İnsanlara bir şeyin nasıl yapılması gerektiğini söylemeyin. Yapılmasını istediğiniz şeyin ne olduğunu söyleyin ve yaratıcılıkları ile sizi nasıl hayran bırakacaklarını görün.General George S. PattonYaratıcılık, olmayan birşeyi hayal edebilme, bir şeyi herkesten farkli yollarla yapabilme ve yeni fikirler geliştirebilme yeteneğidir. Başka bir deyişle yaratıcılık herkesin gördüğü şeyi aynı görüp onunla ilgili farklı şeyler düşünebilmekdir.Yaratıcılık günlük olaylara ve nesnelere herkesten farklı bakabilmek ve farklı yaklaşım tarzı geliştirebilmektir. Yaratıcılık, olağan, günlük şeylerin özel olmasını, özel şeylerin de daha çok günlük hayata girip doğal şeyler olmasını sağlar.
Eğer hayatınızdaki günlük şeyleri farklı ve yeni yollarla yapıyorsanız bu sizin yaratıcılığınızı gösterir. Örneğin evinizde ya da işinizde hergün yaptığınız işleri değişik şekillerde, değişik yollarla yaparak yine aynı sonucu almanız bu işlerin yapılış şekline yaratıcılık katmış olmanız demektir. Denediğiniz her yeni şey size yeni bir şey öğretecektir. Denediğiniz yeniliklerde hatalar yapabilirsiniz. Yaratıcı olmanın riskli tarafıdır bu. Risk alarak yeni şeyler dener ve keşfedersiniz.
“Yaratıcılık nedir?” sorusuna verilebilecek pek çok cevap bulunabilir, belki de herkes kendi açısından bu cevabı verebilir. Kimisinin aklına yaratıcılık deyince Bethooven, Mozart gibi dahiler gelirken, kimisinin aklına Da Vinci, Picasso gelir. Kimisi için J.R.R Tolkien, kimisi için ise Edison yaratıcıdır. Peki ama genel anlamda yaratıcılık nedir? Yaratıcılık kimlerde bulunur? Yaratıcılık geliştirilebilir mi? Tüm bu sorulara birlikte cevap bulmaya çalışalım.Öncelikle “yaratıcılık nedir?” sorusuna bakalım. Bunun için bazı tanımlara göz atmakta yarar var.
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/felsefe/3842-yaraticilik-nedir-yaratici-dusunme-nedir.html#post17768
Yaratıcılık;
*Ressamların sahip olduğu bir şey
*Problemlere alışılmadık ya da orijinal bir yaklaşım
*Uyuşmaz bilişsel unsurların ya da fikirlerin bir araya getirilmesi
*Zahmete değer bir ürüne götüren süreç
*Karmaşık bir sistem olan beynin kendi kendine ortaya çıkan bir özelliği
*Yeni, işe yarar bir şeyin meydana getirilmesi
*Orijinal ve değerli bir şey üreten süreç
*Başkalarıyla aynı şeyi görmek ama farklı bir şey düşünmek
*İnsan olmanın yegane karakteristiği
YARATICILIK:
Yaratıcılık en basit şekliyle orijinal, sosyal faydalılığı olan ürünler veya fikirler yaratabilme yeteneği olarak tanımlanabilir. Fakat bu tanım tam bir cevap değildir. Yaratıcılık alanında en önemli isimlerden olan Frank Barron, yaratıcılık için daha kapsamlı bir tanımlama yapmıştır. Öncelikle, yaratıcılık yaratılan ürünün özellikleri ve ürünün aldığı sosyal kabul ile değerlendirilebilir. İkinci olarak yaratılan ürün kendi koşulları içinde değerlendirilmelidir. Örneğin; çözülen ya da tanımlanan problemin zorluğu, önerilen çözümün zerafeti, ürünün yarattığı etki. Üçüncü olarak; yaratıcılık onu besleyen yeteneklerin, becerilerin temelinde değerlendirilebilir.
Yaratıcılık, diğer mental fonksiyonlardan farklı bir zihinsel yeterlilik olarak düşünülebilir. Yaratıcılık, “Zeka” adı altında toplanan kompleks bir çok yetenekle ilişkisi olmasına rağmen, onlardan bağımsız gözükmektedir. Genellikle, yaratıcılık yeteneği olan kişiler zeka testlerinde normal popülasyondan daha yüksek puanlar almaktadır ve objektif gözlemciler tarafından da yaşıtlarından daha zeki olarak değerlendirilmektedirler. Fakat, IQ testlerindeki yüksek puanlar yaratıcılığı göstermiyor olabilir. Bu konudaki çalışmalar (Terman’ın üstün zekalı çocukları hayatları boyunca takip ettiği çalışma ve McKinnon’ın mimarlarla yaptığı çalışma) üstün zekalı kişilerin diğerlerine kıyasla daha iyi sosyal becerilere ve sağlığa, daha fazla intihar oranlarına sahip olduklarını fakat yaratıcılık anlamında genel popülasyondan farklılık göstermediklerini ortaya koymuştur. Mc Kinnon’a göre; 120’nun üzerinde bir IQ skoru ile yaratıcılık arasında herhangi bir korelasyon yoktur.
Yaratıcılık yeteneğini ölçmeye yönelik çok çeşitli metotlar vardır. Dennis Hocevar (1981) yaratıcılığı ölçmeye yönelik olarak kullanılan metotları özetlemiştir. Bunlar:
1) Farklı düşünme testleri
2) Tutum ve ilgi Envanterleri
3) Kişilik Envanterleri
4) Biyografik Envanterler
5) Öğretmen değerlendirmeleri
6) Arkadaş Değerlendirmeleri
7) Supervizör Değerlendirmeleri
8) Ürünlerin Değerlendirilmesi
9) Tanınma, Saygınlık
10) Belirtilen Yaratıcı Aktiviteler ve Başarılar
Büyük ölçekli araştırmalarda en çok kullanılan yöntemler üçüncü kişiler tarafından değerlendirmeler ve biyografik analizlerdir. Kişilik testleri veya kişinin düşünce yapısını değerlendiren yöntemler seçilmiş gönüllü örneklem üzerinde sıklıkla kullanılmaktadır.
Sözel akıcılık, fikirlerin akıcılığı, yeniden tanımlamalar, yeniliğe açık olmak, bağımsız düşünebilme, birbirinden uzak bağlantıları kurabilme, fikir üretimi için çaba harcamak, zeki insanlarda yaratıcılığı destekleyen yeteneklerdir. Çoğu çalışma, yaratıcılığın ifadesinin sadece bir davranışla; bir soruya cevap vermek gibi, olmadığını ve birçok aşamadan oluşan bir süreç sonunda olduğunu söylemektedir. “Evraka” anı, daha önce yoğun bir bilgi toplama, değerlendirme süreci olmadan oluşmaz.
Arnold Ludving, (1989) yaratıcılığın ilk aşamasını hazırlık süreci olduğunu söylüyor. Bu dönemde, kişi ilk bakışta çözümsüz gibi gözüken bir problemi çözmeye kalkar fakat başarılı olamaz. Daha sonra problem bir kenara koyulur ve kuluçka dönemi başlar. Bu dönemde, genelde kişiler başka bir işle meşgulken bilinç dışında fikirler oluşmaya başlar. Daha sonra, keşif etme, aydınlanma, evraka denilen durum meydana gelir. Bu genellikle, rüyalarda veya rahat olunan bir zamanda oluşur. Fakat içgörü keşif etmek için yeterli değildir. O yüzden son aşamada, eldeki veriler değerlendirilir ve fikirler bilimsel, estetik veya sosyal standartlara göre test edilir.
