Translate

30 Aralık 2020 Çarşamba

ISPARTA'NIN AYDINLIKÇI REİSİ: MEHMET ALİ TÜFEKLİ

 

           
        Ruhun Şad Olsun Yiğit Savaşçı
            "Her zaman idolüm oldun"


 Benim çizdiğim bir karakalem portresi...

(Dayım Mehmet Ali Tüfekli 

Doğu Perinçek'in kaleminden)


ISPARTA'NIN AYDINLIKÇI REİSİ: MEHMET ALİ TÜFEKLİ

 “Çukurova bayramlığın giyerken, Çıplaklığın üzerinden soyarken, Şubat ayı kış yelini kovarken, Cennet dense sana yakışır dağlar” Karacaoğlan’ın Çukurova şiirinde cenneti yakıştırdığı dağların yamacında dokuz köy yerleşiminin bulunduğu Tapan’ın Paşalı Köyünde dünyaya geldiğinde takvim yaprakları 16 Ocak 1945’i gösteriyormuş... 

 TÜFEKLİ DEDELERİN SOYADI ARMAĞANI

 İstiklâl Savaşı yıllarında dedeleri tüfek yaptıkları için, sülalesi 60 Tüfekliler olarak anılıyor. 1934 yılında çıkarılan Soyadı Kanunu üzerine Tüfekli soyadını alıyorlar.

 Mehmet Ali’nin soyadı İstiklâl Savaşı mirası. 

 Oğlu Bora Tüfekli anlatıyor babasını: “Toroslar’ın yetiştirdiği onca devrimcinin ısrarcı, inatçı, kararlı ve bir o kadar naif ruhunu babamda gördüm hep... 

Askerlikten gelen sert duruşunun altındaki insancıl yanı, sanatçı Ruhu, onu yakından tanımaya başlayanları önce şaşırtır ve heyecanlandırır, sonra da onun nazarlığı oluverir... 

 “Bir çocuğun kendisini tanımaya başladığı yıllarda kendisine edindiği rol model babadır hep... 

Ben de paylaşmayı, bölüşmeyi, haksızlıklara karşı dövüşmeyi babamdan öğrendim."

  “Hayatı kendi içimde anlamlandırmaya çalıştığım yıllarda sık sık evimize gelen misafirler, babamın her hafta saatlerce notlar alarak okuduğu 2000’e Doğru dergisi, televizyonda bazen hafif küfürlerle izlediği tartışma programları geliyor aklıma..." 

 “Sisteme boyun eğmeyen insanların bilinen özelliklerinin yanı sıra; onun yapıcı, öğretici, bıkmadan, usanmadan anlatan, ikna etmeye çalışan ve çoğunlukla başaran yönüne hep imrenmişimdir.”

 HER GÖNÜLDE İZİ VAR

 Isparta’da onu herkes “Aydınlıkçı Reis” olarak tanır... 

Her ilçesinde, her beldesinde, her köyünde, her mahallesinde, her dağında, her taşında, her gönülde izi vardır Aydınlıkçı Reis’in... 

Astsubaylıktan ayrılıp fotoğrafçılık yaptığı yıllarda elinden düşürmediği piposu ve öncü tavırları nedeniyle arkadaşları ona “Reis” demişler. 

“Aydınlıkçı Reis”.

 1965 sonrasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nde Mustafa Kemal’in astsubayı. 

 1970’lerin sonunda DİSK Genel İş’in Isparta Şube Başkanı, yaman bir sendikacı... 

Isparta Belediyesi’nin tarihindeki ilk grevin işçi önderi...

 TİKP’in İl Başkanı yiğit bir Aydınlıkçı... Isparta’da emek kalesinin, vatan kalesinin, namus kalesinin mazgallarında nöbetçi, yorulmayan savaşçı. 

 AYDINLIKÇI REİSİN GÜVENLİ BAKIŞI Aydınlıkçı Reis, şimdi yine yaman bir mücadelede, kanserle savaşıyor. 

10 Mart günü Isparta Şehir Hastanesi Yoğun Bakımında elinden tuttum.

 İki elimle kucakladım ellerini. Namuslu elin, üreten elin, güvenli elin sıcağı. 

Devrimci bileğin bükülmezliği. 

 Göz göze bakıştık.

 Bu dünyadan giderken, gözünün arkada kalmaması için nasıl bakılırsa, öyle baktım O’na. Gülerek yanıt verdi. Güven dolu bakışlarını bırakıyordu bize. Biliyorum Aydınlıkçı son nefesinde hep bu dünyadan gidişini değil, yarınları düşünür. Umutlarını, özlemlerini emanet ettiği Partisidir aklında ve fikrinde olan. O’na bakışlarımla söz verdim. Bizden istediği oydu çünkü. Bu yazıyı o son nefesini vermeden yayınlıyorum. O çok iyi biliyor, emanetler kutsaldır. 

 HER ZAMAN EMEK VE PARTİ FEDAİSİ 

Hayatı hep mücadeleyle geçti Mehmet Ali Tüfekli’nin... 

Kimi zaman özelleştirmelere karşı düzenlenen bir yürüyüşün başında... Kimi zaman maaşlarını alamayan işçilerin hak mücadelesinde...

Kimi zaman çiftçiye konan kotalara karşı köy mücadelesinde... 

Kimi zaman mahkeme salonlarında vatansızlarla ve cumhuriyet yıkıcılarıyla hesaplaşmada...

 Kimi zaman Silivri duvarlarının önünde... 

 Ama her zaman eğilmeyen ve bükülmeyen. Her zaman insancıl ve fedakâr. Her zaman bilgi ve bilim peşinde. Her zaman Partinin fedaisi. Her zaman bir kahramanlık destanı. Şimdi Türkiye, kahramanlık çağına girmiştir. 

Mehmet Ali Tüfekli bıraktığı hatıralarla her zaman kahramanların önünde olacaktır. 

 DOĞU PERİNÇEK

24 Aralık 2020 Perşembe

Boris Leonidovich Pasternak

 Boris Leonidovich Pasternak

1890/1960 Moskova.

Rus şair, oyun yazarı, romancı, çevirmen. 



 1990 tarihli bir posta pulunda...

Çağımızın en büyük şairlerinden biri sayılmaktadır. 1920'lerde Rus edebiyat çevrelerinde "şairlerin şairi" unvanını alan sanatçı, SSCB'nin kültür politikasını yönetenlerle ile ters düşmüş ve şiirleri 1936'den itibaren ülkesinde yasaklanmıştı.Goethe, Rilke, Shakespeaɾe Paul Veɾlaine'in eseɾleɾini Rusça'ya kazandıɾmış çok başaɾılı biɾ çeviɾmendiɾ. 1957'de ilk defa İtalya'da yayımlanan Doktoɾ Jivago adlı ɾomanı ile tüm dünyada tanınan sanatçı 1958 Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık göɾülmüş, baskılar sonucu ödülü ɾeddetmiştiɾ.25 Ekim 1958 günü, Nobel'i ɾeddetmeden önce Moskova Edebiyat Enstitüsü tüm öğɾencileɾini Pasteɾnak'ı ve ɾomanını kınayan biɾ dilekçe yazmaya ve onu Sovyetleɾ Biɾliği'nden süɾülmesi iςin biɾ gösteɾi düzenlemeye çağıɾmıştı. Pasternak, Nobel Ödülü'nü ɾeddetmesine ɾağmen Sovyet basınında kınamalaɾ devam ettiği ve süɾgün edilmesi tehdidi süɾdüğü iςin doğɾudan Nikita Khɾushchev'e yazdı ve anavatanından ayɾılmasının kendisi iςin ölüm anlamına geleceğini söyledi. Bu mektup ve Hindistan Başbakanı Jawahaɾlal Nehɾu'nun müdahalesi sonucu yazaɾ vatanından süɾgün edilmedi. Jivago sonɾasında sevgi, ölümsüzlük, Tanɾı'ya kavuşma konulaɾında şiiɾleɾ yazdı. Bu şiiɾleɾi 1959'da kitaρlaştıɾdı aɾdından biɾ oyun yazmaya yöneldi. 30 Mayıs 1960'ta akciğeɾ kanseɾinden hayatını kaybetti.


18 Aralık 2020 Cuma

KARARSIZLIK ÖLDÜRÜR

 


Bir gün bir üniversitede profesör derse girer, bir tahta kutunun içerisine bir fare koyar ve kutuyu kapatır.

3 Gün sonra tekrar derse girdiğinde kutuyu açar.

Fare ölmüştür.

Kutunun dört bir tarafında fare tarafından kemirilmiş yüzlerce çentik vardır.

Kutuyu tüm öğrencilerine göstererek farenin niçin öldüğünü sorar.

Öğrencilerin bir kısmı farenin açlıktan, diğer bir kısmı susuzluktan, diğerleri havasızlıktan öldüğünü söyler.

Profesör öğrencilere bilemediniz, bu fare kararsızlıktan öldü der.

Bakın bu fare kutudan çıkmak için bir tarafı kemirmeye başlamış, daha sonra umudunu kesmiş diğer tarafı kemirmeye başlamış, yüzlerce yere çentik atarak enerjisini kaybetmiş ve ölmüştür.

''Eğer bu fare kutudan çıkmak için tüm enerjisini kutunun bir köşesini kemirmeye harcasaydı kutuyu delecek ve kurtulacaktı''der ve sonunda yorumu patlatır.

"Kararsızlık Öldürür."

17 Aralık 2020 Perşembe

MANASTIRLI HAMDİ

 


ATATÜRK’ÜN MASASINDA PİSLİK İÇİNDE BİR ADAM...VE GEÇİM SIKINTISIYLA ÖLEN BİR MİLLİ KAHRAMAN..

1920 yılının Aralık ayıydı.

Mustafa Kemal Paşa Ankara Ziraat Okulu’ndaki Heyeti Temsiliye Karargahı’nda dönemin önemli kişileriyle bir yemek masasındaydı

Hemen yanında, üstü başı pislik içinde, saçı sakalına karışmış gözlük camları bile kirli biri durmaktaydı..

Üstelik baş köşede..

Yemeğe gelenler, bu tanımadıkları adama garip garip bakıyor ve ‘aman değmeyelim’ der gibi uzağından geçiyordu..

Herkes meraktaydı..

Ne işi vardı bu adamın Mustafa Kemal’in yanında?.

Bu kıfayetle nasıl olurdu Atanın huzurunda?

Herkes masaya oturduktan sonra Mustafa Kemal bu meçhul kişiyi tanıttı.

“Efendiler, şu yaklaşmak istemediğiniz kişi pek azımızın görebildiği büyük hizmetler yapmıştır. Kendisine hürmet ve muhabbet borçluyuz. Bu adam kahraman, Manastırlı Hamdi’dir”

Evet..Manastırlı Hamdi’ydi o çulsuz(!) adam..

Mustafa Kemal’in dediği gibi bir kahramandı..

Tarih 16 Mart 1920..

Milli mücadelenin en kara günleri..

Saat 10.00 suları.

Ankara telgrafhanesinde Mustafa Kemal’e bir mesaj düştü..

“İngilizler bastı bu sabah, Şehzadebaşı’ndaki muzika karakolunu.

müsademe edildi. İşgal altına alıyorlar İstanbul’u şimdi. Berâyi malûmat arzolunur.

Manastırlı Hamdi”

Mustafa Kemal bir yanlışlık olup olmadığını anlamak için, metni bir kez daha okudu..

Sonra sordu.

“İşgal yerel mi, yoksa bütün İstanbul’u mu kapsıyor..Silahlı karşı koyma var mı?”

İstanbul ‘dan cevap geldi.

''Paşa Hazretleri, Harbiye Telgrafhanesi’ni de İngiliz deniz askerleri işgal edip teli kestiği gibi, şimdi bir taraftan Tophane’yi işgal ediyor, diğer taraftan da zırhlılardan asker çıkarıyorlar. Durum vahimleşiyor efendim. Sabahki çarpışmada 6 şehit ve 15 yaralımız vardır. Paşa hazretleri emirlerinizi bekliyorum…Hamdi”

Mustafa Kemal beklemeksizin talimatı verdi.

“Hamdi oğlum, benim imzamı kullanarak Edirne’ye Cafer Tayyar Bey’e, Bandırma Kolordu Komutanı Yusuf İzzettin Paşa’ya, İzmir Kumandanlığı’na vaziyeti haber ver. Sonra da durumu bana bildir”

Hamdi cevap verdi.

“Emredersiniz paşam”

Evet… Atatürk’ün o yemekte yanı başına oturttuğu üstü başı berbat, saçı sakalına karışmış o Hamdi, bu Hamdi’ydi..

İstanbul’un işgalini Ankara’ya bildiren Manastırlı Hamdi’ydi..

Mustafa Kemal’ın büyük Nutuk’ta sözünü ettiği Hamdi..

“Bu hamiyetli ve cesur, Manastırlı Hamdi efendi olmasaydı, İstanbul felâketinden kim bilir haber almak için ne kadar intizarlar içinde kalacaktık.. Kendisine borçlu olduğum teşekkürü burada açıkça ifade etmeyi millî ve vatanî görevlerimden sayarım” 

(Nutuk, Mustafa Kemal Atatürk)

İstanbul’da yüzlerce nazır, komutan, milletvekili, işgali Ankara’ya bildiremezken, ölümü göze alan telgrafçı Hamdi’ydi.

Nazım Hikmet’in destanlaştırdığı Hamdi’ydi.

Peki kimdi bu kahraman Manastırlı Hamdi?

Hamdi Bey, 1891’de Makedonya’nın Manastır kentinde doğmuştu..

O nedenle Manastırlı diyorlardı.

Ailesinin durumu iyiydi.. 1911’de Sırplar Makedonya’yı işgal edince İstanbul’a göç etmişlerdi.

Babası Ahmet Efendi öldükten sonra aile ekonomik açıdan dara girdi.

Manastırlı Hamdi Bey, günlerce iş aradıktan sonra, 1919’da İstanbul Merkez Postahanesi’nde (Bugünkü Büyük Postahane) telgraf memuru olarak göreve başladı.

Mustafa Kemal ile ilk tanışması, aslında İstanbul’un işgalinden önceydi..

1919’un sıcak bir Temmuz gecesi, Manastırlı Hamdi Bey nöbetteydi.

Birden makine çalıştı ve Erzurum İstanbul’u arıyordu..

Karşıdan, “İsmin ne?” sorusu geldi.

“Manastırlı Hamdi” dedi.

Erzurum’dan gelen “Ben Mustafa Kemal” mesajını görünce şok oldu.

1941 yılında Son Posta Gazetesine verdiği röportajda o anı şöyle anlattı:

“Onun adını duymamla birlikte yerimden fırladım. Fesimi düzelttim, ceketimin düğmelerini ilikledim ve emredersiniz paşam cevabını verdim”

Manastırlı Hamdi o günden sonra İstanbul’daki her gelişmeyi Mustafa Kemal’e iletiyor, onun talimatlarını diğer illerdeki komutanlara geçiyordu…

Artık Kurtuluş Savaşı’nın en önemli gizli habercisiydi..

İstanbul’un işgalini Mustafa Kemal’e haber verdikten aylar sonra İngilizler’e esir düştü..

Padişah yanlısı kendi vatandaşları ispiyon etmişti Manastırlı Hamdi’yi..

“Mustafa Kemal’e yardım ve yataklık” yapmak suçuyla idam mangasının karşısına çıkacaktı..

Ancak bir fırsatını bulup kaçtı..

Bu arada Mustafa Kemal, Manastırlı Hamdi’nin tutuklandığını öğrenir öğrenmez 56. Fırka Komutanı Bekir Sami Bey’e telgraf çekmiş ve kurtarılmasını istemişti..

Bunun üzerine İstanbul’daki gizli teşkilatla temasa geçilerek Manastırlı Hamdi Bey’in Anadolu’ya kaçmasına yardımcı olunması istenmişti.

Manastırlı Hamdi, bir kaç gün dinlendikten sonra İstanbul’daki Kuvvai Milli’nin yardımıyla Mudanya’ya gidecek bir gemiye bindirildi.

Geminin kaptanı da Kuvvai Milli’liydi ve onu kiraz küfelerinin arasına gizledi..Üstünü de küfelerle örttü..

Tehlikeli bir yolculuk sonrası önce Mudanya’ya, ardından Eskişehir’e, son olarak da Ankara’ya ulaşabildi Manastırlı Hamdi..

Mustafa Kemal’in yemeğinde üstünün pislik içinde olmasının nedeni de bu yolculuktu..

Sonra Kurtuluş Savaşının bir çok cephesinde görev aldı ve her gelişmeyi Ankara’da aktardı.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Hamdi bey İstiklal Madalyasıyla onurlandırıldı..

Soyadı kanundan sonra ismi 16 Mart nedeniye Hamdi Martonaltı oldu. (Mart Onaltı)

Ankara Merkez Postahanesinde çalıştıktan bir süre sonra evlenerek Konya’ya yerleşti.

Mustafa Kemal her Konya’ya gittiğinde Hamdi beyi ziyaret etti, ilgilendi..

Mustafa Kemal öldükten sonra İsmet İnönü de bir süre arayıp sordu Hamdi beyi..

Ancak, 1942’nin başında ciğerlerinden rahatsızlandı.

Kışın İstanbul’da tedavi olmak zorundaydı ve maaşı buna yetmiyordu..

Geçim sıkıntısına düşünce, dönemin Konya valisi Cemal Bardakçı’ya başvurarak iş istedi.

Oysa hastalığı nedeniyle çalışacak durumu bile yoktu..

Vali onu Akşehir’in Turgutlu bucağına nüfus memuru olarak atadı…

Bir iki yıl sonra da 9 Aralık 1945 günü Konya’da vefat etti ve sessiz sedasız Konya Musalla mezarlığına gömüldü.

Son nefesini verdiğinde ailesi ay başını zor getiriyordu..

Bugün bir vatanımız varsa, bu Manastırlı Hamdi ve onun gibi binlerce kahramanın sayesindedir..

Kara Fatma’nın, Sütçü İmam’ın..

Karayılan’ın Kambur Kerim’in..

Zeybeklerin, Efelerin, çetelerin..

Yüreğini vatan sevgisiyle doldurup, ölümü hükümsüz kılan yüzlerce isimsiz neferin..

Hatta Hindistanlı kölelerin..

Bu vatan onların sayesinde işgalden kurtuldu..

Bu insanların kanlarıyla, canlarıyla kuruldu o Cumhuriyet..

Ama biz onları unuttuk..

Dikkat edin, çoğu geçim sıkıntısıyla öldü bu insanların..

Okul kitaplarımız yazmıyor onları..

Tarih yazmadı..

Yazsa bile, bir iki cümleyle geçiştirdi..

Filmleri de yapılmadı.

Yeni nesilden kim biliyor adlarını?..

Kim anıyor, ölüm yıldönümlerini?..

Gördünüz mü, mezarlarına gidip bir fatiha okuyanını.

Mekanları cennet olsun. Nurlar içinde yatsınlar.

(Alıntı : Sedat Kaya)

4 Aralık 2020 Cuma

DR. REŞİT GALİP

 



