“Dünyada yazmaktan daha iyi hiçbir şey yoktur” diyen yazar; 1927’de Kolombiya'nın Aracataca kentinde doğdu. Büyükannesiyle büyükbabasının evinde ve teyzelerinin yanında büyüdü. Başkent Bogota’daki Kolombiya Ulusal Üniversitesi’nde başladığı hukuk ve gazetecilik öğrenimini yarım bıraktı. Yazma tutkusu ağır basınca gazeteci olmaya karar vererek karış karış dolaştığı ülkeden derlediği hikayeleri El Universal'de yazmaya başladı.
Garcia Marquez her ne kadar romanlarıyla tanınsa da gazeteciliğe aşıktı ve hayatının sonuna kadar da bu tutkusundan vazgeçmedi. “Köpek gibi acı çeksen de en iyi meslek gazeteciliktir” diyerek bu tutkusunu defalarca dile getirmiştir.
1940’lardan başlayarak uzun yıllar gazetecilik yaptı. Öykü yazmaya 1940’ların sonlarında başladı.
Her zaman sosyalist olduğunu söyleyen ve bir röportajında “Dünyanın sosyalist olmasını istiyorum ve inanıyorum ki er ya da geç öyle olacak” diyen Garcia Marquez, Fidel Castro'yla çok yakın iki dosttular.
Yayınlanan ilk önemli yapıtı “Yaprak Fırtınası” idi.
Eserlerinden bazıları:
Yaprak Fırtınası, Albaya Mektup Yazan Kimse Yok, Hanım Ana’nın Cenaze Töreni, Mavi Köpeğin Gözleri, Başkan Babamızın Sonbaharı, Kırmızı Pazartesi, Benim Hüzünlü Orospularım…
Yazarın Türkiye’de yayınlanan kitapları arasında Kolera Günlerinde Aşk, Yüzyıllık Yalnızlık, Sevgiden Öte Sürekli Ölüm, Aşk ve Öbür Cinler…
Yakalandığı lenf bezi kanseri nedeniyle sağlık durumu kötüleşen ve inzivaya çekilme kararı alan yazar, yakın dostlarına bir veda mektubu gönderdi. Ölmeden az önce tüm insanlığa hediye gibi bıraktığı Veda Mektubu…
İşte o veda mektubu:
"Tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup can vererek beni ödüllendirse, aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama en azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm.
Eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim.
Az uyur, çok rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca ışığı yitirdiğimi düşünürdüm.
İnsan aşktan vazgeçerse yaşlanır.
Başkaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim. Başkaları uyurken uyanık kalmaya gayret ederdim. Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya bakardım.
Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım.
Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun üzerine kazır ve güneşin göstermesini beklerdim.
Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, Benedetti şiirleri okur ve serenatlar söylerdim.
Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim.
Tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı… Gün geçmesin ki, karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. Tüm kadın ve erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna ederdim. Ve aşk içinde yaşardım.
Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanır.
Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım.
Yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim.
Ey insanlar! Sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim.
Yeni doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkûm ettiğini öğrendim. Sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim. Mutsuz bir şekilde…
Artık ölebilir miyim?"
Yazarın 70. yaş günü kutladığı 1997 yılı medya tarafından Gabriel Marquez yılı olarak ilan edilmiştir.
2005 itibarı ile Ciudad de Mexico’da yaşadı.
Sempatik görünüşü, içten gülüşü ile hafızalara kazınacak olan dünyaca ünlü Nobel ödüllü yazar Gabriel Garcia Marquez tedavi gördüğü hastanede 17 Nisan 2014 günü 87 yaşında hayata veda etti.
Kaynak: Gabriel Garcia Marquez
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder