bir şey diyemedim. “Annen seni anlamamış Beyaz, elalem mi anlayacak” dedim hep. Sonra birkaç gece daha dayım devam etti ve ben sustum. Babamın zaten evle alakası yoktu. Kahvedir, kumardır, karı kızdır derken bizi çoktan unutmuştu. Bir gün benden on beş yaş büyük bir herifle kaçtım. Beni Konya’ya götürdü. Sözüm ona evlenecektik. Gerisi bildiğini hikâye işte. Başımda anne yok, baba yok. Dövdü beni. Sonra ona buna sattı. Beni pazarladığı herifler arasında politikacısı, esnafı hatta imamı bile vardı. Önce beni beceriyor, sonra da ramazan geldğin de zekatlarını bana veriyorlardı. Ben yine kimseye bir şey demedim. Sustum. Sustum. Sustum. İşte o gün bugündür adım Kirli Beyaz oldu. Burası benim yedinci genelevim. Rüzgâr ne zaman nereden vurursa, ben bir başka geneleve savruluyorum. Geçenlerde dayanamadım. Mahalleden çocukluk arkadaşımı aradım. Annemi sordum. “Öldü” dedi. Yattığı mezarlığı söyledi. Üşenmedim, kalktık yanına gittim. Mezarının başına oturupi, önce mezarına tükürdüm, küfürler ettim, sonra da saatlerce köpekler gibi ağladım. Yine o yumruk boğazımdaydı. Bir şey diyemedim. Eğer diyebilseydim “Lan anne, vallahi de billahi de ben dayıma cilve yapmadım. Ne olduysa senin o puşt kardeşin yüzünden oldu.” diyecektim. Diyemedim. Şimdi bir herif daha girdi içeriye. Çalışmam lazım. Kusura bakmayın. Benim hikayem de böyle bir hikâye işte. Çocuklarınızı dinleyin emi. Onların dediklerine kulak verin, güvenin. Yoksa onlar da benim gibi bir sustular mı ömür boyu kimseyle konuşmazlar. Tamam, bu saaten sonra benden bir cacık olmaz, biliyorum. Ama en azından başkaları benim yaşadıklarımı yaşamasın diye yazıyorum bunları. Benim adım Kirli Beyaz. Ne demişti bir şair abimiz. “Bütün renkler aynı anda kirlenmeye başladı. Birinciliği beyaza verdiler.” İşte o beyaz benim. Yazan: Tamer DURSUN --------------- Ve o kadınlardan birisi, yorgundu bir bayram günü. Artık vücudu onca pis kokan terler arasında sirkeye batırılmış bir et parçası gibi çürümüştü. Mavi demir parmaklıklar gerisinde pencere kenarına oturmuş, elinde bir çocuk fotoğrafı vardı. Sürekli ağlıyordu. Dışarıda ise onlarca aç kurt gibi ağızlarından salyaları akan erkekler duyarsızca şeylerinin sevdasında neon ışıkları altındaki kadınları süzmeye devam ediyorlardı. Birisi onların arasından sıyrıldı ve oradan hızla uzaklaşıp şehrin caddelerinde düşünceler arasında yürüdü... yürüdü... #KirliBeyaz #Çocuklarmasumdur #Cinselistismar #Susma #Saklama