Çankaya sırtlarında oturan Ankaralılar, şehre Reşit Galip Caddesi’nden geçerek inerler. Pek azı bu ismin kim olduğunu bilir. Bu bilinmezlikte belki Dr. Reşit Galip’in 41 yaşında göçüp gitmesi rol oynamıştır, belki de İnönü’yle yıldızının hiç barışmaması… Rodos’ta doğan Reşit Galip, ortaokulu bitirince kardeşiyle bir sandala binip Marmaris’e gelmiş. Liseyi İzmir’de okumuşlar. Kardeşi Hüseyin Ragıp (Baydur) diplomatlığı seçip büyükelçilik yapmış. Reşit Galip ise İstanbul Tıp’a gidip doktor olmuş. Öğrenciyken gönüllü olarak I. Dünya Savaşı’na katılmış. Kafkas Cephesi dönüşü öğrenimini tamamlayıp fakültede asistanlığa başlamış. 1923 Mart’ında, hekimlik yaptığı Mersin’e Mustafa Kemal Paşa geldiğinde Paşa’nın huzurunda konuşmuş ve gözlerine doğru bakarak şöyle demiş: ‘Muhterem Gazi, sen yalnızca bu milletin bir kahramanı değilsin, sen bunlardan çok daha büyüksün. Sen bu milletin bir ferdisin. Senin birinci büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmendir.’ Herkesin yüceltme yarışına girdiği günlerde Gazi’yi ‘milletin bir ferdi’ sayan 30 yaşındaki bu hatip, herkesin dikkatini çekmiş. Tabii en çok da Gazi’nin… Kemal Paşa ona milletvekilliği önermiş ve Dr. Reşit Galip, Ocak 1925’te Meclis’e girmiş. Bir süre İstiklal Mahkemesi üyeliği yapmış. CHP İdare Heyeti’nde görev almış. Türk Ocakları’nda, Halkevlerinde çalışmış. Yine Atatürk’ün isteğiyle Serbest Fırkaya girmiş. Ve Atatürk’ün sofrasına oturmuş. Onu bakanlığa taşıyan süreç de o sofrada başlamış. Bu sofra sahnesi pek çok tanığın anılarında vardır: 1931 sonbaharıydı. O geceki tartışma, Milli Eğitim Bakanı Esat Mehmet’in bir yakınmasıyla başladı. Esat Mehmet, Atatürk’ün Harbiye’den ‘Tabya Öğretmen’iydi. Kazım Özalp’in ‘Atatürk’ten Anılar’ kitabında (T. İş Bankası Y., 1992, s. 48-49) yazdığına göre konu, kız öğrencilerin kıyafetinden açıldı. Esat Mehmet, ‘kızların kısa etek, kısa çorap ve kısa kollu gömlek giymelerini uygun görmediğini’ belirtti. Bir tamim yayınlayıp daha kapalı giyinmelerini isteyeceğini söyledi. Bunun üzerine Reşit Galip söz aldı: ‘Yanlış düşünüyorsunuz beyefendi’ dedi. ‘Bu bir geriliktir. Kadınlar eski durumda yaşayamazlar. inkılaplardan en mühimi, kadınlara verilen haklardır. Başka türlü, Batılılaşmakta olduğumuzu iddia edemeyiz.’ Sofra gerildi. Gazi, vekilini zor durumda bırakan bu çıkıştan hoşlanmadı. ‘Bu konuyu uzatmayalım. Kısa çorap giyip giymemek çok önemli değildir, sonra tartışırız’ dedi. Ama Reşit Galip alttan almadı. ‘Af buyurunuz Paşam! Bu, inkılap ve zihniyet meselesidir! . Müsaade buyurursanız fikrimizi söyleyelim. Hatta daha ileri giderek diyeceğim ki, sizin huzurunuzda bu sofrada inkılapları zedeleyeceği icraattan bahsedilmesi küstahlıktır, hoş görülemez.’ Reşit Galip’in tartışma yaratmasının özel bir nedeni vardı: Halkevi’nde sanatı yaygınlaştırmak için tiyatro çalışmaları yapıyor, ancak sahneye çıkacak kadın oyuncu bulamıyorlardı. Buna gönüllü kadın öğretmenler için, Maarif Vekâletinden izin alamamışlardı. Reşit Galip ‘Bu kokuşmuş kafayla devlet yürümez’ diye kestirip attı. Atatürk’ün kaşları çatıldı. ‘Sözlerinizde müsamahalı, ölçülü olunuz’ diye çıkıştı. Herkes yaklaşan fırtınayı hissetmişti. Ama Reşit Galip bulutların üstüne gitti. 57 yaşındaki Milli Eğitim Bakanı’nı işaret ederek dedi ki: ‘Devrimci devrimcidir. İnsanlar bir yaştan sonra ister istemez tutucu olurlar. Meclis’te bunca genç, idealist, bakanlık yapacak yetenekte insan varken, böyle yaşlı kimseleri Milli Eğitim Bakanı yapmak hatadır.’ Atatürk yeniden uyarma gereği duydu: ‘Esat Bey yeteneklidir. Davamıza inanmıştır ve benim hocamdır. Beni okutmuş olması sence bir değer taşımıyor mu?’ ‘Kusura bakma Paşam, taşımıyor. Okuttuklarının içinde sizin gibi bir devrimci çıkmış ama kim bilir nice tutucu da çıkmıştır.’ ‘Sizi de eleştiririm!’ Bunun üzerine Gazi’nin sabrı taştı: ‘Bu sofrada hocama ve bir Milli Eğitim Bakanı’na hakaret etmenize müsaade edemem’ diye haşladı. Ama Reşit Galip sineceği yerde hepten üste çıktı: ‘ ‘Devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum. Hatayı yapan siz de olsanız, sizi de eleştiririm. Mesela Rose Noir’a verdiğiniz 15 bin liralık kredi mektubu da siz yaptınız diye hata olmaktan çıkmaz.’ İlk kez Atatürk’ün sofrasında Atatürk bu kadar sert eleştiriliyordu. Reşit Galip’in sözünü ettiği Rose Noir, Beyoğlu’nda, Rus karı-kocanın işlettiği bir barın adıydı. Atatürk bir gece oraya gitmiş, mekânın sahibi Madam Senya’dan ‘İş Bankası’ndan kredi alamıyoruz’ yakınmasını dinlemiş ve orada bir kâğıda İş Bankası Genel Müdürü’ne hitaben ‘yardımcı olunması’ isteğini yazmış, Rus çifte vermişti. Reşit Galip bu iltimas talebini eleştiriyordu. Atatürk bu kez kızmadı; ‘Yoruldunuz, buyurun biraz istirahat edin’ diyerek kibarca Reşit Galip’i sofradan kovdu. Ama genç devrimcinin yılmaya niyeti yoktu. Yıllar yılı bir efsane gibi anlatılacak çıkışını o an yaptı: ‘Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak sizin kadar, benim de hakkımdır.’ Atatürk kendi fikirleriyle kendisini vuran bu genç adama baktı, sonra yanındakilere dönüp ‘Öyleyse biz kalkalım’ dedi. Sofradaki bütün heyet ayaklandı; Reşit Galip’i sofrada yapayalnız bırakıp çıktılar. Bu müthiş sahnenin devamı daha da ibret vericidir: Reşit Galip bütün geceyi Dolmabahçe Sarayı’nda pencere kenarındaki bir koltukta geçirir. Atatürk uyandığında Genel Sekreteri’ne Reşit Galip’i sorar. ‘Sabaha kadar bekledi, mahcubiyetini size iletmemizi istedi. Ankara’ya gidecek kadar borç para istedi. 25 lira verdik’ derler. Atatürk ‘Ankara’ya gidecek adama 25 lira mı verilir. Bari benim hesabımdan birkaç yüz lira verseydiniz’ der. Sonra ‘Cebinde beş parası yok ama karakterinden hiç taviz vermiyor. Parası yok ama cesareti var’ diye ekler. 1932 sonbaharında Atatürk, Reşit Galip’in Ankara Radyosu’ndaki bir konuşmasını dinler; ‘Devrimleri her yerde, herkese karşı savunacağız. Gerekirse babamıza ve çocuklarımıza karşı bile’ demektedir. Atatürk birkaç gün sonra kendisini yeniden sofraya davet eder. Hemen yanındaki sandalyeye buyur eder. Onun yanına da, hocası Esat Mehmet’i oturtur. Ve orada yeni Milli Eğitim Bakanı’nın 39 yaşındaki Reşit Galip olduğunu açıklar. Rose Noir olayı mı? Onu da hatırlatalım: İş Bankası Genel Müdürü! Muammer Eriş, Atatürk imzalı kâğıdı alınca doğruca Dolmabahçe Sarayı’na gelmiş, Ata’nın ricacı olduğu krediyi vermeye kuralların uygun olmadığını bildirmiş, talebi reddetmiştir. Reşit Galip’in bakanlığı sadece 13 ay sürdü. Bu süre içinde Darülfünundan üniversite reformunu başlattı. Öğretmenlere genel bütçeden maaş ödenmesini sağladı. Eşi Zübeyre Hanım’ın deyimiyle ‘deli gibi çalışıyor’ ama Atatürk’e çıkışacak kadar ayarsız dili yüzünden her gün işe cebinde istifa mektubuyla gidiyordu. Aslında Atatürk’le araları iyiydi. O Gazi’ye ‘Paşam’, Gazi de ona ‘Doktor’ diye hitap ederdi. Bir gün sofradan ayrılırken, Atatürk, ‘Seni eve ben bırakacağım’ demiş. Eve bırakınca O da saygıdan, ‘Ben de sizi uğurlayacağım Paşam’ karşılığını vermiş. Ama kendisinin arabası olmadığından yürüyerek uğurlamış. O gece zatürree olmuş. Dinlenmesi tavsiye edilince 1933 Ekim’inde görevden ayrılmış. 1934 yazında Moda’daki bir deniz kazasında kızlarını kurtarmaya çalışırken akciğerlerini hepten üşütmüş. Bir mucize eseri kurtulduğu bu kazadan sonra ölümü bekleyerek, hastalığını takip etmeye başlamış. Keçiören’deki bağ evinin kütüphanesine demir yatağını taşıtıp yedi ay kitaplar arasında yatmış. 1934’te, 41 yaşında hayata veda etmiş. ‘Öldüğünde cebinde 5 lira parası varmış’ Her sabah okul öğrencilerini güne başlatan ‘TÜRKÜM, DOĞRUYUM, ÇALIŞKANIM’ ANDI VAR YA … Kim kaleme almış biliyor musunuz? ‘Reşit Galip…’ O ANDIN 1933’ün 23 NİSAN GÜNÜ REŞİT GALİP’İN KALEMİNDEN ÇIKTIĞINI EMİNİM ÇOĞUMUZ BİLMEYİZ. . Kazım Özalp, Atatürk’ten Anılar, (T. İş Bankası Y., 1992, s. 48-49)

1 Aralık 2020 Salı

ÇOCUKLARA TEKNOLOJİ ÖĞRETMEK GEREK

 Prof. Dr. Michio Kaku dünyanın en zeki insanı olarak tanınıyor. Çocuklara teknolojiyi öğretmek gerektiğini söyleyen Kaku, çocuklarda internet yasaklarına karşı. Bir de 10 yaşa dikkat çekiyor. 

Yazdığı kitapları satış rekorları kıran “dünyanın en zeki insanlarından biri” olarak tanımlanan fizikçi ve fütürist Prof. Dr. Michio Kaku Türk Eğitim Derneği’nin (TED) “Türkiye’nin Geleceğine İnanıyoruz: Geleceği Okuyoruz” başlığıyla düzenlenen IV. Uluslararası Eğitim Forumu’ndaki konuşmacılardan biriydi. 

Kaku ile geleceğin eğitim sistemini ve mesleklerini konuştuk. Kaku’ya göre birçok mesleği gelecekte robotlar yapacak ama öğretmenlerin elinden işini alamayacaklar.