Psikanalistlerin “egonun hizmetinde gerileme” diye adlandırdıkları; deneyimleri genişletmek ve zenginleştirmek için bilin dışına dönmeyi anlatıyor. Aklın gizli kısımlarına erişmek, sanatçıların, yazarların, daha az ölçüde filozofların ve bilim adamlarının yapabildiği bir şey gibi gözüküyor.
Bilinçdışının günlük hayattaki beklenmedik şekilde ortaya çıkışı ise ruhsal sorunları olan insanları karakterize etmektedir. Bir çok çalışmanın gösterdiği gibi; yaratıcılık ve ruhsal sıkıntılar arasında kuvvetli bir bağ vardır. Yaratıcı kabiliyeti olan zeki insanlarda ruhsal sorunların oranı genel poülasyona göre oldukça yüksektir.
YARATICILIK KAVRAMI ÜZERİNE
Yaratıcılık, bilim adamlarının uzun süredir üzerinde önemle durduğu bir konudur.
Yaratıcılık nedir?
Yaratıcı insanlar kimlerdir?
Yaratıcılık geliştirilebilir mi?
Gibi sorular, bu güne kadar hep sorula gelmiştir. İnsanların sahip oldukları bireysel özellikler, zekâ, kişilik ve fiziksel gelişme gibi alanlarda kendini gösterir. Diğer bireysel özellikler de yaratıcılıkla ilgilidir.
Yaratıcılığın doğuştan geldiği, doğuştan yaratıcı olmayan insanın sonradan yaratıcı olamayacağı görüşü artık terk edilmekte ve iyi bir eğitimle herkesin yaratıcı olabileceği görüşü artık ağır basmaktadır.
Yaratıcılık kavramı; sadece güzel sanatlar için değil, günlük yaşamın tüm alanlarını kapsamaktadır. Ancak, bu çalışmada yaratıcılığın geliştirilmesinde çok önemli rol oynayan sanat eğitimi dersleri (resim-iş) üzerinde durulmaktadır. Resim iş dersleri sadece öğrencinin hayal gücünü geliştirmez, aynı zamanda onların yaratıcılıklarını da geliştirir.
Bu güne kadar yaratıcılıkla ilgili bir çok tanım yapılmıştır.
Örneğin: San’a göre “yaratıcılık her bireyde var olan ve insan yaşamının her bölümünde bulunabilen bir yeti, günlük yaşamdan bilimsel çalışmalara dek uzanan geniş bir alanı içine alan süreçler bütünü, bir tutum ve davranış biçimidir.”
Torrance, yaratıcılığı şöyle tanımlar: “Sorunlara, aksaklıklara, bilgi eksikliklerine, kayıp ögelere, uyumsuzluğa karşı duyarlı olmak, güçlüğü tanımlamak, güçlüğe çözüm aramak ve kestirimde bulunmak.”
Yazarların görüşlerine dikkat ettiğimizde, yaratıcılık için genellikle; yeni, farklı ve yararlı bir yeti olduğu görüşünde birleşmektedirler. Yazarların görüşlerinden hareket ederek yaratıcılığı kısaca şöyle tanımlayabiliriz: “Yaratıcılık; Özgün buluşlar ortaya koyma becerisidir.”
Kaynak: Bydigi Forum http://www.bydigi.net/showthread.php?p=17768
Yaratıcı imgelemeyi ( Yaratıcıhayal kurma) anlayarak ve uygulayarak insanlar hayatlarını yeniden düzenleyebilirler. Yaratıcı imgelem sayesinde kişinin kendisiyle ve yaşadığı dünya ile ilgili inancını ve bu inancın ürünlerini değiştirmek mümkündür.
Uygarlığımızın tüm gelişmeleri yaratıcı hayal gücünün eseridir. Geçmişte, hayal ürünü olarak nitelendirilen, aslında engellenmiş hayal gücünün ürünü olan bilim kurgu kitapları ve dergileri, bugün gerçekçi kabul edilmektedir.
Yaratıcı düşünme, varılan istasyon değil seyahat etme şeklidir. Bir insan eski bir soruna yeni bir cevap bulduğunda ya da bir şey olmadan olabilecekleri düşündüğünde meydana gelir. Yaratıcılık, birey rüya gördüğünde ya da herhangi bir şekilde hayal kurduğunda ortaya çıkar. Çocuklar bunu oyun oynarken, masal dinlerken ya da kumdan bir kale inşaa ederken yaparlar. Yetişkinler ise bunu bir kitap okurken, bir seyahat plânlarken ya da sadece banka hesaplarında birikmiş parayla ne yapacağını düşünürken yaparlar .
Rawlinson, yaratıcı düşünmenin bir rüya görmek olduğunu belirtir. O’na göre rüya görmek, “beynin çalışabilmesi için temel işlevlerdendir ve rüya görmeyen çok az insan vardır.”
Yaratıcılık; rüyalarda, bilinç altında ve zihinde toplanan bilginin kullanılmasıyla artar. Uykudan uyanıldığında, eğer görülen rüya hatırlanabiliyorsa, ruhun derinliklerinde keşfedilen semboller ve imajlar yakalanabilir. Bunlar yaratıcı gücü artıracak son derece değerli bilgilerdi.
Üstün zekâ ile yaratıcılık arasında bir paralellik olduğuna ilişkin düşünceler vardır. Üstün beyin gücü ve yaratıcılık arasındaki ilişkide bir eşik noktası bulunmaktadır. Yani belli bir zekâ seviyesine kadar olan çocuklar daha yaratıcı olmakta (120 IQ), ancak o zekâ düzeyi aşıldıkça zekâ ile yaratıcılık arasındaki ilişki neredeyse sıfır noktasına düşmektedir.
Araştırma sonuçları yaratıcılık ve zekânın kalıtsal olduğunu desteklemektedir. Ancak her ikisinde de çevre önemli bir faktördür. Çevre olgusu yaratıcılığı zekâdan daha çok ilgilendirmektedir.
YARATICILIĞI ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Yaratıcılığı engelleyen faktörler şunlardır:
a) Duygusal engeller: Utangaçlık, aptal yerine koyulma korkusu, yanlış yapma korkusu, belirsizliklere karşı hoşgörü yetersizliği ve aşırı özeleştiri bu gruba girer.
b) Kültürel engeller: Toplumsal değerler bir kültürden diğerine değişmektedir. Bazıları yaratıcılığı desteklediği gibi bazıları da engellemektedir. Hayal etmenin boşa harcanan zaman olarak kabul edilmesi, çok oyunun sadece çocuklar için olduğunun düşünülmesi, ... Kültürel engellere örnek olabilir.
c) Öğrenilen engeller: Eşyaların kullanımı (fonksiyonel kalıplaşma), anlamların verilmesi, ihtimallerin beklenilmesi ve kutsallaşmış tabularla ilgili gelenek engellerini kapsamaktadır.
d) Algılama engelleri: Adetler, problemlerin önemli olan ögelerini tanımada başarısızlığa yol açabilir. Bunlara aşağıdaki engel de eklenebilir.
e) Yüklü program engelleri: Kalıplaşmış konular yığını olan ve belli süre içinde tamamlanılması gereken eğitim programları da yaratıcılığa engel olabilmektedir...
Yaratıcılığı etkileyen faktörlerden bazılarını biraz açacak olursak:
Yaratıcılık ve kültür
Çeşitli kültürler içinde barındırdıkları bireyleri, kimi konularda yaratıcılığa özendirirken kimi konularda da aynı şeyi yapmazlar. Amerika Birleşik Devletleri’nde bilim ve sorun çözmü özendirilirken politik ve sosyo-ekonomik konularda bu özendirmeye rastlanamaz. Arap kültüründe ise teknik konularda yaratıcılığa izin verilirken, dini konularda izin verilmez. Diğer yandan, kimi kültürler uyum ve yapıya önem verirken, kimileri de yeniliği özendirmektedir.
Sungur’un aktarımıyla, Torrance’in 1964 yılında Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Porto-Riko, Türkiye ve Yunanistan’da yaptığı araştırmada, 9-11 yaşlarındaki çocuklarda ıraksak düşünmeye karşı algılanmış baskıyı incelemiştir. Torrance bu araştırmasında; çocuklardan, alışılmamış karakterlere ilişkin hayvan hikâyeleri üretmelerini istemiştir. Çocukların ürettikleri bu öykülerin içeriği analiz edildiğinde; asıl baskı tipinin kendisi, anne-babası, arkadaşı ve toplum olduğu ortaya çıkmıştır. Baskı türü olarak öğüt verme, alay etme, uzaklaşmayı gösterdikleri ortaya çıkmıştır. Baskı sonucu ise, uyum ya da direnme tepkisi ile cevaplanmıştır.
Yaratıcılık ve zihni rahatsızlıklar
Genellikle yaratıcı insanlar hem arkadaş canlısı, hem de akranları tarafından sevilen kişilerdir.
Sosyal aktivitelere ilgi gösterirler, risk almaya ve yeniliği araştırmaya eğilimlidirler.
Bu davranışları onları daha bağımsız ve gelenek dışı yaparken, aynı zamanda onları duygusal kararsızlığa götürür. Yaratıcı bireylerin psikolojik karakterlerinden biri de zihinsel hastalıklara eğilimli olmalarıdır.
Yaratıcı insan diğer insanlardan biraz farklı, biraz çılgın ve garip davranışları olan insandır.
Bütün okullar öğrencilerin ruh sağlığı ile ilgilenirler.
Öğrencilerinin ruhsal çöküntülere uğramamaları ve sağlıklı bir kişilik geliştirmeleri için uğraşırlar.
Yaratıcılığın söndürülmesi; yaşamdan doyumun engellenmesine ve yüksek düzeyde gerilimlere, sinir
bozukluklarına neden olmaktadır.
Yaratıcılığın şizofreniye değil; yaratıcılık yokluğunun sinirsel bozulmalara yol açtığına inanılmaktadır.
Yaratıcılık, şizofrenlerin ruh sağlığını yeniden kazanabilmeleri için gerekli bir kaynaktır.
Sağlıklı her bireyin gizil gücü olan yaratıcılık, hastalık değil normalin türevidir .
Rollo May, büyük ressamlarda, heykeltraşlarda, yazarlarda ve müzisyenlerde uyumlu insanların çok nadir karşımıza çıktığını belirtir.
Yaratıcılık ve özgünlüğün, kendi kültürlerine uymayan kişilerde bütünleştiği açıktır.
Yaratıcılığın kendi özel kültürümüzde ciddi psikolojik sorunlarla bütünleşmesi doğaldır. Van Gogh’un çılgınlıkları buna örnektir.
YARATICILIK VE SANAT
Yaratıcılık yüzyıllar boyu olağanüstü insanlara özgü bir özellik olarak kabul edilmiş ve en çok güzel sanatlar alanında kullanılmıştır.
Dahi ile deli arasında kıl payı bir ayrım olduğu gibi bilim dışı görüşler de yakın zamana kadar kabul edilegelmiştir. San’a göre yaratıcılık,“Sanatsal alanda baş yapıtların ortaya çıkmasına neden olan süreçler bütünü ve ayrıca bir tutum ve davranış biçimidir.”
Baltacıoğlu’nun, sanatta yaratıcılık konusundaki şu sözleri ilginçtir:
“... Sanat bir yaratıcı değil, bir uyandırıcı, bir coşturucudur. Estetik duygu insanda varolan ancak bilinçaltında kalan şehvet duygusu gibi biyo-psikolojik ya da sosyo-psikolojik duyguların uyanması, bilinç üstüne çıkmasıyla meydana geliyor. Böyle olunca her sanat eseri değer kuramında sıraladığımız, duygulardan birini aşılayan değil, bilinçaltında yaşayan türlü duyguları canlandıran, bilinç üstüne çıkartan bir teknik demektir.”
Düşünmek, yaratıcı düşünme için bir ihtiyaçtır.
Sanat ile yaratıcılığı güçlü bir şekilde birleştiren şey akıldır.
Sanat; güzellik, mükemmellik, uyum ve düzen yaratır.
Fantezilerden doğan, ulaşılmaz olan, ilk bakışta görülmez olan şeyleri bize görünür kılar.
Zevk ya da hoşnutsuzluğa ifade kazandırır
YARATICILIK
Kavramlar ve Tanım
Yaratıcılık kavramının Batı dillerindeki karşılığı “kreativitaet, creativity”dir. Latince “creare” kelimesinden gelir. Bu kelime, “doğurmak, yaratmak, meydana getirmek” anlamındadır (SAN, 1985).
Günümüzde yaratıcılık, sanatta olduğu kadar, bilim ve teknikte de önem kazanmıştır. Bu sebeple, son yıllarda yaratıcılık, bilim adamlarının, tanımlamaya çalıştıkları bir kavram olmuştur (RAZON, 1990). Psikoloji alanında yapılan çalışmalar ve bu çalışmalardan elde edilen sonuçlar, kavram ve tanım hakkında yeni değerlendirmeler ortaya koymuştur. Ancak yine de yaratıcılık, psikoloji alanının tanımlanması zor kavramlarındandır. Yaratıcılığın, her alanda ve herkes tarafından bir davranış biçimi olarak sergilenebileceği düşüncesinin belirlenmesi, kavramı tanımlama konusunda çeşitliliğin oluşmasına sebep olmuştur.
Pek çok araştırmacı yaratıcılığı tanımlamaya çalışmış; kimisi yaratıcılığı bir sezgi süreci olarak benimsemiş, kimisi ölçüm ve kişilik üzerinde durmuştur. Bu tanımlamalar, daha çok, tanımlamanın yapıldığı alanlara göre değişiklikler göstermektedir.
Yaratıcılığın tanımlanmasında diğer bir inceleme şekli de süreç üzerinde durularak geliştirilmiştir. 1926’da Wallas, yeni beliren bu düşünceyi a) hazırlık, b) tasarım/kuluçka, c) düşünce geliştirilmesi, aydınlanması ve d) gerçeklik denetimi evrelerine ayırmıştır. Harmon’a (1956) göre yaratıcı süreç, ortaya yeni bir şey çıkaran herhangi bir süreçtir: Bu, bir fikir, bir nesne, yeni bir biçim ya da eski öğelerin değişik bir düzenlemesi olabilir. Harris (1959) ise, yaratıcılık sürecini altıya ayırır: a) gereksinmeyi gerçekleştirme, b) bilgi toplama, c) etraflıca bir konu üzerinde düşünme, d) çözümler hayal etme, e) gerçekliğini tesbit etme ve f) düşünceleri işleme çevirme.