TOPAL MOLLA

  1920 yılında Topal Molla lakabıyla tanınan bir zat, Afganistan’da tekke kurmuş. Topal Mollanın müritleri 3 yıl içinde 200 bine ulaşmış. Müritlerin sayısı 1925’te 300 bini aşan Topal Molla, krala karşı ayaklanma başlatmış. Bir yıl boyunca Afganistan‘da kan gövdeyi götürmüş. O yıllarda Afgan kralı olan Emanullah Han, ülkesini terk etmek zorunda kalmış. *Emanullah Han* ülkesinden ayrılırken Afgan sınırına geldiğinde yanına bir adam sokulmuş ve çok güzel konuştuğu Urduca’sıyla sormuş: “Beni tanıdın mı? Ben meşhur Topal Mollayım. Afganistan’daki görevimi bitti, İngiltere’ye dönüyorum.” “Seni tanıdım !” demiş kral “Ben senin İngiliz casusu olduğunu biliyordum. Fakat halkıma o kadar çok tesir etmiştin ki, senin casus olduğuna onları *bir türlü ikna edemedim ve inandıramadım*.“ *Sarıklı ve sakallı Topal Molla* sakalını kesmiş, sarığını atmış, başına silindir şapkasını oturtmuş ve *İngiltere yoluna koyulmuş.* ***** Ülkemizde de her zaman Topal Molla’lar olmuştur. Kimisi politikacı, kimisi din adamı, kimisi de ilim adamı olarak kendisini tanıtır ve toplumu o göreviyle zehirleyerek birlik ve beraberliği bozar. Her şeyin bir fitneden ibaret olduğunu ve aslında O’nun zehirli biri, yani bir hain olduğunu anlatırsın ama ya anlayan çıkmaz, ya kimse anlamak istemez, ya da anlamasalar bile seni hain ilan ederler. Sonuçta salt *doğruları söylediğin için yalnız kalmana sebep olurlar.* Ama olsun, *görevini yerine getirmiş* olmanın verdiği huzurlu, onurlu ve mutlu bir yalnızlık, aldatılmaktan ve gerçek bir hain olmaktan *her zaman daha değerlidir.* Düşünmek, sorgulamak, eleştirmek ve bunların sonucunda *hainlere biat etmemek, çok önem arz etmektedir.* Çünkü *Topal Molla’lar, sorgulayıp eleştiren beyinlere üşüşemez.* Sevgiyle kalın... *MERAKLISINA NOT:* Emanullah Han, kurtuluş savaşımız esnasında Türkiye’ye büyük maddi yardımda bulunmuş, O’nun teşviki ile Afgan kadınlar da altın takılarını göndermişti. Emanullah Han Atatürk hayranıydı ve O’nu örnek alıyordu. Bu durum İngilizleri rahatsız etti ve meşhur İngiliz üç kağıtları, dalavereleri başladı. *Sonuç olarak* İngiliz ajanına İslami (!) darbe yaptırıldı. *Tarih, ders almayanlar için tekerrürden ibarettir*...

22 Eylül 2020 Salı

EĞİTİM BÖYLE BİR ŞEY!

 Egitim böyle bir şey Manavgat'ta 3-4 yaşlarındaki turist kız zabıta memuru Himmet Tan'ı görünce gitti parmağına yapıştı… Sorunca ismini söyledi;annesinin-babasının ismini söyledi; kaldıkları otelin adını bilmiyordu… Hiç beklenmeyen bir davranışla memurun telefonunu istedi… Memur “Numarayı ver ben arayayım” dedi; minik kız başını iki yana sallayarak kabul etmedi… Tabii ki Türkçe bilmiyordu; memurdan telefonun dilini İngilizce'ye çevirmelerini istedi; İngilizce'ye çevirip eline verdiler… Küçük kız memurdan Facebook'u kapatmasını istedi; kapattılar… Küçük parmaklarıyla telefonla biraz oynayıp kendi Facebook sayfasını basit bir şifreyle açtı… Memurlar hayretle izliyorlardı… Şöyle bir mesaj yazdı: “Ailem, ben kayboldum… Şu anda polis karakolundayım… Gelip beni almanızı bekliyorum…” Bir de konum attı… * Küçük kız telefonu iade edip teşekkür etti… Bir sandalyeye ilişti; beklemeye başladı… Mesajında “polis” demişti; zabıtalar “Biz zabıtayız” dediler… “Hayır polissiniz” diye itiraz etti; memurlar İngilizce sözlüğü açıp baktılar; hakikaten zabıta polis demekti… On dakika sonra ailesi geldi; annesi-babası tatile çıkmadan önce çocuklarına kaybolması halinde yapması gerekenleri öğrettiklerini söylediler… Teşekkür edip kızlarını alarak gittiler… * Bu mesajı yazan, örnek kamu görevlisi, Manavgat Belediyesi zabıta memuru Himmet Tan, notunun sonunda şöyle diyor: “Anneler, babalar… Çocuklarınızı eğitin; emin olun sizden daha çabuk öğreneceklerdir… Daha çok canımız yanmasın…” * Yıllardır durmadan “Çok çocuk değil, iyi yetiştirilmiş çocuklar istikbaldir” diyoruz… Anlamıyorlar… *BEKİR ÇOŞKUN.

2 Eylül 2020 Çarşamba

SEMİZOTU FAYDALARI SAYMAKLA BİTMIYOR

Semizotu Faydaları Saymakla Bitmiyor Bu leziz bitkinin sağlık açısından birçok faydası vardır. İşte semizotu faydaları: Potasyum içeriği nedeniyle dolaşım sisteminin düzenlenmesine katkı sağlar. Kan şekerini düzenlemeye yardım eder. Enerji verir. İyi bir antioksidan kaynağıdır. Demir içeriği nedeniyle vücuttaki beyaz ve kırmızı kan hücrelerinin yapısına katkı sağlar. Anemi yani kansızlığı önlemeye yardım eder. Kan basıncını düzenler. Kasları güçlendirir. Böbreklerdeki kumları ve taşları dökmeye yardım eder. Doğal bir kalsiyum ve magnezyum kaynağıdır. Kalp sağlığını destekler, kalp dostudur. İçerdiği kalsiyum sebebiyle dişlerin ve kemiklerin güçlenmesine yardım eder. Felç riskini azaltır. Gut hastalığına da iyi gelir. Yüksek oranda omega 3 yağı içerir. Balık yağında da bulunan omega 3 bu şifalı sebzede de bulunduğu için, çokça tercih edilir. Balık yemeyi sevmiyorsanız, omega 3 ihtiyacınızı bu bitkiden karşılayabilirsiniz. Kansere karşı da koruma sağlar. Özellikle ağız ve akciğer kanserine karşı da korur. Cilt güzelliği sağlar. İdrar söktürücü özelliği ile de bilinir. Hemoroid yani basura karşı da faydalıdır. Kalorisi düşük olması sebebiyle diyet yapan, kilo vermeye çalışan kişiler tarafından da rahatlıkla tüketilebilir. Sindirim sistemini rahatlatır. Kabızlığı önlemeye yardım eder. Ülsere karşı da faydalıdır. Mide rahatsızlığı olan kişiler tarafından kullanılabilir. Egzama gibi cilt hastalıklarına karşı da şifa sağlar. Soğuk algınlığına karşı da koruma sağlar. Karaciğere de yarar sağlar. Kolesterolün düzenlenmesine yardım eder. Çocukların beyin gelişimini düzenler. İşte bu şifalı bitkinin sağlık açısından bu kadar çok faydası vardır. En basitinden salataların içine bu leziz bitkiyi ekleyerek şifa bulabilirsiniz. Yemeğini yaparak da bu sağlık dolu bitkiden yararlanabilirsiniz. * Semizotunun içerdiği omega 3 doymamış yağlar, balıklarınkiyle kıyaslanabilecek düzeydedir: Geleneksel olarak gut hastalığına, baş ağrısı ve bedendeki diğer ağrılara iyi geldiğine inanılmaktadır. Günümüzde yapılan bilimsel araştırmalar, semizotunun sağlığa yararlı bu etkisinin varlığını doğrulamaktadır. * Semizotunun, kanama hastalıklarında ve peklikte çok faydalı olduğunu kaydeden uzmanlar, kanı temizlediğini, bol idrar söktürdüğünü, kanı, üre ve benzeri pisliklerinden temizlediğini, sinir krizleri ve beyin yorgunluğunu geçirdiğini, böbrekteki kum ve taşı döktüğünü bildiriyor. * Semizotunun, şeker hastalarının susuzluğunu azalttığını, şişmanlara kilo verdirdiğini belirten uzmanlar, semizotu, yeşil salata olarak yenirse faydasının fazla olduğunu ifade ediyor. Semizotu ile zayıflamak Semizotunda ki asıl mucize; enerji değeri, çok düşük neredeyse sıfır kalori olmasına rağmen; omega-3 yağ asidi açısından son derece zengin olması. Bu kadar düşük enerji içermekle birlikte (sadece 16 kcal/100g) yağ asitleri açısından bu kadar zengin ve işlevsel olması şaşırtıcı bir durum. Omega-3 yağ asidi, beslenmemizin işlevsel ve kaliteli olmasını sağlayarak, sağlığımızı korur ve geliştirir. Günlük beslenmemiz içinde yeterli miktarda omega- 3 yağ asidi, kardiovasküler hastalık riskinizi azaltır, otoimmün sistemimizi geliştirir. Ayrıca omega-3 yağ asidini yüksek düzeyde aldığınız zaman; kanda bulunan yağ olarak tanınan Tirigliserit miktarını düşürücü etki gösterir. Zayıflamak için semizotunu nasıl yemeli? Semizotunun mevsimi olan bu günlerde her gün her öğünde semizotu tüketmeye özen göstermeliyiz. Salatasını yapıp, söğüş olarak tüketip, yoğurtla karıştırıp, çiğ olarak tüketebiliriz. Ayrıca zeytinyağlı veya kıymalı semizotu olarak da tüketebiliriz. SEVDİKLERİN DE OKUYABİLSİN DİYE PAYLAŞMAYI UNUTMAYIN