İşte Kaku’nun başta eğitim olmak üzere gelecekle ilgili anlattıkları… 

Hepimiz aslında doğuştan bilim insanıyız, “Neden” diye sorarız. Çocukların geleceği 10 yaşında başlıyor. Bu yaşta anne babanın dışında başka hayatları keşfediyor, merak başlıyor. Ama süreç 16 yaşında duruyor, bilimsel merak bitiyor. Birinci neden akran baskısı “İnek mi olacaksın? Neden futbol yıldızı ya da pop star olmuyorsun?” diyebiliyorlar. İkinci neden ezbere dayalı eğitimde bilimin sıkıcı gelmesi. 10-16 yaş arasında çocuklara ilham vermek, rol model bulmak, bilimsel merakını öldürmemek ve heyecanlandırmak gerekiyor ki bu ilgi tüm yaşamı boyunca sürsün. 

Eğitim sistemi 1950’li yıllarda nasıl yaşayabileceğimizi çok iyi öğretiyor ama gelecekteki değişimlere nasıl ayak uyduracağımıza ilişkin bilgi vermiyor. 

Bilgiye herkes ulaşabilecek. Tabletler, ders kitapları kalmayacak. Google gözlükleri gibi kontak lensler olacak. Öğrenci ‘göz kırpma’ ile tüm bilgilere ulaşacak. Bu da eğitimi altüst edecek. Öğrenci formülleri ezberlemek zorunda kalmayacak. Tüm derslikler üç boyutlu olacak. Ezber kalkacak. bu yüzden öğretmen çok önemli olacak. Öğretmen kılavuzluk edecek, yol gösterecek, mentor olacak. 

Öğrencinin ‘ders kaçırdım’ bahanesi olmayacak. Ders odasının duvarına yansıtılacak. Kaçırdığınız derste anlamadıklarınız olursa roböğretmen anlatacak. Ama gerçek öğretmenlerin yerini öğrencileri anlayamadığı, mentorluk yapamadığı için tutamayacak. Okullar, sınıflar hep olacak. Çocuklar okullarda hem internet hem de sosyal becerileri öğreniyorlar. 

İnternetten çocukları mahrum bırakırsanız sosyal olarak başarısız olurlar. Hem eski yöntemle yani diğer çocuklarla birlikte olup, kıskançlık, paylaşım, kavga gibi insani duyguları sosyalleşerek yaşamalı. Hem de sosyal medyayı öğrenmeli. 

Gelecekte üniversite diploması daha önemli olacak. Diploması olmayanların maaşı için tavan olacak ve bunu aşamayacaklar. Varlık ve refah teknolojiden ve bilimden gelecek.

Geleceğin en büyük üniversitesi iCloud (bulut) olacak. Günümüzde bile MIT ya da Stanford’daki derslere internetle erişiliyor. Ama e-eğitimi bırakanların oranı yüzde 90. Çünkü burada ev ödevi, değerlendirme, yönlendirme, hatta akran baskısı yok. Onlara kılavuz edecek kimse yok. Eğitimde başarı için iletişim, kişisel dokunma şarttır. Bu yüzden işte öğretmenler hep olacak. 

Kendini tekrarlayan işler yani brokerlik, acentelik gibi meslekler robotlar tarafından yapılacak. Ama çöpçülük, bahçıvanlık, polislik, inşaat işçiliği gibi meslekler gelecekte hep olacak. Yaratacılık, hayal gücü gerektiren konularda robotlar çalışamayacak.

Zekanın IQ ya da babanızın parasıyla ilgisi yok. Zekâ geleceği görmek, geleceği tasarlamak demektir. Başarılı ve zeki insanlar, 10 yıl, 20 yıl sonrasını düşünür. Daha az zekiler ‘Şu an ne yapabilirim?’ der, kısa vadelidir. 

Gençler her şeyi Facebook’a yüklüyor. 15-20 yıl içinde duygu ve anılar da SMS olarak gönderilip, sosyal medyada paylaşılacak. İlk kullanıcılar çocuklar olacak. Bugün Japonya’da gençler partide kulaklık takıyor, size ilgi duyan varsa kulaklıklar aşağı yukarı inip çıkıyor. 

Tuvaletlerde çipler olacak ve likit biyopsi yapacak. Kanser genlerinizi size oluşmadan tuvalet söyleyecek. Üç boyutlu tasarımları evinizin salonunda yapacaksınız. İnsan organlarının çıktısını yazıcıdan alacaksınız. Kendi hücrelerinizden böbreğinizi salonunuzda üreteceksiniz. 


kaynak: haberturk 


Yayınladığımız alıntı yazılarda yanlış ya da güncel olmayan bilgiler, imla hataları veya anlam bozuklukları bulunması durumunda bundan Düşünbil Dergisi sorumlu değildir.

Alıntıdı

29 Kasım 2020 Pazar

MEMLEKETİN SANATÇIYA İHTİYACI VAR



 Mustafa Kemal bir gün cephede dolaşırken, gözüne bir hat sanatı ilişiyor.

-”Kim yaptı bunu?” diyor. 

-“Hattat bir arkadaşımız var komutanım, Macit, İstanbullu, o yaptı” diyorlar. -“Çağırın gelsin” diyor. 

Çağırıyorlar, geliyor Macit. 

-“Buyurun komutanım” diyor. 

– Sen mi yaptın bunu? 

– Evet, ben yaptım, komutanım. 

– Neden yaptın? 

– Arkadaşlarım görsünler diye, komutanım. 

– Ne zaman yaptın?

 – Dün gece, nöbette, cigaramın ateşiyle yaptım, komutanım. 

– Kaç senedir hat sanatıyla uğraşıyorsun sen? 

– Yedi senedir bu sanatı yaparım, komutanım. 

-Nerelisin sen? 

-İstanbulluyum, komutanım. 

-“Yüzbaşıyı çağır bana” diyor. 

Geliyor yüzbaşı. 

-“Bunun sivillerini verin; İstanbul’a yollayın, memleketine.” diyor. 

Macit: 

-“Komutanım, ben buraya savaşmaya geldim.”diyor.

 Atatürk: 

- “Hadi git evladım sen; memleketin sanatçıya ihtiyacı var, öleceksek biz ölürüz” diyor.

 Mustafa Kemal sanata ve sanatçıya bu kadar değer vermiştir. 

 Alıntıdır.

SOSYAL DEĞİŞİM













 

26 Kasım 2020 Perşembe

DUALİTE VE HİÇ'LİK







Bir öğrenci ayağa kalkar ve profesöre şu soruyu sorar: 

 – “Soğuk var mıdır sayın Profesör?..” 

 Profesör şaşırır: 

 – “Nasıl bir soru bu böyle?.. Tabii ki var” diye cevaplar… “Sen hiç soğukta üşümedin mi?..”

Bunun üzerine çocuk şöyle söyler: 

 “Hayır profesör, aslında soğuk yoktur… Fizik yasalarına göre gerçek hayatta biz ‘sıcaklığın yokluğu’na ‘soğuk’ adını veririz… Aslında soğuk diye bir şey yoktur… O sadece sıcaklığın yokluğunda duyumsadıklarımızı tarif etmek için ürettiğimiz bir kelimedir” 

der ve devam eder. 

 – “Karanlık var mıdır profesör?..” 

 Profesör cevap verir: 

 – “Tabii ki vardır… Sen hiç karanlıkta kalmadın mı?..” 

 Çocuk bir kez daha atılır: 

 – “Korkarım gene yanılıyorsunuz Sayın Profesör… Çünkü esasında karanlık diye bir şey de yoktur… Gerçek yaşamda karanlık; ‘ışığın yokluğu’na verilen addır… Biz ışık üzerinde çalışabiliriz ama karanlığı çalışamayız… Gerçekte, biz Newton’un prizmasını kullanarak beyaz ışığı kırar ve renklerin çeşitli dalga uzunlukları üzerinde çalışabiliriz…. Fakat karanlığı ölçemeyiz… Bir basit ışık karanlık bir mekânı aydınlatarak karanlığı kırmış olur yani karanlığı geçersiz kılar… Çünkü gerçekte karanlık yoktur, ışıksızlık vardır… Mesela siz uzayın ne kadar karanlık olduğundan nasıl emin olursunuz?.. Işığın miktarını ölçerek!.. Bu doğrudur değil mi?.. Öyleyse karanlık denilen şey, insanlar tarafından ışığın olmadığını anlatmak amacıyla kullanılan kelimedir…” 

 Profesör afallamıştır ve çocuk son darbeyi vurur: 

 – “O zaman size son bir soru daha sormak isterim Sayın Profesör… Şeytan var mıdır?..” Profesör bu kez pek emin olamamakla birlikte yine de cevaplar.. 

 – “Vardır… Açıkladığım gibi, biz onu her gün, her yerde görürüz… O, dünyadaki işlenmiş tüm suçlarda, şiddette yer alır… Bunların tümü şeytanın kendisinden başka bir şey değildir…

” Çocuk “hayır anlamında” başını sallar profesöre… 

 – “Şeytan yoktur efendim… Yani kendi başına yoktur… Şeytan basit olarak Tanrı’nın yokluğudur… O aynen karanlık ve soğukta olduğu gibi insanın Tanrı’nın yokluğunu tarif etmek için yarattığı bir kelimedir… Kötülük ve Şeytan, insanın Tanrı’yı ve sevgisini yüreğinde hissetmediği zaman yaptıklarına verilen addır… O, aynen sıcaklığın olmadığı yere adını verdiğimiz ‘soğuk’, ya da ışığın olmadığı yere adını verdiğimiz ‘karanlık’ gibidir… Şeytan ve kötülük, Tanrı’nın içimizde olmadığı anda yaptıklarımıza verdiğimiz addır…” 

 Profesör kürsüde afallamıştır…

 Fizik yasalarından hareket ederek bu soruları soran ve cevapları vererek profesörü allak bullak eden genç öğrencinin adı Albert Einstein’dır…

22 Kasım 2020 Pazar

ZEYTİN YAPRAĞI 


🌿 Zeytin ağacının yalnızca meyvesi olan zeytin ve zeytinyağı değil, zeytin yaprağı da çok kıymetlidir. Şifa deposudur. Zeytin yaprağının sağlığa faydaları saymakla bitmiyor; Bağışıklık sistemini güçlendiriyor, karaciğeri onarıyor, mikropları öldürüp hastalıkları tedavi ediyor. Zeytin yaprakları doğal antibiyotik vazifesi görüyor, kalp-damar sistemini koruyor ve kanser hastalıklarına karşı kalkan oluşturuyor. 📍Zeytin yaprağı, mikropları öldürüyor, bağırsak sistemimizi ve solunum yollarının çalışmasını düzene sokuyor. 