Süreç yaklaşımını vurgulayanlar arasında ressam, edebiyatçı, heykeltıraş, müzisyen gibi sanata yönelik kişiler görülmektedir. Yaratıcı kişi, yaratıcılık sürecinde davranışları konusunda içten bir anlayış ve sezişle, kendine özgü yeteneğini arttıracak bilgeliği elde eder. Bu görüşe göre, yaratma anındaki psikolojik düşünce yapısı ve çerçevesi en iyi ölçüt olarak kabul edilmektedir (ROUQUETTE, 1994; YAVUZ, 1996).
Ölçüm yöntemini uygulayanlar arasında en başta Guilford anılabilir. Guilford (1950), dar anlamda yaratıcılığı, yaratıcı kişilere özgü olan niteliklerin incelenmesini önerir. Yaratıcı yetenekler, o kişinin söz konusu etmeye değer bir yaratıcılık ortaya çıkarıp çıkaramayacağını belirler. Guilford, yaratıcılığın, bilişsel yetenek türlerinin oluşturduğu testlerde yansıdığına inanır. Bu testler, uygulamalarda kişinin o konudaki yetersizliğini ortaya çıkarır (YAVUZ, 1996).
Yaratıcılığın bilimsel incelenmesinde kişilik kavramının önemli bir yeri vardır.
Bu araştırmalar; yaratıcı davranışta güdülenmenin incelenmesi ve yaratıcı kişilerin yaşam biçimlerine ait özellikleri, olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Birincisi, yaratıcı davranışın, kişinin çevresiyle olan ilişkilerinde kişinin tüm yetenek güçlerinin gerçekleşmesini sağlayan bir oluşum görüşü; ikincisi ise, bastırılmış ya da kişinin kabullenemeyeceği tepilerin etkisinde yer alan yan ürün oluşumu, görüşüdür (YAVUZ, 1996).
Aktüel yaratıcılık ve potansiyel yaratıcılık ayrımına giden Lowenfeld'e göre yaratıcılık, bireylerin değişken miktarlarda sahip oldukları ve durumlara bağlı olarak az çok ortaya çıkmaya elverişli bir tür özelliktir. Bir başka deyişle, kendini göstermek için uygun koşullarla karşılaşması gereken kişide bulunan bir potansiyel güç söz konusudur. Çok sayıdaki yaratıcılık testlerinin ortaya konmasının kökeninde de aynı görüş bulunur. Çeşitli teorik yaklaşımlar da bu yönelişten esinlenirler ve onu rafine ederler (ROUQUETTE, 1994).
Görüldüğü gibi yaratıcılık alanındaki geçmiş ve günümüzdeki sistemli araştırmalar, yaratıcılığın ne kadar karmaşık ve bir o kadar da tanımlanması zor bir kavram olduğunu ortaya koymaktadır. Bilim adamları yaratıcılıkla ilgili olarak, doğuştan getirdiğimiz ve her kişiye normal olarak dağıtılmış bir özellik, bir yetenek olduğu konusunda birleşmektedirler. Bu sebeple yaratıcılık, kişilerin günlük hayatta, karar verirken, yorum yaparken, her an kullandığı gerçek bir kaynaktır.Rawlinson, yaratıcı düşünmenin bir rüya görmek olduğunu belirtir. O’na göre rüya görmek, “beynin çalışabilmesi için temel işlevlerdendir ve rüya görmeyen çok az insan vardır.”
Yaratıcılık; rüyalarda, bilinç altında ve zihinde toplanan bilginin kullanılmasıyla artar. Uykudan uyanıldığında, eğer görülen rüya hatırlanabiliyorsa, ruhun derinliklerinde keşfedilen semboller ve imajlar yakalanabilir. Bunlar yaratıcı gücü artıracak son derece değerli bilgilerdi.
Üstün zekâ ile yaratıcılık arasında bir paralellik olduğuna ilişkin düşünceler vardır. Üstün beyin gücü ve yaratıcılık arasındaki ilişkide bir eşik noktası bulunmaktadır. Yani belli bir zekâ seviyesine kadar olan çocuklar daha yaratıcı olmakta (120 IQ), ancak o zekâ düzeyi aşıldıkça zekâ ile yaratıcılık arasındaki ilişki neredeyse sıfır noktasına düşmektedir.
Araştırma sonuçları yaratıcılık ve zekânın kalıtsal olduğunu desteklemektedir. Ancak her ikisinde de çevre önemli bir faktördür. Çevre olgusu yaratıcılığı zekâdan daha çok ilgilendirmektedir.
YARATICILIĞI ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Yaratıcılığı engelleyen faktörler şunlardır:
a) Duygusal engeller: Utangaçlık, aptal yerine koyulma korkusu, yanlış yapma korkusu, belirsizliklere karşı hoşgörü yetersizliği ve aşırı özeleştiri bu gruba girer.
b) Kültürel engeller: Toplumsal değerler bir kültürden diğerine değişmektedir. Bazıları yaratıcılığı desteklediği gibi bazıları da engellemektedir. Hayal etmenin boşa harcanan zaman olarak kabul edilmesi, çok oyunun sadece çocuklar için olduğunun düşünülmesi, ... Kültürel engellere örnek olabilir.
c) Öğrenilen engeller: Eşyaların kullanımı (fonksiyonel kalıplaşma), anlamların verilmesi, ihtimallerin beklenilmesi ve kutsallaşmış tabularla ilgili gelenek engellerini kapsamaktadır.
d) Algılama engelleri: Adetler, problemlerin önemli olan ögelerini tanımada başarısızlığa yol açabilir. Bunlara aşağıdaki engel de eklenebilir.
e) Yüklü program engelleri: Kalıplaşmış konular yığını olan ve belli süre içinde tamamlanılması gereken eğitim programları da yaratıcılığa engel olabilmektedir...
Yaratıcılığı etkileyen faktörlerden bazılarını biraz açacak olursak:
Yaratıcılık ve kültür
Çeşitli kültürler içinde barındırdıkları bireyleri, kimi konularda yaratıcılığa özendirirken kimi konularda da aynı şeyi yapmazlar. Amerika Birleşik Devletleri’nde bilim ve sorun çözmü özendirilirken politik ve sosyo-ekonomik konularda bu özendirmeye rastlanamaz. Arap kültüründe ise teknik konularda yaratıcılığa izin verilirken, dini konularda izin verilmez. Diğer yandan, kimi kültürler uyum ve yapıya önem verirken, kimileri de yeniliği özendirmektedir.
Sungur’un aktarımıyla, Torrance’in 1964 yılında Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Porto-Riko, Türkiye ve Yunanistan’da yaptığı araştırmada, 9-11 yaşlarındaki çocuklarda ıraksak düşünmeye karşı algılanmış baskıyı incelemiştir. Torrance bu araştırmasında; çocuklardan, alışılmamış karakterlere ilişkin hayvan hikâyeleri üretmelerini istemiştir. Çocukların ürettikleri bu öykülerin içeriği analiz edildiğinde; asıl baskı tipinin kendisi, anne-babası, arkadaşı ve toplum olduğu ortaya çıkmıştır. Baskı türü olarak öğüt verme, alay etme, uzaklaşmayı gösterdikleri ortaya çıkmıştır. Baskı sonucu ise, uyum ya da direnme tepkisi ile cevaplanmıştır.
Yaratıcılık ve zihni rahatsızlıklar
Genellikle yaratıcı insanlar hem arkadaş canlısı, hem de akranları tarafından sevilen kişilerdir.
Sosyal aktivitelere ilgi gösterirler, risk almaya ve yeniliği araştırmaya eğilimlidirler.
Bu davranışları onları daha bağımsız ve gelenek dışı yaparken, aynı zamanda onları duygusal kararsızlığa götürür. Yaratıcı bireylerin psikolojik karakterlerinden biri de zihinsel hastalıklara eğilimli olmalarıdır.
Yaratıcı insan diğer insanlardan biraz farklı, biraz çılgın ve garip davranışları olan insandır.
Bütün okullar öğrencilerin ruh sağlığı ile ilgilenirler.
Öğrencilerinin ruhsal çöküntülere uğramamaları ve sağlıklı bir kişilik geliştirmeleri için uğraşırlar.
Yaratıcılığın söndürülmesi; yaşamdan doyumun engellenmesine ve yüksek düzeyde gerilimlere, sinir
bozukluklarına neden olmaktadır.
Yaratıcılığın şizofreniye değil; yaratıcılık yokluğunun sinirsel bozulmalara yol açtığına inanılmaktadır.
Yaratıcılık, şizofrenlerin ruh sağlığını yeniden kazanabilmeleri için gerekli bir kaynaktır.
Sağlıklı her bireyin gizil gücü olan yaratıcılık, hastalık değil normalin türevidir .
Rollo May, büyük ressamlarda, heykeltraşlarda, yazarlarda ve müzisyenlerde uyumlu insanların çok nadir karşımıza çıktığını belirtir.
Yaratıcılık ve özgünlüğün, kendi kültürlerine uymayan kişilerde bütünleştiği açıktır.
Yaratıcılığın kendi özel kültürümüzde ciddi psikolojik sorunlarla bütünleşmesi doğaldır. Van Gogh’un çılgınlıkları buna örnektir.
YARATICILIK VE SANAT
Yaratıcılık yüzyıllar boyu olağanüstü insanlara özgü bir özellik olarak kabul edilmiş ve en çok güzel sanatlar alanında kullanılmıştır.
Dahi ile deli arasında kıl payı bir ayrım olduğu gibi bilim dışı görüşler de yakın zamana kadar kabul edilegelmiştir. San’a göre yaratıcılık,“Sanatsal alanda baş yapıtların ortaya çıkmasına neden olan süreçler bütünü ve ayrıca bir tutum ve davranış biçimidir.”
Baltacıoğlu’nun, sanatta yaratıcılık konusundaki şu sözleri ilginçtir:
“... Sanat bir yaratıcı değil, bir uyandırıcı, bir coşturucudur. Estetik duygu insanda varolan ancak bilinçaltında kalan şehvet duygusu gibi biyo-psikolojik ya da sosyo-psikolojik duyguların uyanması, bilinç üstüne çıkmasıyla meydana geliyor. Böyle olunca her sanat eseri değer kuramında sıraladığımız, duygulardan birini aşılayan değil, bilinçaltında yaşayan türlü duyguları canlandıran, bilinç üstüne çıkartan bir teknik demektir.”
Düşünmek, yaratıcı düşünme için bir ihtiyaçtır.
Sanat ile yaratıcılığı güçlü bir şekilde birleştiren şey akıldır.
Sanat; güzellik, mükemmellik, uyum ve düzen yaratır.
Fantezilerden doğan, ulaşılmaz olan, ilk bakışta görülmez olan şeyleri bize görünür kılar.
Zevk ya da hoşnutsuzluğa ifade kazandırır
YARATICILIK
Kavramlar ve Tanım
Yaratıcılık kavramının Batı dillerindeki karşılığı “kreativitaet, creativity”dir. Latince “creare” kelimesinden gelir. Bu kelime, “doğurmak, yaratmak, meydana getirmek” anlamındadır (SAN, 1985).
Günümüzde yaratıcılık, sanatta olduğu kadar, bilim ve teknikte de önem kazanmıştır. Bu sebeple, son yıllarda yaratıcılık, bilim adamlarının, tanımlamaya çalıştıkları bir kavram olmuştur (RAZON, 1990). Psikoloji alanında yapılan çalışmalar ve bu çalışmalardan elde edilen sonuçlar, kavram ve tanım hakkında yeni değerlendirmeler ortaya koymuştur. Ancak yine de yaratıcılık, psikoloji alanının tanımlanması zor kavramlarındandır. Yaratıcılığın, her alanda ve herkes tarafından bir davranış biçimi olarak sergilenebileceği düşüncesinin belirlenmesi, kavramı tanımlama konusunda çeşitliliğin oluşmasına sebep olmuştur.
Pek çok araştırmacı yaratıcılığı tanımlamaya çalışmış; kimisi yaratıcılığı bir sezgi süreci olarak benimsemiş, kimisi ölçüm ve kişilik üzerinde durmuştur. Bu tanımlamalar, daha çok, tanımlamanın yapıldığı alanlara göre değişiklikler göstermektedir.
Yaratıcılığın tanımlanmasında diğer bir inceleme şekli de süreç üzerinde durularak geliştirilmiştir. 1926’da Wallas, yeni beliren bu düşünceyi a) hazırlık, b) tasarım/kuluçka, c) düşünce geliştirilmesi, aydınlanması ve d) gerçeklik denetimi evrelerine ayırmıştır. Harmon’a (1956) göre yaratıcı süreç, ortaya yeni bir şey çıkaran herhangi bir süreçtir: Bu, bir fikir, bir nesne, yeni bir biçim ya da eski öğelerin değişik bir düzenlemesi olabilir. Harris (1959) ise, yaratıcılık sürecini altıya ayırır: a) gereksinmeyi gerçekleştirme, b) bilgi toplama, c) etraflıca bir konu üzerinde düşünme, d) çözümler hayal etme, e) gerçekliğini tesbit etme ve f) düşünceleri işleme çevirme.
Süreç yaklaşımını vurgulayanlar arasında ressam, edebiyatçı, heykeltıraş, müzisyen gibi sanata yönelik kişiler görülmektedir. Yaratıcı kişi, yaratıcılık sürecinde davranışları konusunda içten bir anlayış ve sezişle, kendine özgü yeteneğini arttıracak bilgeliği elde eder. Bu görüşe göre, yaratma anındaki psikolojik düşünce yapısı ve çerçevesi en iyi ölçüt olarak kabul edilmektedir (ROUQUETTE, 1994; YAVUZ, 1996).
Ölçüm yöntemini uygulayanlar arasında en başta Guilford anılabilir. Guilford (1950), dar anlamda yaratıcılığı, yaratıcı kişilere özgü olan niteliklerin incelenmesini önerir. Yaratıcı yetenekler, o kişinin söz konusu etmeye değer bir yaratıcılık ortaya çıkarıp çıkaramayacağını belirler. Guilford, yaratıcılığın, bilişsel yetenek türlerinin oluşturduğu testlerde yansıdığına inanır. Bu testler, uygulamalarda kişinin o konudaki yetersizliğini ortaya çıkarır (YAVUZ, 1996).
Yaratıcılığın bilimsel incelenmesinde kişilik kavramının önemli bir yeri vardır.
Bu araştırmalar; yaratıcı davranışta güdülenmenin incelenmesi ve yaratıcı kişilerin yaşam biçimlerine ait özellikleri, olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Birincisi, yaratıcı davranışın, kişinin çevresiyle olan ilişkilerinde kişinin tüm yetenek güçlerinin gerçekleşmesini sağlayan bir oluşum görüşü; ikincisi ise, bastırılmış ya da kişinin kabullenemeyeceği tepilerin etkisinde yer alan yan ürün oluşumu, görüşüdür (YAVUZ, 1996).
Aktüel yaratıcılık ve potansiyel yaratıcılık ayrımına giden Lowenfeld'e göre yaratıcılık, bireylerin değişken miktarlarda sahip oldukları ve durumlara bağlı olarak az çok ortaya çıkmaya elverişli bir tür özelliktir. Bir başka deyişle, kendini göstermek için uygun koşullarla karşılaşması gereken kişide bulunan bir potansiyel güç söz konusudur. Çok sayıdaki yaratıcılık testlerinin ortaya konmasının kökeninde de aynı görüş bulunur. Çeşitli teorik yaklaşımlar da bu yönelişten esinlenirler ve onu rafine ederler (ROUQUETTE, 1994).
Tanım denemeleri ve tartışmaları 1950-1985 yılları arasında kesintisiz devam etti. Son zamanlarda yaratıcılığı, tahlil ve arşiv çalışmalarından elde edilen verilere dayanan zihinsel süreçler veya kişilik özellikleriyle tanımlamak yerine, ortaya çıkan özel davranışların sonuçlarına (ürüne), bu özel davranış alanlarıyla ve yaratıcılık konusuyla ilgili olan kişilerin verdiği hükümlere bağlama eğilimi, literatüre hakim olmuş gibidir.
Yaratıcılık üzerinde önemli araştırmalar yapmış olan Torrance, yaratıcılığı şöyle tanımlamaktadır: “Sorunlara, bozukluklara, eksik bilgilere, kaybolmuş unsurlara, uyumsuzluklara karşı duyarlı olma; zorluğu tanıma, çözümler arama, tahminler yapma ya da yeni varsayımlar kurma, bunları değiştirme veya yeniden deneme ve sonuçlarını inceleme” (HAENSLY ve REYNOLDS, 1989). Vernon ve diğerlerine (1977) göre yaratıcılık: “İnsanın sosyal, manevî, estetik, bilimsel ve teknolojik değeri olduğu kabul edilen yeni fikirleri, görüşleri, buluşları veya artistik objeleri üretme kapasitesidir”.
Barlett’in “ana yoldan ayrılma, deneye açık olma, kalıplardan kurtulma” şeklindeki yaratıcılığı tanımlamasının yanı sıra, daha çok sanat alanındaki yaratıcılık üzerinde duran Read, yaratıcılığı ”önceden biçimi ve hiçbir yüzü olmayan bir şeyin varlık kazanması” şeklinde tanımlamaktadır. Landau’nun yaratıcılık tanımı ise şöyledir: “Daha önce kurulmamış ilişkiler arasında ilişkileri kurabilme, böylece yeni bir düşünce şeması içinde, yeni yaşantılar, deneyimler, yeni fikirler ve yeni ürünler ortaya koyabilme becerisi”(SAN, 1985).
Dikkat edilirse, hangi tür tanım olursa olsun, her tanımın içinde “yeni” ya da “yenilik” gibi kavramların ortak olarak kullanıldığı fark edilecektir. Öyleyse yaratıcılık, bilinenin, alışılmış ve kalıplaşmış olanın tam karşıtı olan bir davranış biçimi ya da düşünme sürecidir. Bu süreçte bilinene, tekrara, alışılmışa, kurallara ve sınırlara yer yoktur
SANATTA YARATICI DÜŞÜNME
Sanat Eğitiminde hayal gücünün görsel kayıtlarla zenginleştirilip araştırmaya yönelinmesi ve değerlendirmeler söz konusudur. Yaratıcılık evrenseldir, farklılıklarına karşın herkeste bulunabilir. İşte bunun eğitimle geliştirilmesi söz konusudur.
Bunun için çevreye, insana duyarlı olmak gerekir. Bu duyarlılık yaratıcılığı da beraberinde getirecektir mutlaka.
Görme, anlama, ilişkilendirme, merak yeni doğumların nedenidir.
İşte bu da doğru bir eğitim anlayışına tabii tutulduğunda doğumun sağlıklı olmasına neden olacaktır. Yoksa doğum baştan değil ayaklardan başlar.
Öğretim elemanı, anlatmanın çeşitli yolları olduğunu vurgulama rehberliğinde bulunurken hoşgörü çerçevesinde de öğrenciyi özgür bırakabilmelidir.
Tüm bunların çok küçük yaşlarda başlaması gerekir ki yaratıcılık konusunda başarı artabilsin. Düşüncenin, yaratının değeri çok erken yaşlarda verilmelidir. Yaratıcı süreç de her şeyde olduğu gibi gereksinmeler çerçevesinde varlığını sürdürür. O halde öğrenciyi doldurmak değil; gereksinmelerine yanıt aramak, aramasına olanak tanımak daha doğru olur. Şunları hiçbir zaman akıldan çıkarmamalıdır; tüm bireyler değişik alanlarda yaratıcı yetilere sahiptir. Herkesin ilgi alanı gibi yaratı alanı da farklıdır ve yaratıcılığa giden yol gereksinmeden, duyarlılıktan geçer. Yeni yöntemler sınanırken, doldurma yerine ilgi ve kapasite farklılıkları hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Öğretim elemanı bunu hep canlı tutmalıdır. Bu olguyu zenginleştirmek aileye ve öğretim elemanlarına düşer. Yapıcı eleştiri de olumlu tavır için bir göstergedir doğrusu. SLOVHOVER, yaratıcı sürecin bir düş yolculuğu olduğunu her an ortaya çıkacağını savunur. Sanat ve kültürde yaratıcı süreç simgeye çevrilir. Eğitim sürecinde de gerçekleştirilen budur. FREUD, insan zihninde şiirsel bir güç olduğuna inanır. JUNG, yaratıcılığı bilinçaltına dayandırır. RANK’ a göre ise; sanatçı, irade ve işlem adamı, başka bir deyişle yaratıcıdır. Ama tüm bunların kaynağı ne olursa olsun yaşam ve ölüm her şeyi belirliyor galiba. Ölümsüz olabilmenin tadı sanatta doyasıya var. Var olmanın dayanılmaz hafifliği gibi, sevginin paylaşımı, yaratılanların paylaşımı; işte gerçek olan bu. Önemli olan bunun doğumunu ve gelişimini sağlıklı yapabilmektir. Ailede başlayan bir şeyler olmalı; çocuğun yapısına, farklılığına değer verme gibi.. Bu örüntü, eğitimde sağlıklı bir şekilde devam etmeli. Çünkü J. DEWEY’e göre “eğitim sosyal değişime açılan bir yoldur”. Daha iyiye, daha güzele, daha insansılığa yürüme gerekliliği, kaliteli bir yaşamın denek taşlarıdır. Dünyanın % 70’i su, insan vücudunun%70’i su olduğu gibi dengede olunca günlük yaşam, ya da kağıda, tuvale, mekana, sese, devinime dönüştürülen yaratı yerini bulacaktır. Tıpkı vücudun biyolojik yaşamını sürdürebilmesi için ne istediğini bilmesi gibi. Bunlar özgüvenle gerçekleşir. Demek ki eğitimin ereklerinden biri de öğrenciye özgüvenini sağlamaktır. Bu da bireysel eğitimle olacaktır, kitle eğitimiyle değil. “Yaratıcılığı ortaya çıkarmak ve geliştirmek için bir tür sorun çözme olarak ele alındığında, yaratıcılığı etkileyecek ve deneysel olarak kullanılabilecek değişkenler üzerinde durulması yarar sağlayacaktır”. (Halide S.YAVUZ) Bu durumda Sanat Eğitiminde öğrenciyi araştırmaya yönlendirmek en doğru yöntemlerden biri olacaktır. Bunun beslenmesi de çok önemlidir. Okuyarak, gezerek, izleyerek vs.