📍Zeytin yaprağı karaciğeri koruyor. Yapılan çalışmalarda zeytin yaprağının karaciğer yağlanmasını azaltıcı etkisi olduğu tespit edilmiştir. Özellikle alkole bağlı karaciğer yağlanmasına şifa oluyor 📍Sinir hücrelerini Alzheimer ve Parkinson hastalıklarından koruyor. 

📍E ve C vitaminlerine benzerlik göstererek kalp ve damar sağlığına koruyucu etkiler gösteriyor. Bu koruyucu etkisinin kan yağlarını ve damarlarda plakların birikimini azalttığı ve kalp kasının hasarlanmasını geciktirdiği ortaya konmuştur. 

📍Zeytin yaprağı antioksidan içeriği ile hücrelerin genetik hasarlanmasını önleyerek tümör oluşumuna karşı koruyucu etki sağlıyor. 

📍Zeytin yaprağını çay olarak içilebildiğimiz gibi, sirkesini yapabilir ve yemeklerin içine de ekleyerek tüketebiliriz. 

📍Hepatit B gibi virüslere de koruyucu etkisi olduğu biliniyor. Bu yüzden "anti kanserojenik" etki gösterir. 

📍Zeytin yaprağı ise insülin direncini düşürerek şeker hastalarının yaşam kalitesini yükseltiyor. İnsülin direnci olanların sabah akşam tarçınla birlikte zeytin yaprağı çayı içmesini öneriyoruz. 

📍Yapılan çalışmalarda zeytin yaprağında bulunan maddelerin, cildin üst katmanlarını geçerek güneş yanığına, erken yaşlanmaya ve cilt kanserine neden olan UVB ışınlarına karşı kalkan vazifesi gördüğü belirlenmiştir. Yakın bir gelecekte cilt ve güneş koruyucu kremlerde zeytin yaprağı göreceğiz.) 

📍Yapılan araştırmalarda zeytin yaprakları ile hazırlanan çayın antioksidan aktiviteyi %22 artırdığı böylece bağışıklık sistemini güçlendirdiği görülmüştür. 

📍Zeytin yaprağı kalp damarlarındaki kanın akışını arttırır, kanın pıhtılaşmasını düzenler, kan dolaşımını rahatlatır, böylece kalp rahatsızlıklarını ve kalp krizlerini önler. 

📍Zeytin yaprakları ile hazırlanan çay, hidrojen peroksit dediğimiz DNA’ya zarar veren bileşeni yok eder. 

📍Zeytin yaprağı OLEUROPEİN ismindeki madde içeriği ile kalp sağlığını korumada etkilidir. 

📍Tansiyonu düşürür ve vücuttan ödemi atar. 

📍Zeytin yaprağı kan şekerinin hızla yükselmesini engeller, tokluk kan şekerini düşürür. 

📍 Zeytin yaprağı, içerisinde bulundurduğu vitaminler ve mineraller, sinir hücreleri için genetiksel bozukluklarını düzeltir. 

📍 Zeytin yaprağı erken yaşlanma ve güneşten gelen zararlı ışınların vücuda verdiği zararları önleyici bir görev yapar 📍Zeytin yaprağı çayı kanın pıhtılaşmasını Önler ve kalp krizi riskini azaltıyor. Kullanışı: Ben.4–5 zeytin yaprağı,1 adet kabuk tarçın,1 dilim kabuklu limon.Üzerine kaynattığınız suyu döküp 5 dk kadar demlemeye bırakıyorsunuz.Günde 2–3 bardak içebilirsiniz. Bunu süzüp dolaba koyup soğuk çay gibi de tüketebiliyorsunuz. Mandalina kabuğu da kullanabilirsiniz. Şifa olsun...

TANRIÇA AYISIT

 




Yakut Türkü Kızlar, Yayık Kaldırma ya da Ayısıt Bayramı adı verilen özel mevsim döngüsü bayramlarında, "Kuğu" ya da "Ak Turna" gibi giyinirler. 


Baharı bu şekilde karşılarlar. 

Ayzıt şaman dualarında şöyle tarif edilir.

Başında ak gökten ak bir kalpak, 

çıplak omuzlarında ak gökten bir atkı, 

baldırına kadar siyah bir çizme. 

Bu şekilde bir kayaya yaslanarak uyumuştur veya ormanda dolaşmaktadır. 


Ayısıt Tanrıça Umay ana inancı ile bağlantılıdır. Yakutlar ona Ayısıt Altaylı’lar Umay adını verir. Gökyüzündeki arketipi dişil gezegen olan Venüs’tür. Tanrıça Ayısıt için Güneşin doğduğu ve Güneşin battığı yerdedir denir. Venüs sabah ve akşam yıldızı olarak bilinir. Yani Güneşin doğduğu ve battığı yerdedir. Türkler ona, Tan Çolpanı ve Akşam Çolpanı adını verir. Nuray Bilgili.

19 Kasım 2020 Perşembe

 TASLAK ÇİZİMİNDE BÜYÜTME YÖNTEMLERİ

1-Bakarak veya İmgesel (hayalden) çizmek 

Obje, doğa, hayvan ve insanı model olarak kullanmak. Direk bakarak kullanmak ve hayalden (imgesel olarak çizmek) 

2- Kareleme (Grid) 

Kareleme veya Grid yöntemi. Bu yöntemde fotokopi ya da basılı foto genelde 1 Cm büyüklüğünde karelere bölünür. Büyüteceğimiz alana ise büyüklüğüne göre karelenir... HER iki kare de sayı olarak eşit olmak zorundadır... Sonra sol kenarlar yukarıdan dikey olarak numaralandırılır. Üst kenarlar da soldan sağa doğru numaralandırılır... Sonra da hangi kareden nasıl bir çizgi geçiyorsa çizilecek yüzeyde aynen çizilir... 
Alman ressam ve filozof Albertch Dürer'in bulduğu bir kareleme (ızgara) yöntemi... O yıllarda Tüm Avrupa'da sanatçılar arasında  yaygın olarak kullanılmıştır
Yukarıda gördüğünüz resim Van Gaogh tarafından arazide kullanılan bir düzenek tir... Bu eskiz çizimi de kendisine ait not defterinden ALINTIDIR. 
Yukarıdaki fotoğraf Antik Mısır'da M. Ö. Piramitlerde rölyef olarak işlenebilmesini kolaylaştırmak için kullanılan karaleme yöntemiyle duvara geçirilen bir insan figürünü görmektesiniz. 

Yukarıdaki görselde alıştırma kitabında öğrencinin kareleme yöntemiyle bir resmi büyütmeye çalışması gösteriliyor. 

3- Camera Obscura

İlk Camera Obskuranın nasıl bir şey olduğunu anlatan bir teknik çizim... 
Burada alttaki ve üstteki görsellerde boyutları küçültülmüş artık ayna ve mercekler devreye girerek olay daha da basitleştirilmiştir. 


 4- Camera Lucyda 



Yukarıda gördüğünüz Camera Lucida; Camer Obscura'dan esinlenilerek ayna ve mercekler yardımıyla görüntüyü yatay zemine yansıtan bir aygıttır... 

Not:Bu aletlerin şimdi, Google Play'de dijital uygulamaları da mevcut... 


5- Pantoğraf 

Yukarıda gördüğünüz aletin parelel bir kaç koldan oluştuğu görül ektedir. Büyütülecek resim üzerindeki kol ucundaki iğne resim üzerinde gezdikçe kalem takılı uç yazmaya başlıyor ancak büyüterek aktarmakta... 

6- Fotokopi (Karbon) 


Çağımızda çok daha gelişmişleri mevcut olan dijital teknolojide fotokopi büyütme olarak oldukça PRATİK bir teknik... 

Dijital ortamda olan bir görüntü yine dijital olarak baskı makinelerine aktarılıyor ve istenilen  üyüklükte ve renkte basılıyor... 

DAHA büyük ebatlarda bazılabilmesi için ozalit makinaları tercih edilmelidir. 

KAĞIDA baskı alınan görselin arkası kömür veya grafitlenir... Daha sonra çizilecek yüzeye bantlanır. Çizgilerin üstünden bir tükenmez kalemle gidildiğinde çizgilerin aşağıya çıktığı görülür... Taslak hazır. 

7- Fotokopi (Işıklı Masa) 

İstenilen büyüklükte bastırılan fotokopi alınır kağıda ters olarak bantlanır. KAĞIT üste gelecek şekilde pencereye veya ışıklı masaya konur; arkadan gelen aydınlık çizginin KAĞIT üstünde görünmesini sağlar... Görünen çizgi hafifçe çizilir... 



8- Bilgisayar veya TV ekranından aydıngere veya ince kağıda kopya 

9-Oran-Orantı Pergeli (Divider Proportional) 

Bu alet Mark Carder tarafından ahşaptan yapılmıştır ama günümüzde çeşitli firmalar tarafından çeşitli materyaller kullanılarak daha da işlevsel hale getirildi... Küçük açı ile çizilecek ve büyütülecek resim ölçülüyor, açı sabitlenip  karşı geniş uç ile işaretleniyor... Canlı modelde yaptığımız kalemle oran orantı hareketini burada divider uçları ile yapıyoruz. 

10- Episkop/Epidiaskop 

Episkop, alttaki camlı bölmeye büyütülecek resim kart olarak konur ışık, ayna ve mercekler aracılığı ile karşıya yansıtılır... Ayarlar objektif ve mesafe ile ayarlanır... Gerekli netlik ve büyütme tamamlandıktan sonra yansıtılan yüzeye çizilecek malzeme sabitlenir ve çilir. 


11- Tepegöz (Cyclops/overhead) 



Yukarıdaki modelde Tepegöz ün mercekli ve aynalı tepesi bir de Aşağıda camlı alttan ışık yanan kısmı var... Aşağı kısma, film, aydinger ve şeffaf malzeme üzerinde olan çizim Vey resimleri yansıtır... Büyütme ve küçültme işlemi mesafeyi ileri geri götürerek yapılır... 

12-Projeksiyon

PROJEKSİYON sistemi en pratik taslak çıkarma yöntemidir... Günümüzde çok değişik PROJEKSİYON aletleri mevcuttur. Şimdi bazı cep telefonlarında bile projeksiyon özelliği mevcuttur... Cep telefonu büyüklüğünde bile Led PROJEKSİYON lar üretilmiş... Wi-Fi li olanları hatta ŞARJLI Led PROJEKSİYON'lar bile var...

Görüntü dijital ortamdan, bilgisayardan, veya USB yardımıyla aktarılıyor... 

Günümüzde cep telefonlarına uyumlu çift taraflı Flashdiskler olduğu gibi OTG uçlar ve kablolar da mevcuttur. .. 

Alacağınız PROJEKSİYON un LED lambalı olmasını tavsiye ederim... DİĞER özellikleri size bırakıyorum... 

Ben yukarıdaki MİNİ Led PROJEKSİYON'u

2. El olarak 150 TL ye aldım... Gayette memnunum...  

Görseller sanal ortamdan ALINTIDIR. 


17 Kasım 2020 Salı

 SELVİ BOYLUM AL YAZMALIM' IN BABASI CENGİZ AYTMATOV'UN HÜZÜNLÜ HİKAYESİ ATA-BEYT(BABA MEZARI)


Resimde: Cengiz AYTMATOV, babası TÖREKUL, annesi NAGİMA ve kardeşi İLGİZ ile (1932)


Tatar Türk’ü Nagima ve Kırgız Türk’ü Törekul çifti evliliklerinin ilk günlerinde birbirlerine bir söz vermişti: İlk çocukları erkek olursa ona Cengiz Han’ın adını vereceklerdi. 1937 yılında 137 Türkçü Kırgız aydını Sovyet rejimine karşı çıktıkları için tutuklanmış, Bişkek yakınlarındaki bir tuğla ocağına götürülmüş ve orada kurşuna dizilerek bir çukura gömülmüşlerdir. 56 yıl boyunca şehitlerin yakınları nereye götürüldüklerini, yaşayıp yaşamadıklarını bilemeden bu 137 Türkçü aydının geri dönmelerini beklemişlerdir. Bekleyenler arasında Kırgız Türklerinin büyük yazarı Cengiz Aytmatov da vardır. Babası Törekul, Türk milliyetçiliği yapmakla suçlanıp, kurşuna dizildiğinde Cengiz daha 9 yaşındaydı. 10 yaşına geldiğinde büyük bir adam gibi çalışıp evine bakıyordu. 14 yaşında, köyündeki tüm erkekler cepheye çağrıldığı için Cengiz artık köyün de en büyük erkeğiydi. Yaşından büyük sorumlulukları olmuştu. Köyün tüm kadınlarının, çocuklarının sorumluluğu onun sırtındaydı. Annesinin, yaşlı ninesinin, kız ve erkek kardeşlerinin yükünü o taşıyordu. 1937’deki bu soykırımın tek tanığı tuğla ocağının bekçisi Hıdır Aliyev’di. Tanık olduklarını uzun yıllar kimseye anlatamamış, ölüm döşeğindeyken kızına: ‘‘Eğer zaman ve şartlar uygun olursa herkes bilsin. Tuğla ocağında çok büyük olaylar oldu. Zamanı gelince herkes bilsin” diyerek tüm gördüklerini anlatmış, zamanı gelince herkesin bilmesini vasiyet etmişti… 1991 yılında Kırgızistan bağımsızlığına kavuşunca bu sır bekçinin kızı Babüyra Kadiraliyeva tarafından, kurulan ilk Kırgız Hükümeti’ne iletilmiş, hükümet başkanı Askar Akayev kazı yapılması için gerekli izni ve kararı çıkarmıştır. Yaşamı zorluklarla geçen Cengiz Aytmatov yıllarca babasını aramıştı. Onun hayatının tek amacı babası Törekul’u bulmaktı. Sonunda buldu da… Babası Törekul Aytmatov’un şehit edilmesinden tam 56 yıl sonra Çoñ-Taş’tan çıkarılan kemiklere sarılarak: “Baba, 50 yıldır seni arıyorum, neredeydin…” diyerek hıçkırıklara boğulmuştu. Cengiz Aytmatov, babasından sadece “Toprak Ana”da söz etmiş, kitabında ona şu satırlarla yer vermişti: “Baba, sana mezar yapamadım, senin nerede gömülü olduğunu bile bilmiyorum. Bu eserimi sana, babam Törekul Aytmatov’a armağan ediyorum.” Ata-Beyt ‘‘baba mezarı’’ demektir. Bugün Cengiz Aytmatov babası Törekul Aytmatov ve şehit edilen diğer Kırgız Türk aydınları ile beraber Ata-Beyt mezarında birlikte yatmaktadır. Türklük uğrunda, ulus, yurt, bayrak, töre uğrunda mücadele edip, can veren kahramanlarımızın aziz ruhları şad, mekanları Cennet olsun… 

Sağ beyin mi sol beyin mi?


 

Göreceğiniz ilk resim en çok istenen yarımküreyi gösterir.

Resme hızlıca bakın.  İlk önce hangi hayvanı gördünüz?


(1) Bir kaplanın başı:

Beyninizin sol yarıküresi, sağ yarıküreye göre daha aktiftir.  Hedeflerinizin başarısına çok odaklanmış ve organize olmuş analitik bir kişisiniz.  Bir problemle karşılaştığınızda mantık, hesap makinesi ve objektif olma eğilimindesiniz.

Ancak bazen, doğru olup olmadıklarını kontrol ederek verdiğiniz kararlar hakkında çok fazla düşünürsünüz, bu da sizi kararlı olmaya yönlendirir.  Biraz alçakgönüllülüğün yardım etmene yardımcı olacağını unutma.

Kişilik özellikleriniz aşağıdaki gibidir:

Organize: Her şeyi bir kova listeniz varmış gibi planlarsınız.

Kesinlikle: sabit hedefleriniz var ve bunlara ulaşmanın yolunu biliyorsunuz.

açık: duygular ve hisler hedeflerinize ulaşmanızı engellemez.

Mantık: İyi matematik, bilim ve fikir düzenleme becerileriniz var.

Gerçekçi: Sizin dünyanız çok gerçek.  Masallara ve kurguya yer yok.  Her neyse, hedefleriniz başkalarına yüce görünse de, onların gerçek ve yapılabilir olduğunu biliyorsunuz.


(2) Asılı maymun:

Beyninizin sağ yarım küresi çok aktif.  Pek çok yenilikçi fikri olan yaratıcı bir insansınız.  Zor bir durumla karşılaştığınızda, eleştirel düşünceye dayanmaktansa sezginize güvenmek (neredeyse her zaman haklısınız) daha iyidir.

Hayatınızda attığınız her adımın size bir ders olduğunu ve kaybetseniz bile hedeflerinizin başarısına doğru ilerlediğiniz anlamına geldiğini çok iyi biliyorsunuz.  Seyahat sizin için varış noktasından daha önemlidir.  Bir hayalperest olarak genellikle kendi cennetinizde kaybolursunuz.  Zaman zaman ayaklarınızı yeryüzünde tutmanız, gerçeği fark etmeniz ve etrafınızdaki dünyaya biraz daha dikkat etmeniz önemlidir.

Kişilik özellikleriniz aşağıdaki gibidir:

Dürtüsel: Bir şeyleri spontane yaparsınız.  Her şeyi diğer insanlara göre farklı görme yeteneğine sahipsiniz.

Duyarlı: Her şey için çok endişeleniyorsun.  Duygularınızı düşünmek ve hareket etmek için çok zaman harcıyorsunuz.

Yaratıcı ve sanatsal: Müzik, sanat ve diğer yaratıcı disiplinlerde uzmansınız.

Sezgisel: Yapmanız gereken görevleri listelemezsiniz ve kurallara saygı duymazsınız.  Sorunları sezgisel bir şekilde çözersiniz.

Hayalperest: Hedeflere sahip olmak yerine hayallerin var ve onlara ulaşmak için elinden gelenin en iyisini yapıyorsun ve genel olarak bu bir başarı.

Beynin iki yarım küresinin izole bir şekilde çalışmadığını, birlikte çalıştıklarını ve birbirlerini tamamladıklarını unutmayın.  Yani bir yarım küreden daha fazla özelliğe sahipmişsiniz gibi görünse de, diğer yarım küreden de özelliklere sahip olabilirsiniz.

Peki önce ne gördün?

Kaplanın başı mı yoksa asılı maymun mu?

Kişilik özellikleriniz verilen tanımlara uyuyor mu?


Mehmet Erişir

16 Kasım 2020 Pazartesi

BABANİLER



TÜRKLER BİLSİNLER DİYE...!!!


SİYON KRALLIĞI'NA GİDEN YOL 

BABANZADE HANEDANLIĞI !..

* * * * *


BABANZADELER 

BARZANİLER 

BEDİRHANİLER 

KÜRT GÖRÜNÜMLÜ ERMENILER         

BUNLAR ANADOLU'DA GİZLENMİŞ YAHUDİ PAKRADUNİLERDİR !..

* * * * *


İKİ YÜZ YILDAN BERİ BAŞIMIZIN BELASI

OLMUŞ 2700 YIL ÒNCE ERMENİSTAN DENİLEN YERDE KÖK SALMIŞ ESASEN YAHUDİ OLUP ERMENİ KİMLİĞİNİ KULLANANLARDIR.

ANADOLUDA'DA VAR OLUŞLARI ÇOK ESKİYE GİDER..

SEKSEN YILDAN BERIDİRDE GENÇ CUMHURİYETTTE HEM MEHALEFET

HEM DE İKTİDAR PARTİLERİMİZE BİZE

HÜKMEDİYORLAR !..

* * * * *


BURASI TÜRKİYE OLDUĞU HALDE

SANKİ MEMLEKET ERMENİSTAN OLMUŞ GİBİ

KABİNENİN YARISINDAN FAZLASI

OLMUŞLARDIR !..  

* * * * *


YAHUDİ-KÜRT BABANZADE AİLESİ VE TÜRKİYE'DEKİ AYAKLARI !..

* * * * *


BABANİLER-BABANLAR 

BARANİLER-BARANLAR 

BARZANİLER-BARZANLAR 

BEDİRHANİLER-BEDİRHANLAR !..

* * * * *


DÜN OSMANLIYI DA ARKADAN         

VURARAK YIKAN !..