Yaratıcı bireyin özelliklerinden birkaçı;
· Başarılıdır,
· Yaratıcı insan düzen gereksinmesi ile güdülüdür. BARON (1958)
· Meraklıdır
· Öz kanıtlama içersindedir.
· Özgürdür
· Yüksek üretim gücüne sahiptir
· Kuşkuludur
· İlgi alanları çok yönlüdür
· Estetiksel yargı içindedir
· İçe dönük bir yapısı olabilir
· Coşkuludur
· Önsezilidir
· Etkileyendir.
Sanat Eğitimi; bireyin duygu, düşünce ve izlenimlerini anlatabilme yeteneklerini ve yaratıcılık gücünü estetik bir düzeye ulaştırma amacıyla yapılan tüm eğitim çabasına denir. Böyle bir çalışma bireyler arası diyalog sağlar ve eşit hakları amaç edinir. İçinde özgürlüğü taşıdığı için sanat, toplum normlarıyla çakışma gösterir, bu da yaratıcılığa temel sağlar. Bireyin sessizliğini giderir; yetilerini harekete geçirerek kendilerine güven sağlamak Sanat Eğitimi ile gerçekleşir. Sanat Eğitimi ikilidir. Sanattan anlayan, onu seven, bilinçle izleyen bireyler yetiştirmenin yanında sanatı yaşam biçimi yapacak bireylere hitap etmek ve sanatçıya çalışma ortamı hazırlamaktır amaç. Eşit hakların sağlanmasında Sanat Eğitimi salt düşünce oluşumu değil, aynı zamanda bir öğrenme sürecidir. Bu hakların sayılması bireyin başarılı bir toplum yapısında yükselme şansını artırır. Ona uğraşlarında objektiflik kazandırır. Sonuçta Sanat Eğitimi; estetik duyarlılık kazandırır. Duygu ve düşüncelerin başka insanlara bu yolla ulaşmasını sağlar. Öğrencinin zihinsel ve algısal yetileri gelişir. Yaratıcı bir düşünce tarzı kazandırır. Sürekli çevresini sorgulayan, eleştiren ve değerlendiren bireyler yetişir. Bu bağlamda sanat eğitimini gerekli kılan etmenleri de şöyle sıralayabiliriz.
Toplumsal neden; günümüzde Sanat Eğitimini gerekli kılan en önemli neden; toplumun giderek sanayileşmesi ve insanların mekanik bir ortama yöneltilmesi sonucu bireye duygusal bir takım değerler yüklemedir. Sanat Eğitimi; doğa, madde ve insan arasında ilişki geliştirmeyi sağlar.
Psikolojik neden; bireyi, üstün kılan tasarım ve yaratma yeteneğidir. Sanat Eğitimi bu yetiyi en özgür uygulama alanıdır. Yaratma olayı psikolojik olarak algılamaya yöneliktir. Algı, duyu organlarımız yoluyla çevre hakkında edindiğimiz bilgilerin toplanması ve yorumudur. Ancak bireyde bulunan yaratma gereksinmesi kısıtlanırsa ruhsal yönden uyumsuz bir insan haline döner. Halbuki Sanat Eğitimi; algılama, yaratıcı düşünme - hayal gücü geliştirilme, analiz ve sentez, yaratıcı problem çözme ve yorumlamayı içerir.
Estetik neden; estetik, bireyde ayırt edici kuvvettir. Bu, seçme olayını da beraberinde getirir. Bu da Sanat Eğitimini gerekli kılar.
Yaşamın getirileri ve sorunları yaratıcı süreçle çözümlenebilir. Bu, Bilim Eğitiminde de böyledir, Sanat Eğitiminde de ve yaşamın içinde de. Bu bağlamda Sanat Eğitimi, okullarımızın ilkinden sonuncusuna kadar verilmelidir.
Sanat Eğitiminin yorumuna dair:
SANAT EĞİTİMİ, bireyin duygu, düşünce ve izlenimlerini anlatabilmede yeteneklerini ve yaratıcılık güncünü estetik bir düzeye ulaştırmak amacı ile yapılan tüm eğitim çabasına denir.
Sanat eğitiminin bir başka yararı da kişisel bütünleşmedir. Bu, sanatın ara sıra sembolik ifadeler aracılığıyla gerilimleri azaltması yönündeki katkısıdır.
Sanat eğitimi, teknik becerilerin gelişmesini de sağlar. Resim ya da çizimle de, müzik ya da diğer bir güzel sanat dalında da beceri kazanma aracı olmasıdır.
SANAT EĞİTİMİNİN GEREKLİLİĞİ
· Uygar bir toplum yaratır
· İnsan ruhunu yüceltir, ruhsal gereksinmeleri doyurulur
· Dengeli bir birey yaratır
· Zihinsel yetileri geliştirir.
· Kendine güvenen insan yetiştirir.
· Teknolojik yoğunlaşma karşısında denge oluşturur.
Sanat eğitimindeki değişmeler, toplumdaki bilimsel, teknolojik, kültürel, siyasal değişmelere de bağlıdır. Aynı biçimde bir toplumsal kurum olarak “okul” ve bir toplumsal bilim ve düzence olarak “eğitim” de değişime uğrayacaktır ve uğramaktadır. Sanat eğitimi, öğrenme süreçlerinin en iyi biçimde düzenleyip yönlendirdiği sanat etkinlikleri sürecinin sonunda katılanlar, dolaysız olarak yaşadıklarının ve denetlediklerinin birer yaratıcı anlatıma kavuştuğunu, “kendini ifade”, “kendini gerçekleştirme” olgularının gerçekleştiğini görürler. Gerçekle, madde ile dolaysız olarak kurulan bağ, hem gerçeklerin hem de benzer süreçlerden geçen her türlü yaratmanın, özellikle sanat ürünlerinin anlaşılıp değerlendirilmesini ve yorumlanmasını güçlendirir. Bu tür etkinlikler; eski ve yeni sanat yapıtlarının incelenmesi, sanat akımlarının, onların üsluplarının ve ünlü sanatçıların tanıtılması gibi bilgilerle de desteklenir. Böylece hem üretici hem alıcı, yani sanat tüketicisi için de dengeli bir yetişme sağlanır.
Sanat eğitimi, eğitim-öğretim çocuğun imgeleminin canlı tutulup yaratıcılığa çevrilebileceği biçimde tasarlanmalıdır. Yeteneklerin çeşitliliğini hesaba katmayı bilen, derinliğine bir öğretim gereklidir. Çünkü yaratıcılık, aklı da bir dereceye kadar kullanarak birtakım tekniklerin kazanılmasına bağlıdır.
Sanat eğitiminden, salt görsel ve plastik alandaki eğitim değil, tüm ifade tarzlarını kapsayan bir eğitim anlaşılmalıdır. Bilinç, yargılama ve usa vurma güçlerinin aslında zekaya dayalı tüm duyumların ve duyguların eğitimidir. Bireyin nesnel dünyadan edindiği algılar ve bunlara ait imgeler yanında, içten gelen ve herkeste bulunan imgelerle, alt-bilinçte oluşan imgeler bulunur. Bunlarda bir tür anlatım biçimi, dili olup, sanat etkinliğinin temel öğelerindendir ve bunlarda eğitilebilirler. Eğitimin genel amacı, her bireyde kişiliğin gelişmesine yardımcı olmaktır. Bunu gerçekleştirmek için de Sanat Eğitimi-estetik eğitim şarttır.