* * * * *


LAKİN BUGÜN OSMANLI TORUNUYUZ DİYE ÖVÜNEREK CUMHURİYET DEVLETİNİ DE YIKMAK İÇİN MELANET İŞLEYEN

KÜRT OLMADIKLARI HALDE KÜRTLÜK ADINA SIĞINMIŞ KRİPTO YAHUDİLERDİR !..

* * * * *


KUZEY IRAK’IN SÜLEYMANİYE BÖLGESİNDE BULUNAN BABAN AŞİRETİ OSMANLI DEVLETİNE KARŞI EN BÜYÜK ÜÇ KÜRT İSYANINDAN BİRİNİ GERÇEKLEŞTİREN     KÖKLÜ KABİLE KONUMUNDAYDI !..

* * * * *


BABAN AŞİRETİ OSMANLI'YA KARŞI 1806=1808 BABANZADE ABDURRAHMAN PAŞA İSYANINI 1812’DE BABANZADE AHMET PAŞA İSYANLARINI BAŞLATMIŞTI AŞİRET BUNDAN SONRAKİ KÜRT İSYANLARINA DA DESTEK OLMUŞLARDI BABANLAR VEYA BABANZÂDELER OLARAK BİLİNEN AİLE !..               

* * * * *


17. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA BABA SÜLEYMAN ile BAŞLAYAN GENİŞ BİR KÜRT AİLESİ OLMAKTAYDI II. ABDÜLHAMİT BABAN AİLESİYLE İYİ AMA DİKKATLİ İLİŞKİLERDEN İLİŞKİLERDEN YANAYDI NİTEKİM DAHİLİYE VE HARBİYE NAZIRI BABAN AŞİRETİNDEN ABDURRAHMAN PAŞAYDI !..

* * * * *


BABANZADE AİLESİNİN İLERİ GELENLERİNDEN MUSTAFA ZİHNİ PAŞA 1848'DE SÜLEYMANİYE'DE DOĞMUŞ ÖĞRENİMİNİ BAĞDAT'TA TAMAMLAMIŞTI ÜSTAD-I MASON MİTHAT PAŞA’NIN BAĞDAT VALİSİ İKEN MÜHÜRDAR"I YAPILIP BÖYLECE MEMURİYET HAYATINA BAŞLAMIŞTI !..   

* * * * *


1929'DA İSTANBUL'DA VEFAT EDEN M. ZİHNİ PAŞA'NIN İLİM VE İSLAM MİKYASU'L-AHLAK KUVAY-I MANEVİYYE İSLAM'DA HİLAFET İSİMLİ ESERLERİ VARDIR !..

* * * * *


BABANZADE MUSTAFA ZİHNİ PAŞA'NIN AHMET NAİM İSMAİL HAKKI HÜSEYİN ŞÜKRÜ ADINDA 3 OĞLU VE HİKMET ADINDA BİR KIZI DAHA VARDIR BABANZÂDE AİLESİNDEN BABANZÂDE AHMET NAİM !..

* * * * *


MUSTAFA ZİHNİ PAŞA’NIN EN BÜYÜK OĞLUDUR BABANZADE AİLESİNİN BÜTÜN EVLATLARI VE TORUNLARI GALATASARAY LİSESİ MEZUNUDUR YENİ KUŞAK TORUNLARININ TERCİH ETTİĞİ LİSE DAHA ÇOK SAİNT BENOİT FRANSIZ LİSESİ OLMUŞTUR !..

* * * * *


İLK TAHSİLİNİ BAĞDAT'TA TAMAMLADIKTAN SONRA İSTANBUL'A GELEN AHMET NAİM 1891'DE GALATASARAY LİSESİ'Nİ 1894 YILINDA DA MÜLKİYE MEKTEBİNİ BİTİRDİ NAİM 1895'E EK GÖREV OLARAK !..

* * * * *


GALATASARAY LİSESİ'NDE ARAPÇA HOCALIĞINI SEÇTİ 1908'DE II.    

MEŞRUTİYET'İN İLANINDAN SONRA TAMAMEN MAARİF NEZARETİ’NE GEÇTİ !..

* * * * *


AHMET NAİM EKİM 1918-EKİM 1919 TARİHLERİ ARASINDA KISA BİR SÜRE DARÜLFÜNUN'UN UMUM MÜDÜRLÜĞÜNE REKTÖRLÜK DE GETİRİLDİ 1919 YILINDA   AYAN MECLİSİ'NE ÜYE SEÇİLDİ BABANZADE !...

* * * * *


AHMET NAİM BEY (1872-1934) SİYASAL İSLAMCI DÜŞÜNÜRLERİN ÖNDE GELEN İSİMLERİNDENDİ İSLAMCI FİKİR HAYATININ OLUŞMASINDA BÜYÜK EMEĞİ GEÇTİ BABANZADE AHMET NAİM SON DEVRİN MUTASAVVIFLARINDAN FATİH TÜRBEDARI !..

* * * * *


AHMET AMİŞ EFENDİ’NİN TORUNLARINDAN FATİH DERSİAMLARINDAN HASAN SABRİ SERİNKEN EFENDİ VE AYŞE SERİNKEN ÇİFTİNİN KIZLARI AVNİYE SERİNKEN İLE EVLİYDİ AYNI AİLEDEN ULVİYE SERİNKEN TAYŞİ VE FAHRİ TAYŞİ’NİN KIZLARI NEZİHE 

TAYŞİ BABAN BABANZADE AİLESİNDEN !..      

* * * * *


MÜEDDEP BABAN İLE EVLENDİ BABANZADE AHMET NAİM HALVETİ TARİKATINA MENSUP BİRİSİYDİ FATİH TÜRBEDARI AMİŞ EFENDİ’NİN HEM DAMADI HEM DE MÜRİDİYDİ !..

* * * * *


DARÜLFÜNUN’DA REKTÖRLÜK YAPAN BABANZADE AHMET NAİM BEY ÜSTAD MASONDU BİR DÖNEM DARÜLFUNUN’DA REKTÖRLÜK YAPAN SON ŞEYHÜLİSLAM MUSA KAZIM EFENDİ DE 33. DERECEDEN MASONDU !..

* * * * *


MURAT BARDAKÇI’NIN KAYINPEDERİ İBRAHİM MANAV'I SAHAFLAR ÇARŞISINA KAZANDIRAN İSİM BABANZADE AHMET NAİM’Dİ BABANZADE AHMET NAİM İLE TANIŞAN İBRAHİM MANAV BEY MESLEĞE 1951 YILINDA SAHAFLAR ÇARŞISINDA BAŞLAMIŞ VE HAT SANATI İLE YAZMA KİTAPLARDA UZMANLAŞMIŞTI !..                                          

* * * * *


MURAT BARDAKÇI'DA BİR BABANZADE DÖLÜDÜR OSMANLI'NIN 700. YILINI KUTLAYAN YAHUDİLERE ÖVGÜLER YAĞDIRAN M.BARDAKÇI AYNI ZAMANDA OSMANLICA EĞİTİMİNE TÜM GÜCÜYLE DESTEK VERENLER ARASINDAYDI !..                                    

* * * * *


OSMANLI'NIN 700.YILINI KUTLAYAN YAHUDİLERİN SPONSORLUĞUNU DA OSMANLI BANKASI YAPMIŞ İDİ OSMANLI BANKASI ÜNLÜ YAHUDİ AİLESİ ROTHSCHİLD'LERİN BANKASI İDİ !..

* * * * *


BU ARADA AHMET NAİM BİR TARİKATÇIYDI NAKŞİBENDİ VE KÖKEN OLARAK KÜRT YAHUDİSİ VE TABİİ MASONDU !..

* * * * *


İBRANİ BABA VE BAVA İSİMLERİ İÇİN BABA BABAN VE BENZERİ KARŞILIKLAR SIRALAYABİLİYORUZ SOYADI KANUNUNDAN SONRA SOYADLARINI BABAN OLARAK TERCİH ETMELERİ BİZLERİ İSİM BİLİM ÇALIŞMALARINA YAKLAŞTIRMAKTADIR !..                                          * * * * *


BABA İBRANİCE KIYMETLİ SEVİLEN GÖZ NURU ANLAMINA GELMEKTİR (-AN) YA DA (-N) FARSÇA’DA ÇOĞUL YAPMAKTA LER VE LAR BELİRTMEYE UYMAKTADIR !..

* * * * *


BABANZADE AİLESİ’NİN FERTLERİ TÜRKÇÜLÜK VE KÜRTÇÜLÜK KONUSUNDA İKİYE AYRILMIŞLARDI AİLE’NİN BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU KÜRT MİLLİYETÇİSİYDİ VE KÜRT DEVLETİNİN KURULMASI TARAFTARIYDI !..

* * * * *


MİLLİ MÜCADELEYE KARŞI 2 EKİM 1908 TARİHİNDE KURULAN KÜRT TEAVÜN VE TERAKKİ CEMİYETİ’NİN KURULUŞUNDA EN TANINMIŞ ÜÇ KÜRT AİLESİNİN ÜÇÜ DE YER ALMIŞTI ŞEMDİNAN AİLESİNDEN !..

* * * * *          


ŞEYH UBEYDULLAH’IN OĞLU SEYİT ABDÜLKADİR BEDİRHAN AİLESİNDEN BEDİRHAN PAŞA’NIN OĞLU MEHMED EMİN ALİ BEDİRHAN BABAN AİLESİNDEN BABANZADE AHMET NAİM BEY BU TAKIMDANDI !..

* * * * *


BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDAN SONRA WİLSON İLKELERİNİN İLANININ HEMEN ARDINDAN KÜRT TEAVÜN VE TERAKKİ CEMİYETİ TEKRAR AKTİF HALE GETİRİLEREK ARALIK 1918 TARİHİNDE KÜRT AYDIN VE ULEMASI !..

* * * * *


KÜRDİSTAN TEALİ CEMİYETİ'NİN KURMUŞLARDI !..

* * * * *


CEMİYETİN KURULUŞUNUN EN ÖNEMLİ İKİ 

İSMİ DE BABANZADE AİLESİNDEN TERCÜMAN GAZETESİ BAŞYAZARI BABANZADE HÜSEYİN ŞÜKRÜ VE BABANZADE FUAT’TI KÜRD GAZETESİ ROJÎ KÜRDÜN YAZARLARINDAN HÜSEYİN ŞÜKRÜ BABAN (1890-1979) 1918'DE İSTANBUL'DA KURULAN KÜRDİSTAN TEÂLÎ CEMİYETİ'NİN GENEL SEKRETERLİĞİNİ YAPMIŞ VE KÜRT TEŞKİLAT-I İÇTİMAİYE CEMİYETİ'NİN KURUCULARI ARASINDA YER ALMIŞTI !..

* * * * *


KÜRT TEALİ CEMİYETİNDEN BABANZADE HÜSEYİN ŞÜKRÜ VE SEYİT ABDÜLKADİR TÜRKİYE’DE 4-5 MİLYON İRAN’DA 3 MİLYON KÜRT YAŞADIĞINI KARADENİZ’E KESİNLİKLE BİR ÇIKIŞ ARZULADIKLARINI İSKENDERUN LİMANIYLA DİCLE VE FIRAT’TAN YARARLANMALARINI VE MUSUL’UN TAMAMEN KÜRDİSTAN’A BIRAKILMASINI SAVUNMAKTAYDI !..

* * * * *


MİLLİ MÜCADELE'YE VE MİSAKI MİLLİ’NİN SINIRLARINA KARŞI OLAN HÜSEYİN ŞÜKRÜ BABAN CUMHURİYET KURULDUKTAN SONRA SABATAİST CUNTA TARAFINDAN CUMHURİYETİN EN ÖNEMLİ ÜNİVERSİTESİNDE ORD. PROFESÖRLÜĞE ÇIKARILMIŞ VE İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ’NİN İKTİSAT FAKÜLTESİ DEKANLIĞINA ATANMIŞTI ÖNEMLİ OLAN SEÇİLMİŞ KAVİMDEN OLMAKTI !..

* * * * *


GELELİM MAKALENİN EN CAN ALICI NOKTASINA !..

***


BABANZADE AİLESİNDEN HİKMET BABAN HANIM HATİPOĞLU AİLESİNE GELİN OLACAKTI BU EVLİLİKTEN NERMİN VE ALİ HAYDAR HATİPOĞLU ADINDA ÇOCUKLARI DOĞACAKTI OĞUL ALİ HAYDAR BEY İSE NURAY HATİPOĞLU İLE EVLENİP YUVA KURACAKTI BU EVLİLİKTEN OLAN İLAHİYATÇI-YAZAR NİHAT HATİPOĞLU BİR BAŞKA SOYDAŞININ RECEP KIÇ YALAYICILIĞINI YAPMAKLA YETİNMEYİP KUR'AN DÜŞMANLIĞINI HADİSLERLE ÖRTMEYE DEVAM EDECEKTİR !..

* * * * *


ÜNLÜ ROMANCIMIZ YAŞAR KEMÂL 2002’DE BABANZADELERDEN ESKİ KÜLTÜR BAKANI CİHAT BABAN’IN YEĞENİ AYŞE SEMİHA BABAN İLE EVLENMİŞTİ YAŞAR KEMAL İSRAİL’E GİTTİĞİNDE KÜRT YAHUDİLERİNİN KÖYLERİNİ GEZMEK İSTEMİŞTİ KEMAL’İN İSRAİL’E GİTTİĞİNDE KÜRT YAHUDİ KÖYLERİNİ ARAMASI SÜRPRİZ VE TESADÜF DEĞİLDİ YAŞAR KEMAL'İN ÖLEN KARISI THİLDA'NIN YAHUDİ OLDUĞU ZATEN BİLİNMEKTEYDİ !..

* * * * *


BABANZADE AİLESİNDEN ZİHNİ PAŞA’NIN TORUNU SÜLEYMAN HİKMET BABAN’IN OĞLU OLAN İSTİHBARATÇI CİHAD BABAN ASKERİ DARBELER DÖNEMİNDE BÜLEND ULUSU HÜKÜMETİNDE KÜLTÜR BAKANI OLARAK GÖREV YAPMIŞTI KURUCU MECLİSE CUMHURİYET HALK PARTİSİ TEMSİLCİSİ OLARAK KATILMIŞ BASIN DAHA SONRALARI BASIN-YAYIN VE TURİZM BAKANLIĞI GÖREVLERİ DE YAPMIŞTI !..

* * * * *


ÜNLÜ MÜZİK YAPIMCISI İZZET ÖZ BABANZADE AİLESİNİN TORUNLARINDAN FAHİR VE SUNA BABAN ÇİFTİNİN KIZLARI HANZAT BABAN ÖZ İLE EVLİ BULUNMAKTAYDI !..

* * * * *


ANNE TARAFI GİRİTLİ OLAN İSLAMCI       YAZAR NECİP FAZIL KISAKÜREK EVLİLİĞİNİ BABANZADE AİLESİNDEN AHMED NAİM EFENDİ'YLE KARDEŞ ÇOCUĞU OLAN BABANZADE RECAİ BEY'İN KIZI YAHYA NÜZHET PAŞA'NIN TORUNU FATMA NESLİHAN BABAN İLE YAPMIŞTI NESLİHAN BABAN KISAKÜREK DÖNEMİN ÜNLÜ VAMP LAKAPLI SİNEMA SANATÇISI DİCLEHAN BABAN’IN DA ABLASIYDI İSLAMCISI TÜRKÇÜSÜ KÜRT MİLLİYETÇİSİ BABAN AİLESİ İLE HEP İÇ İÇE OLMUŞLARDI !..

* * * * *


BABANZADE AİLESİ CUMHURİYETE KÖK SALMIŞTI BÜYÜK ZENGİN BURJUVA AİLELERİ DE AKRABALARIYDI BU AİLELER ARASINDA TÜMAY-ÖZ-ÖBER-KÖYLÜOĞLU-AVUNDUK AİLELERİ VARDI AVUNDUK AİLESİ SABETAYCILARIN BİR KOLU KAPANİLERDENDİR !..

* * * * *


AVUNDUK AİLESİNE AKRABA OLAN BABAN’LAR NAİL VE LUCİENNE AVUNDUK ÇİFTİNİN KIZLARI YASEMİN AVUNDUK’U TORUNLARI KAYA BABAN’A GELİN ALMIŞLARDI ARAŞTIRMACI İSTANBUL SEVİ BİR MAKALESİNDE BU AİLENİN PAKRADUNİ ( ERMENİ ASILLI YAHUDİ ) OLDUKLARINI DA SAVUNMAKTAYDI !..

* * * * * 


BABANZADE AİLESİ BAŞTAN BERİDİR OSMANLI DEVLETİ'NE VE MİLLİ MÜCADELE'YE KARŞIYDI OSMANLIYA DA TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NE DE MUHALİF SAFTAYDI FAKAT NASIL OLUYORSA !..

* * * * *


CUMHURİYET KURULDUKTAN SONRA CUMHURİYET’İN EN ÖNEMLİ KADEMELERİNE TAŞINMIŞLARDI SİYASETTE BAKANLAR KURULUNDA DİNİ KURUMLARDA ÜNİVERSİTELERDE İŞ VE SANAT DÜNYASINDA EN ÖNEMLİ NOKTALARINDA YER ALMIŞLARDI PEKİ BU AİLENİN !..                                                 

* * * * *


CUMHURİYETİN ETKİN KADROLARINA GETİRİLMELERİ KÖKLÜ VE SOYLU ENTELLEKTÜEL BİR AİLE OLMAKTAN MI KAYNAKLIYDI YOKSA SEÇİLMİŞ DOĞDUKLARINDAN DOLAYI MIYDI İŞTE      KÜRT YAHUDİ DEVLETİNİN TEMELLERİ DE      BU ZAMANDA VE BU AİLE TARAFINDAN ATILMIŞTI !..

* * * * *


TÜRKLERİN KANSER HÜCRELERİNİ İYİ TANIYIN GÖRÜN ŞU HERGÜN TELEVİZYONLARDA AYDIN DİYE İZLEDİĞİNİZ ADAMLARIN GERÇEK YÜZLERİNİ GÖRÜN Kİ HEP BİRLİKTE KURTULUŞA ERELİM !..

* * * * *


ESKİDEN İKİ DİNLİLERE DÜRZİ DENİRDİ

BUNLAR ÜÇÜ BİR YERDE MABETLER YAPARAK

TRİPLEKS DÜRZİ OLDULAR !..

* * * * *

Alıntıdır.

11 Kasım 2020 Çarşamba

ALTAN ERBULAK'ın 91. yaş günü..



11 Kasım 2020

Hani "on parmağında on marifet" derler ya..

Tabii bu sadece ellerdeki parmak sayısı..

Bazı insanlar vardır ki..

Ayak parmaklarını da saymak lazım..

Yani "yirmi parmağında yirmi marifet" olan..

İşte Altan Erbulak öyle biriydi..

...

Bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjisi vardı..

Radyoda "Orhan Boran'ın Yuki" tiplemesiyle..

Gırgır ve Fırt'ta çizgi emekçisi olarak tanıdık..

Akademi "resim" bölümü mezunuydu..

Tiyatrocu yanını zaten bilmeyen yok..

Araya mahalle muhtarlığını bile sıkıştırdı..

Trenlerde bile komiklikler yapıp yolcuları güldürdü..

30'a yakın tiyatro oyununda rol aldı..

Bir o kadar filmde de.. 

Çizerliğinin yanısıra yazarlığı da vardı..

Çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayımlandı..

Tiyatro skeçleri ve oyunları yazdı..

Çeşitli tiyatrolarda yönetmenlik de cabası..

Tiyatro onun için ayrı bir dünya'ydı..

Yeri gerektiğinde çaycı.. 

Gerektiğinde sahne-dekor tasarımcı..

İş başa düştüğünde işçisi olurdu sahnenin..

Gazinolarda stand-up bile yaptı..

Dublaj sanatçısı olduğunu unutmayalım..

70'li yılların unutulmaz komedi filmlerinden olan "Yavru ile Katip"te "Yavru"yu onun sesiyle bir başka sevmiş ve sahiplenmiştik..

Adeta bir ödül avcısıydı.. 

...

Yaptığı işleri araştırıp yazarken yoruldum..

O asla yorulmadı ve her işi başarıyla yaptı..

45 yılı aşkın çizerliğimde tanışmadığım 

Çok az usta çizerden biriydi..

Bu benim için büyük bir k/ayıp..

...

Bugün;

ALTAN ERBULAK'ın 91. yaş günü..

İyi ki doğdu.. İyi ki tanıdık.. 

Anısına saygıyla... Çizgiyle...

RUHU ŞAD OLSUN 

...