SANAT EĞİTİMİNİN AMAÇLARI:
· Tüm algı ve duyum tarzlarının doğal yoğunluk ve yeğinliğini korumak,
· Çeşitli algı ve duyum tarzlarının birbiriyle ve çevresiyle bağlantısında uyum sağlamak,
· Duyguların anlaşılabilir, paylaşılabilir biçimde anlatımını sağlamak,
· Zihinsel yaşantıların anlaşılabilir biçimde anlatımını sağlamak (düşünce, duygu, duyum, sezgi). Bunların eğitilmesi, kişiliğin gelişmesine neden olacaktır. (READ)
Sonuçta, iyi bir okul önemlidir. Ama ondan daha önemli olan bireyin kişiliğidir. Bu nedenle iyi bir okuldan vasat, kötü bir okuldan ise iyi bir şekilde mezun olunabilir. Nitekim eğitimci yetiştirme amacı taşımayan Sanat okullarından mezun olanlar sanatçı olarak yetiştirilmezler. Bu, insanın kendisindedir, içindedir. Gelişmesi okulda olur, kararı kendisine aittir. Bunun ekimi anne karnında başlar, çevrenin doğru yönlendirmesiyle gelişir. Bunun için eğitim özellikle Sanat Eğitimi doğru ve bireysel bağlamda verilirse yaratıcılık gelişir, mezun olanların alımları yeterli ve kendi gelişimine açık olur. Demek ki başkalarının peşinden giden değil kendi olanlar yaratıcılığa açıktır. Buna olanak tanıma veya tanımama, eğitimciyi ilgilendirir öncelikle. Tabii anne de bir eğitimcidir. Bu anlamda annenin eğitimi de çok önemlidir.
YARATICILIK VE
EĞİTİM SİSTEMİMİZDEKİ BOYUTU
Yaratıcılık, eleştirel bakmak, yeni önermelerde bulunmaktır. Daha önce aralarında ilişki kurulmamış nesneler yada düşünceler arasında ilişki kurulmasıdır. Alışılmışın, bilinenin dışında, farklı, yeni, özgün olmak, problemi görmek, farklı çözüm yollarından giderek yeni sonuçlar çıkartmaktır. Yaratıcılık dünyayı, kendimizi değiştirme eylemliliğidir. Sanatsal yaratma, değiştirme sürecinde öznel iç yaşantının farklı dışa vurumudur. İnsanın deneyimleri, duyarlılığı, algılama tavrı ile yeniden üretimi gerçekleştirmesidir. Öznelin nesnelle diyalektik buluşmasında yeni ilişkilerin bulunması, keşfedilmesidir. Rüyalar, hayal gücü, espri ve düşünsellik, dikkat, yargılama, uslamlama sonucu oluşturulan eylemde sonuca farklı yollardan ulaşmadır yaratıcılık. Yaratıcı insan, yaratıcı süreç içinde geçmişinden, entelektüel birikiminden, deneyimlerinden,algılarından, hayal gücünden yararlanarak, çevresini bu bağlamda değerlendirip aktarma yetisi çerçevesinde sezgi ve araştırma ile özgürce yaratıcı ürünler, yapıtlar oluşturur, farklı önermelerde bulunur. Bu nedenle mevcut olaylar, kuramlar yeniden ele alınır, ancak bakış açısı farklıdır. Gidilen yol orijinaldir. Varılan sonuç özgündür. Bu duyarlılık sürecinin sonucunda yenilik vardır.
Yaratıcılık sanat yapıtında olduğu kadar, bilimde ve güncel yaşamda da geçerlidir. Corbusier, “yaratıcılık sabırlı bir araştırmadır” demiştir. Bilgi ve deneyim birikiminden yararlanarak sentezleme sonucu yeni ürünler ortaya koymak gerekir yaratıcılık söz konusu olduğunda. Birbiriyle farklı olan, ilişkisi olmadığını sandığımız şeylerin ilişkisini kurmak ve yeniyi yaratmak gerekir. Matisse, “görmek yaratmanın başlangıcıdır” demiştir.
Yaratma bir serüvendir, bir heyecandır, bir duyarlılıktır, kuvvetli bir hayalgücüdür. Bunun için de görmeyi bilmek gerekir. Gözümüzden kaçırdığımızı bilgiyle yakalamalıyız. Bu nedenle bol bol okumalıyız. Türkiye’de bu konudaki eksiklik, okuma alışkanlığının azlığı yürekler acısı bir konudur. İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesinde görevliyken ilk bir iki yıl bir şey çok dikkatimi çekmişti. Lüleburgaz’dan gelen öğrencilerin çok güzel okuma alışkanlığı vardı. Hem de güzel kitaplar, yazarlar okuyorlardı. Sorduğumda Yazın öğretmenlerinin yönlendirdiğini söylemişlerdi. Hep o Yazın öğretmeniyle tanışmak ve kutlamak istemişimdir. Ne güzel bir devrim yaratmış . Gerçi yine de A. Güzel Sanatlar Lisesinde olan çocuklar, düz lisede okuyanlardan daha çok okuma alışkanlığına sahiptiler. Sanat kültür getirir. O lisede dikkatimi çeken başka bir şey daha vardı. Bunu da, çok çalışkan bir öğrencimde yaşamıştım.
Her dersime ( Grafik Tasarım, Temel Sanat Eğitimi ) girdiğimde ilk soru olarak, şu sıralar ne okuyorsunuz, kitabın adı, yazarı hatta yayınevini sorardım. Öğrencinin biri seçtiği yazarın tüm kitaplarını okurdu hep. Ben ayrıca gittikleri sinema, tiyatro, sergi konferans ve saydam gösterilerini de sorardım. Aşağı yukarı bunları da takip etmesine karşın farklı olaylar arasında ilişki kuramaz, bir görsellikteki ( film ) alıntıları diğer bir alana, Grafik Tasarımdaki araştırmalarına harmanlayarak eklemleyemezdi. Çok çalışkan olduğu için kurtarıyordu bazı şeyleri... Demek ki tüm bunlara karşın bazı şeyler vardı eksik kalan, kendisine verilmeyen, alıştırılmayan. Bu nedenle doğuştan gelenlerin yaşantıda yeşertilmesi çok önemli. Yoksa o güzelim yetiler yok olup gidiyor.
Yaratıcılık kendini tanımayla başlar. Bizler ise tüm dünyayı sorgularız, bunu doğruda yaparız ama bir kişiyi sorgulamayı unuturuz. Kendimizi. İçinden geleni yapmak gerekir yaratım adına Ancak bizler “elalem ne der” diye yetiştirilmişizdir çoğu kez. O baskıyla saklarız içimizdeki çocukluğu, güzelliği, hayalleri, ütopyaları... Esprili, neşeli olmak hafif olmakla karıştırılır bazen de. Tıpkı samimiyetin laubalilikle, özgürlüğün laçkalıkla, disiplinin despotlukla karıştırılması gibi. Halbuki espride yaratmanın ta kendisidir.
Farklı düşünmek insanı toplumdan soyutlar diye korkarız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder