YETENEKSİZ İNSAN YOKTUR. YETENEĞİNİ ORTAYA KOYAMAMIŞ, ORTAM BULAMAMIŞ YA DA YANLIŞ YÖNLENDİRİLMİŞ İNSAN VARDIR
Translate
31 Mart 2021 Çarşamba
27 Mart 2021 Cumartesi
Iris Van Herpen
“Iris Van Herpen, Moda Tarihinin En Avangard Tasarımcısı” başlığıyla yayınlanan röportajında tasarımcı, modayla ilişkisini şu şekilde anlatıyor:
“Şahsen ben, modayı birçok insanın gördüğü gibi, sabitlenmiş bir şey olarak görmüyorum. Modayı değişmez bir şey gibi düşünerek kendimi sınırlamak istemiyorum… Daha ziyade onu tam gözlerimizin önünde dönüşen bir şey olarak düşünüyorum. Tasarlamaya başladığımda, nerede biteceğini bilmek istemiyorum. Cevaplayamayacağınız soruların arayışına çıkmak gibi bir şey. Eylemden, ellerin hareketinden gelmeli, kafadan değil.”
Tasarımcının yenilikçi ve kalıpların dışında kalan tasarımında en büyük rol oynayan faktörlerden biri “güzelliğin disiplinlerarası bir yerde” olduğunu düşünmesi. Modayla ilgilenmeye başladığı ilk yerin çocukluğundaki dans deneyimi olduğunu anlatıyor: “Dans aracılığıyla beden ve bedenin mekân ve hareketle olan ilişkisiyle ilgilenmeye başladım. Kıyafetlerde de beni çeken şey bu; benzer bir dönüştürücü güçleri var.” Tasarımcının çocukluğunda dans aracılığıyla keşfettiği bu beden, mekân ve hareket arasındaki ilişki, günümüzde tasarım anlayışının yapı taşlarından biri:
“Biçimin işlevi takip ettiği ifadesine katılmıyorum. Bunun yerine ben bedeni tamamlayan ve dönüştüren, bu yolla duyguyu da dönüştüren biçimler arayışına giriyorum. Beden için ve bedenin içinde sonsuz önem taşıyan hareket, benim işim için de aynı derecede önem taşıyor. "
Iris van Herpen’in bir tasarımcı olarak bıraktığı his, sürekli devinim hâlinde olan tasarımlarının bıraktığı hisse benzer. Güçlü tekniği, çalışmalarının iskeletini oluşturuyor, ancak ilhamı, önüne çıkacak bir sonraki soru işaretini bekliyor. Kendisi de dürüstçe söylüyor: “Önümüzdeki yıllarda ne yapacağımı gerçekten bilmiyorum, ama zaten bilmek de istemiyorum…”
25 Mart 2021 Perşembe
Vali
Hiçbir şey ölmez her şey yaşar 💚❤️
Yıllar önce, İzmir ile Çeşme arası seyahat eden bir minibüsü, polis kimlik kontrolü için durdurur.
Ayakta seyahat eden bir Bey’in kimliğine bakan polisler dona kalır.
İçişleri Bakanlığı tarafından verilen kimlikte, “Bilecik Valisi" yazmaktadır.
İlk şaşkınlığı atlatan polisler,
* "Sayın valim sizi biz götürelim" teklifinde bulunsalar da;
* "Teşekkür ederim. Tatildeyken, devletin aracına binmem" yanıtını alırlar.
Görev yaptığı, Bilecik, Erzincan, Manisa illerinde sabahları makama yürüyerek giden, Ankara'ya valiler toplantısına kendi biletini alarak otobüsle giden, gazeteci Saygı Öztürk'ün de Ağabeyi, Emekli Vali REFİK ARSLAN ÖZTÜRK bugün vefat etti
Tam da "itibardan tasarruf olmaz" düşüncesinin kanıksanmaya başladığı bugünlerde, meslek hayatı boyunca tasarrufu şiar edinmiş, örnek olmuş valimize tekrar rahmet diliyorum. Yeri dolsun umarım...🙏
20 Mart 2021 Cumartesi
MÜCAHİDE HATİCE HANIM
‘Dünyada hiç bir kadın, Türk kadını kadar ülkem için savaştım diyemez.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
Bir metrekarelik alana bir gecede 6 bin merminin düştüğü yerdir Çanakkale ...
Vatanı korumak için tüm Türk yurtlarından vatanseverler akın akın Çanakkale’ye yürüyordu. Zeynep Mido Çavuş Kosova’dan yola çıkan kafilenin içindeydi. Sekiz tabur asker yalnızca erkek değil kadın gönüllüleri de barındırıyordu. Dragaşlı’lar diyorlardı onlara ‘Keskin Nişancılar’... Gelinlik çağında vatan için canını gönüllü verdi Zeynep Mido Çavuş...
Cepheye katılabilmek için erkek kılığına bürünen Mücahide Hatice Hanım o günleri anlatırken: ‘ Anafartalarda savaşa katılırken kendi canımızı düşünecek durumda değildik. Ülkenin dört bir yanı işgale uğradığında İzmir Ahmetli Köyü’nde yaşıyordum. Kadın olduğumu kimse bilmaesin diye er kıyafeti giyip cepheye yol alan kafileye katıldım. Cephede şavaşırken dokuz yerimden yaralandım ama çok şükür vatanımızı teslim etmedik’
Avusturyalı Er J. C. Davies annesine yazdığı mektupta:’ Keskin nişancı bir askeri yakalayabilmek için bugün çok uğraştık anne. Çok can kaybı verdik. Adeta cehennemde ilerlemek gibi bir şeydi. Buradaki keskin nişancıların çoğu kendilerini yeşile boyayıp ağaçların arasında saklanan kadınlar.Onu bulduğumuzda vücudunda 52 mermi vardı. Kadın çok gençti, onun için yine de üzüldüm’
‘Çanakkale Savaşı başladığında kendimi hastabakıcı olarak kayıt ettirdim. Çanakkale’ye geldiğimiz vakit hiç vakit kaybetmeden yaralıları toplamaya başladık. Kaç delikanlının gözlerini bir daha açılmamak üzere kapattım ben bile tahmin edemem ’ der Safiye Hüseyin...
Çanakkale’de dağlar sanki gebe ve her doğum yaptığında binlerce Türk doğuruyor’ der General Hamilton...
Türk Kadın’ının Çanakkale’de başlayan mücadelesi Kurtuluş Savaşı boyunca vatanın her karış toprağında devam etmiştir. Tam bağımsız Türkiye için canını feda eden tüm şehitlerimizin anısına SAYGILARIMIZLA...
Enver Sedat'ı Neden Öldürdün?
Eski Mısır devlet başkanı Enver Sedat'ı yaptığı suikast sonucunda öldüren adama hakim sorar:
"Sedatı neden öldürdün?"
Katil:" Çünkü laikti"
Hakim:"Laik ne demek ?"
Katil : "Bilmiyorum!!"
Mısırın iyi edebiyat adamı rahmetli Necip Mahfuz'u öldürmeye çalışıp başarısız olan sanığa hakim sorar :
"Neden vurdun?"
Sanık : "Sokak çocuklarının hayalleri adlı kitabı yazdığı için"
Hakim : " Peki sokak çocuklarının hayallerini okudun mu?"
Sanık: "Hayır"
Hakim Yazar Faraç Fodayı öldüren üç teröriste sorar :
"Neden Faraç Fodaya suikast düzenleyip öldürdünüz?"
Suçlu : "Çünkü kafir"
Hakim : "Onun kafir olduğunu nereden anladın?"
Suçlu : "Onun kitabından"
Hakim : "Hangi kitabından anladın onun kafir olduğunu?"
Suçlu : "Ben okuma yazma bilmiyorum"
Hakim : "Nasıııll!!!
Suçlu : "Ben okuma yazma bilmiyorum"
Eğitime verdiğimiz vergiler bize/toplumumuza hurafe ve safsata ile sömürülen akılların, cehaleti olarak geri döndü.
19 Mart 2021 Cuma
RİKKAT (MANÇO) UYANIK
Barış Manço'nun annesi Türk Sanat Müziği'nin önemli sanatçılarından Rikkat Uyanık. 1 Mayıs 1921'de Adana- Kozan'da doğdu. Çok güzel alto sesi ve müziğe son derece kabiliyetli olmasından ötürü klasik Türk Müziği eğitimi almıştır.1940 yılında İsmail Hakkı Manço ile evlenmiştir. Bu evlilikten 1941'de Savaş, 1943'te Barış, 1946'da ise Kozan'da Hamam Sokakta kiracı olarak oturdukları Mehmet Saygılı'ya ait evde Kızları İnci dünyaya gelmiştir. Rikkat Hanım Kozan'da kaldığı süre içerisinde Gazi İlkokulunda öğretmenlik yapmıştır.
İsmail Hakkı-Rikkat çifti, kızları İnci'nin doğduğu yıl 1946'da boşanmışlardır. Rikkat Hanım bu boşanmadan sonra Kozan'dan ayrılarak İstanbul'a tayin isteyerek gitmiştir.
Barış Manço babasının yanında büyümüştür. Ancak 10. sınıfta iken babası İsmail Hakkı Bey ölmüştür.
Rikkat Hanım ise ikinci evliliğini Asaf Uyanık ile yapmıştır. Sanat çevreleri de onu bu soyadıyla tanır. Ailesinin de teşvikiyle ilk musiki eğitimini Kemal Batanay'dan alan ve yıllarca aldığı müzik eğitimi sonrasında ilk olarak 1947 yılının yazında Suadiye Plaj gazinosunda bir konser vererek sanat camiasında adından söz ettirmeye başlayan sanatçı; Münir Nurettin Selçuk, Sâdi Işılay, Selahattin Pınar,Hüsnü Tüzüner, Kemal Batanay, Şerif İçli gibi usta isimlerden ders alarak Ankara ve İstanbul Radyoları mikrofonları sayesinde tüm Türkiye'ye sesini ulaştırma şansına erişmiştir. İstanbul Belediye Konservatuvarı'nda uzun yıllar eğitimci ve icrâcı olarak da görev yapan Rikkat Uyanık, bir dönem Zeki Müren'in de hocalığını yapmıştır.
1992 yılında İstanbul'da hayatını kaybetmiş olup, Karacaahmet Mezarlığına defnedilmiştir.
Rikkat Hanım oğlu Barış Manço ile söylemekten zevk duyduğu parçalardan biri de Barış Manço'nun "Gülme ha gülme " parçasıdır.
Turnalardan haberimi
Aldığın gün sevdiceğim
Gülme sakın, gülme ha gülme
Alnıma bir kara yazı
Yazılmış ki, yok ilacı
Sevdiceğim, gülme ha gülme
Yağmur ince, ığıl ığıl ağlar
Her damlası yüreğimi dağlar
Seni bana çok görenler n'eyler?
Karlı dağlar, uzun uzun yollar
Hepsi pişman, susmuş ağlar
Seni bana çok görenler n'eyler?
Yıllar geçer, güz yaz olur
Barış bir gün toprak olur
Sil göz yaşın, durma ha durma
ROCKEFELLER'DEN YÜZYILIN İTİRAFI!
“TÜRKİYE’YE ADNAN MENDERES ZAMANINDA “MARSHALL YARDIMI” İLE EL ATTIK”
"Mesela Türkiye’yi ele alalım. Türkler de yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950’lerde ülke yönetimine bizim desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle başta gayet güzel bir diyalog kurmuştu. Bizden seçimde aldığı destek karşılığında, Marshall yardımı adı altında devamlı borç alıyor ve ülkesinde yatırımlar yaparak sanayi yapısını geliştiriyordu.
Fakat o kadar plansız ve programsız harcama yapıyordu ki; ödeme günleri geldiğinde bizden, borç ödemek için tekrar tekrar borç istemeye başladı. Biz de kendisinden ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve bizim şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer bir deyişle Osmanlı İmparatorluğu’na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler talep ettik.
Menderes bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve bizden uzaklaşamaya başladı. Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor, fabrikalar arka arkaya dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için ülkenin her yerine camiler yaptırıyordu. Menderes bu şartlarda iktidardaki yerini uzunca bir süre için sağlamlaştırdığını zannediyordu.
Bir darbe ile bu işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edildi. Sadece CELAL BAYAR kurtuldu, çünkü bir MASONDU ve yakın arkadaşı Papa Roncalli ya da diğer adıyla 23. John, Vatikan’ın baskısıyla onu idamdan kurtardı.
“1980 DARBESİ BİZİM İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA YAPILDI”
Aynı ülkede gerçekleşen 1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. O zamanlar ülkede bir solcular, bir sağcılar iktidara geliyor ve bizim isteklerimiz doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı. Fakat Amerika ve Avrupa’da gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri kadar mal satamaz olmuştuk.
Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere uyguladığımız planı onları da uygulamak istedik ve serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.
BİNLERCE TÜRK GENCİ UYDURMA İDEOJİLER UĞRUNA CAN VERDİ
En sonunda bu ikilem yine bildiğimiz yollarla, Ordo Ab Chaos ile çözüldü. Yani önce kaos, sonra düzen. Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Aslında başında onay vermiş gibi göründüğümüz Kıbrıs Savaşı’ndan sonra ülkeye uygulanan ambargo sayesinde halk canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunamaz olmuştu. Karaborsacılar zenginleşirken halk iyice sefalete düşmüştü.
Ülkeye gönderilen provokatörlerimiz için bu halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, hergün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz olmuştu.
Her an bir serseri kurşuna hedef olmak vardı. Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı. Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti.
Aslında provokatörlerin görevi bitmiş, sahneden çekilmişlerdi. Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir “kurtarıcı” sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsan yapsın hemen kabullenecektir.
ÖZAL, İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA KAPILARI SONUNA KADAR AÇTI
Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti. Bu Turgut Özal’dı. Özal, tam da bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim şirketlerimiz bu bakir piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. İlk önceleri fiyatları çok düşük tutarak yerli sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke artık Amerikan ve Avrupa yapımı mallarla dolmuştu.
Sanayi şirketlerimiz stoklarını eritirken finans şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle borç yatağına sürüklüyorlardı.
Böylece, gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırdığımız bu ülkelerin hemen hemen hepsinde uygulanan ve 80’li yıllarda başlatılan bu proje ile, bütün ülkeler, hem bizlerden aldıkları mallarla sanayi şirketlerimizi zenginleştirmeye devam ediyorlar, hem de bu malların karşılığı olan ödemelerini yapabilmek için bizim finans şirketlerimizden aldıkları yüksek faizli kredilerle, her sene artan bir borç batağına sürükleniyorlar.
TÜRKİYE’DE PARA İTİBAR GÖRDÜ; ARKADAŞ, DOST, AİLE GİBİ KAVRAMLAR UNUTULDU
Bu arada, Özal bütün bunların yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş yavaş çıkarmıştı. Bu ülke vahşi kapitalist sistemle o kadar çabuk uyum sağladı ki, bizim bile düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler. İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler.
Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç örnek. Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye başladı. Bu arada, yerli sanayi can çekişiyor, küçük işletmelerden başlayarak yavaş yavaş büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası yayılıyordu.
Devlet işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları sağlanarak zarar ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor ya da özelleştirme hikayesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele geçiriliyordu.
“KÜRT DEVLETİ PROJESİNİ” HAYATA GEÇİRMEK İÇİN ÖNCE ÖRGÜT YARATTIK
Beyni yıkandığı için temiz hayallerle işe başlayan Özal, sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek kendisini de kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye başladı. Öyle bir duruma geldiler ki Özal’ın çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, biz ülke monarşizme dönüyor diyerek kaygılanmaya başlamıştık.
Aslında tam bir komedi oynanıyormuş. Her neyse, ülke insanının tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya maloldu. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için PKK denilen bir örgüt yaratıldı.
Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu anda koskoca Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimiz geri çevirecek durumda değil. Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre sonra da bizim için hala geçerli olan Sevr Antlaşması uyarınca hemen hemen tamamından fedakarlık etmek zorunda kalacak.
TÜRKİYE BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ… SU KAYNAKLARININ ÖNEMLİ BİR KISMI BURADA
Türkiye hakkında biraz daha durmak istiyorum; çünkü dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve bizim için çok önemlidir. Nedenlerine gelince:
Bir kere Büyük İsrail Devleti topraklarının su kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir.
İkincisi, Müslüman ve demokratik bir ülke olarak bu konuda öncü bir ülkedir. İslamiyeti yıkmak istiyorsak önce Türkiye’den başlamalıyız.
Üçüncüsü, Avrupa ve Asya arasında bir köprü durumdadır.
Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Kafkasya’ya hakim olmak istiyorsak bu ülke elimizin içinde olmalıdır. Ortadoğu hemen hemen elimizde sayılır. Kafkasya ve Orta Asya’daki diğer Türk devletleri de yakında darbelerle kargaşaya boğulacaklar ve avucumuzun içine düşecekler.
Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden böyle bir olasılığa karşı, ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerinde kilit mevkilerdeki adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde hemen istikrarı bozacak olaylar ve darbelerle bunu önlüyorlar.
EN ÖNEMLİSİ, TÜRKLER MEDENİYETİN BEŞİĞİDİR VE KÖKENLERİ SÜMERLERE KADAR DAYANIR
Dördüncüsü, ülke bor madenleri bakımından dünyanın en zengin ülkesidir ve bu maden dünyada yakın bir gelecekte, petrolden bile daha önemli bir hale gelecek.
Beşincisi ve belki de en önemli olanı Türkler medeniyetin beşiğidir. Türkler, Milattan Önce 4.000’lerde Orta Asya’da yaşayan büyük bir felaketten sonra yaşadıkları yerleri terk edip, Mezopotamya’ya ve Rusya üzerinden Avrupa’ya gelen Aryanlar, yani dünyadaki en medeni olarak kabul ettiğimiz Ari Irk’tandırlar ve Avrupa’daki Finliler, Macarlar gibi bazı uluslar Türk kökenlidir.
Ayrıca Anadolu’da büyük uygarlıklar kuran Hititler ve Asurlular’ın da Türk kökenli olma ihtimali yüksektir.
Milattan Önce 3.500 yıllarında Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerler ilk yazıyı bulan, toplumda adaleti sağlamak için ilk yasaları çıkaran ve mahkemeleri kuran, ilk para kullanan ve vergi toplaya, ilk okul açan ve tekerleği bulan ulustur: yani dünya medeniyetinin başlangıç noktasıdır ve soyları tarihçilerimizin araştırmalarına göre Türk kökenli insanlardır.
Çünkü Sümerler o bölgenin yerli halkı değildirler; yani göçebedirler ve tarihçilerimizin araştırmalarına göre “kız” manasına gelen “kır” kelimesi, “öküz” manasına gelen “ökür”kelimesi gibi bugüne kadar çözülebilen 1000 civarında Sümerce kelime ve “Ayağını yere sıkı bas, Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır, Sel gibi silip süpürmek, Yağ gibi erimek” gibi yüzlerce atasözü bugün Türkçe’de kullanılmaktadır.
Sümerlerin Ay Tanrısı’nın simgesi olan “Yarımay”, bugün Türk bayrağında kullanılmaktadır. Roma ve Yunan medeniyetleri Sümerlerden oldukça fazla faydalanmışlardır; mesela yapılarındaki süslemeleri ve Tanrıları Sümer tapınaklarından gelir.
Fakat biz bunu örtbas etmek için, Milattan Önce 2.000 yıllarında, yani Sümerlerden 1.500 yıl sonra başlamış olmasına ve Yunan medeniyetini, dünyadaki ilk medeniyet olarak dünyaya tanıttık. Daha da ilginç olanı, Yunanlılardan önce Mısır Medeniyeti başlamıştır; ama onlar da ancak Sümerlerden 1000 sene sonra piramitlerini yapabilecek uygarlık düzeyine gelebilmişlerdir. Mayalar ve İknalar; Sümerlerden 2000 sene sonra ziguratlarını aynı biçimde yapmışlardır.
MEDENİYETİN BEŞİĞİ OLARAK TÜRKLERİ KABUL EDEMEZDİK, BU MİRASA EL KOYMALIYDIK
Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik; tam aksine binbir entrika ile bu kültür miraslarına el koyarak biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir toplum olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk.
Sümer Kralları Urukagina ve Urnammu, çok tanrılı bir toplum kurarak, insanlar arasında adaleti sağlamak ve haksızlıkları önlemek için yasalar çıkararak, çağımız toplumlarına öncü olurlarken, bugün tek tanrılı bir toplum olan Türkiye’de bizim çalışmalarımız sonucu, fuhuş, rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç ve gelir dağılımı aşırı düzeylerdir.
Aslında insanlar tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler ama insanoğlu için duyduğuna inanmak yeterlidir, okumak çok zor gelir.
Ben de o ana kadar en medeni ulus olarak İngilizleri görüyordum. Duydukları hiç hoşuma gitmeyince konuyu değiştirmek istedim.
OSMANLI’YI YIKMAK ZOR OLMADI
“Dünya ülkelerini nasıl ele geçirmeyi düşünüyorsunuz?” sorusuna ise şöyle cevap verdi:
Rothschild: Sana tarihten örnekler vererek gücümüzü göstermek istiyorum; Birinci Dünya Savaşı, Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları dağıtmak ve en önemlisi Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayarak Ortadoğu’daki petrol yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin yolunu açmak için çıkarılmıştı.
İsrail devletinin kurucusu sayılan Theodor Herlz, o zamanki Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’e giderek, bizim ailemizin desteğiyle Filistin topraklarını satın almak istedi. Fakat padişah bize karşı çıktı. Bizim için Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak çok zor olmadı. Çünkü padişahlar genellikle Türk kadınları yerine, fethettikleri ülkelerden köle olarak getirdikleri başka din ve ırklara mensup kadınlarla evleniyorlardı.
Tabii Hürem Sultan gibi bu kadınlar zamanla ülke yönetiminde söz sahibi oldular ve kendileri gibi yabancı kökenli adamlarıyla bizim istediğimiz gibi, ülkeyi yıkıma götüren bir şekilde yönetmeye başladılar. Padişahlar ise devlet yönetiminin emin ellerde olduğu düşüncesiyle zevk ve sefaya dalmışlardı.
Bu da Osmanlı’nın çöküş devrini başlattı. Mason örgütleri tarafından kışkırtılan insanların çıkardıkları isyanlarla topraklar kaybedilmeye başlandı. Hazine plansız harcamalarla tüketildi. Savaş sonunda hedefimize ulaşmamıza az kalmıştı; ama Atatürk adında bir lider ortaya çıkarak planlarımızı bir süreliğine ertelememize neden oldu.
Tabii ki sonuçta bizim finans ve silah sanayi şirketlerimiz servetlerini onlarca kez katladılar. I. Dünya Savaşı sonunda Monarşizm tez olarak, Demokrasi antitez olarak, Komünizm’i yani sentezi oluşturdu.
HİTLER, BİZİM TARAFIMIZDAN GETİRİLDİ, ÇÜNKÜ BURADAKİ YAHUDİLER İSRAİL DEVLETİNİ KURMAYA YARDIMCI OLMADILAR
İkinci Dünya Savaşı’nın asıl sebebi şu an olduğu gibi dünyada başlayan ekonomik krizlerdi; diğer bir önemli neden ise Diaspora’nın yani kutsal topraklar dışında yaşayan Yahudilerin, yeni İsrail devletini kurmaya yardımcı olmamaları ve bu ülkeye dönmeyi kabul etmemeleriydi. Hitler’in bulunduğu mevkiye gelmesi ve Alman ulusunu büyülemesi, yine bizim tarafımızdan aldığı mali yardımlar sayesinde olmuştur.
Harriman, Guaranty tröstü gibi Amerikan finans devleri, Alman çelik kralı Thyssen’ın mali yardımları ve Thule Örgütü’nün desteğiyle Hitler, dünya savaşı başlatacak güce erişiyordu. Bu iş için Hitler seçilmişti; çünkü Yahudilerden nefret ediyordu.
Sebebi ise, babaannesi o zamanlar zengin bir Yahudinin yanında hizmetçi olarak çalışıyordu ve babaannesi bu Yahudi patronu tarafından hamile bırakılmış, durumdan haberdar olan evin hanımı tarafından evden kovulmuştu. Babaanne kucağında bir bebek ile, yani Hitler’in babasıyla, başka bir iş bulamayınca koyu Katolik olan baba evine geri dönmüştü. Hitler zamanla bu gerçeği öğrenmiş, Yahudilere kin duymaya başlamıştı.
İsrail topraklarına dönmemekte ısrar eden Yahudileri korkutmak amacıyla birkaç katliama izin verildi ve söylenenden çok daha az kişinin öldüğü bu katliamlar kullanılarak sözde milyonların yok edildiği Yahudi katliamı senaryoları üretildi.
Şimdi aynı katliam senaryosu Ermeni Soykırımı adı altında Türklere uygulanmaktadır. Bu saçma soykırım masalı Türklere yüklenecek ve böylece Türkiye yüz milyarlarca dolar tazminat ödemek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisi için büyük bir darbe olacaktır.
ATOM BOMBASI, YAHUDİLERİN YAŞADIĞI ALMANYA’YA ATILAMAZDI, BU NEDENLE JAPONYA KIŞKIRTILDI
Almanlar’dan nefret eden o zaman ki Siyonist başkanımız Einstein’ın Amerikan Başkanı Roosevelt’e bir öneri mektubu göndermesiyle atom bombası çalışmaları Manhattan Projesi altında başlatılmış ve kısa sürede sonuç alınmıştı. Ama bir sorun vardı, bu bomba çok güçlüydü ve deneme yapılabilmesi için Amerika’nın halkın desteğiyle savaşa girmesi gerekiyordu.
Ayrıca Alman şehirlerinde çok sayıda Yahudi yaşıyordu; bu ülkeye atom bombası atılamazdı. Japonlar kışkırtıldı ve daha önceden haber alınmasına rağmen, halkın duygularıyla oynanarak desteğinin kazanabilmesi için yüzlerce Amerikan askerinin ölmesiyle sonuçlanan Pearl Harbor baskınına göz yumulmuş ve bu sorun da aşılmış oluyordu.
İSRAİL DEVLETİ, ROTSCHILD AİLESİ’NİN CÖMERT MALİ DESTEĞİ İLE KURULDU
Ve böylece Büyük İsrail İmparatorluğu’nun temelini oluşturan İsrail Devleti 1948 yılında Rotschild Ailesi’nin cömert mali desteğiyle kuruldu. Ordo Ab Chaos yine işe yaramıştı. Bu arada savaşta iflas eden ülkelerin ekonomilerinin düzeltilmeleri için Harriman, Rockefeller, Vanderblit ve Rothschild finans kurumlarından aldıkları borç paralar devreye giriyordu.
SOVYETLER BİRLİĞİ’NE YETERİ KADAR ÜLKE TAHSİS EDİLMİŞ, MALİ DESTEK VERİLMİŞTİ
Sovyetler Birliği, Hegel Diyalektiği gereği bir karşıt güç yaratılması gerektiği için, Amerikan International Barnsdall Corporation şirketinin verdiği ekipman ve yine Amerikan W.A Harriman Company ve Guaranty Tröstü tarafından verilen mali desteklerle petrol kuyuları ve maden yatakları açarak, ekonomisini geliştirdi.
Bu arada dünya ülkeleri komünizm ve kapitalizm arasında seçimlerini yapmaya başlamışlar; Sovyetler Birliği’ne kapitalizmi savunan bizlere karşı eşit bir güç oluşturması ve bu oyunun sürdürülebilmesi için yeteri kadar ülke tahsis edilmişti.
ÇİN, HENÜZ KONTROL EDEMEDİĞİMİZ BİR ÜLKE AMA ABD EKONOMİSİNE KATKISI BÜYÜK
Çin ise Amerikan Bechtel Corporation’ın verdiği teknoloji ve beyin gücüyle süper bir güç haline geldi. Bu ülke henüz kontrol edemediğimiz, dünyadaki tek ülke. Fakat Amerikan ekonomisine büyük katkıda bulunuyorlar; çünkü iş gücü çok ucuz, ayda 30 dolara çalışacak işçi bulmak bizim ülkelerimizde patronların en tatlı rüyası olurdu.
VİETNAM, KORE, KAMBOÇYA, TAYLAND, ENDONEZYA, AFGANİSTAN, İRAN-IRAK, YUGOSLAVYA SAVAŞ ENDÜSTRİSİ’NİN DENEME VE GELİŞMESİNE YARADI
Size dünyadan kısa örnekler vererek konuşmamıza devam edeceğim;
Vietnam savaşında, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği silah endüstrileri, yeni imal ettiği silahları deneme fırsatı bulmuştu ve silah sanayisini canlandırmak için devlet, eskileri kullanarak elden çıkarmıştı. ‘Agent Orange’ adlı kimyasal silah ile bu zehirin bitkiler üzerinde ölümcül etkileri görülmüş oldu. Bir ülke ekonomisi batağa sürüklendi.
Kore savaşı ile bu ülke iyiye bölündü ve kalkınma hayalleri suya düştü. Böylece ülke ekonomisi tahrip edildi. Ayrıca bu ülkede mikrop bombaları ve dioksin gibi çeşitli zehirler ile biyolojik savaş denemeleri yapıldı.
Kamboçya’da Amerika ile ticaret yapmayı reddeden lider Sihanuk 1970 yılında bir darbe ile devrildi ve yerlerine ülkeyi kaosa sürükleyen Pol Pot ve Kızıl Kmerler geçirildi.
Tayland’da yine ülke yönetimi devrilerek yerine diktatörlük rejimi kuruldu. Ülke ekonomisi yıllarca bize çalıştı.
Endonezya devlet başkanı Suharto 1957-58 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nin verdiği silahlarla Doğu Timor’u işgal etti ve yıllarca sürecek bir kaos yarattı, binlerce insan öldü.
Afganistan savaşı Ruslara silah sanayisini geliştirmek için büyük fırsatlar sunmuştur. Biz de yeni üretilen silahların etkilerini deneyebilmek için büyük bir fırsat yakalamıştık. Ayrıca ülke çok zengin yer altı kaynaklarına sahiptir. Afganistan yönetimi şu anda tamamen bizim kontrolümüz altındadır.
İran-Irak savaşı Saddam’a büyük vaatler yapılarak başlatıldı. İlk iş olarak birbirlerinin petrol kuyularını ve tesislerini bombaladılar. Tabii sonunda petrol zengini bu iki bizlerden daha fazla silah satın alıp savaşı kazanabilmek için ülke ekonomilerini iflas ettirecek düzeye getirdiler. Sonuçta bütün şehirleri ve petrol tesisleri yine bizler tarafından yeniden kurulacaktı. Bu de yine bizlerden daha fazla borç almakla mümkün oluyordu.
Saddam dolduruşa getirilerek başlatılan 1990 yılındaki Körfez savaşı, ile ırak ekonomisi bir kez daha çökertildi; Kuveyt’i tekrar inşa etmek için milyarlarca dolarlık iş bağlantıları yapıldı; Amerikan askerleri bölgeye ilelebet yerleşti.
Bu savaşta test amacıyla tüketilmiş uranyum bombaları kullanıldı. Bu bombalar, etkisi yıllarca sürecek radyoaktif maddeler yayarak bölgedeki yüz binlerce insanın, tabii bu arada bizim askerlerimizin de ölmesine yol açtı, hala da insanları öldürmeye devam ediyorlar.
1990 Yugoslav savaşında salkım bombaları kullanıldı. Bu teknoloji harikası bombalar yere yaklaştıklarında yüzlerce küçük bombalara ayrışıyorlar ve yere düştüklerinde hala patlamamış olanlar her zaman aktif birer bomba olarak kurbanlarını bekliyorlar.
Rotthschild konuşmasına “Bu ülkelerin şimdi tamamen bizim kontrolümüz altında olduğunu sanırım söylememe gerek yok” diyerek ara verdi. Onun kaldığı yerden Rockefeller devam etti.
ZAİRE, ÇAD, YEMEN, GUATEMALA, ŞİLİ, BREZİLYA, DOMİNİK, SOMALİ, PANAMA, EL SALVADOR, BOLİVYA, EKVATOR, PERU, URUGUAY, ANGOLA’DAKİ SAVAŞLAR VE DARBELER BİZİM PLANLARIMIZDI
Zaire devletinin başına CIA destekli bir darbe ile 1965 yılında geçen Mobutu, George Bush’un deyimiyle Afrika’daki en iyi adamımız oldu.
Çad Hükümeti 1982 yılında bir darbe ile devrildi ve yerine diktatör Hissen Harbe geçirildi. Bu geçiş sırasında on binlerce insan öldü.
Yemen 1990 yılına kadar iki ayrı devlet halinde uzun yıllar birbirleriyle savaştılar. Bizim şirketlerimiz zenginleşmeye devam ettiler.
Guatemala’da hükümet, komünist rejim tehlikesi bahane edilerek CIA yardımıyla 1953 yılında devrildi ve bugüne kadar bizim tayin ettiğimiz askeri hükümetlerle ülke sonsuz bir kargaşa içinde yönetilmektedir.
Şili’de General Pinochet, 1973 yılında iktidarı ele geçirerek, yıllarca bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkeyi yönetti. Amerika Birleşik Devletleri’ne aktardığı milyarlarca dolarla ülke ekonomisi bataklığa sürüklendi. Ülke insanları sefalet içinde yüzerken, bizler daha zengin olduk.
Brezilya’da komünizmden kurtarılan bir diğer ülkeydi. Ülke yönetimi 1964 yılında bir darbe ile devrildi, ülke Amerika Birleşik Devletleri’nin Güney Amerika’daki en güvenilir müttefiklerinden biri oldu.
Dominik Cumhuriyeti, aynı şekilde 1963 yılında bir darbe ile bizim istediğimiz yöneticilere kavuştu. Ülkenin serveti bizlere aktı.
1990’lı yıllarda Kolombiya’da uyuşturucu ile mücadele etmek maskesi altında ülke yönetimi ele geçirildi. CIA bu ülkeden gelen uyuşturucu parasıyla dünyanın çeşitli ülkelerindeki operasyonlarını finanse ediyor.
Fiji, Grenada, Panama, Somali, El Salvador işgal edildi. Sarin, hardal gazı gibi sinir gazları halk üzerinde denendi. Yüz binlerce insan öldü ve hala ölmeye devam ediyor.
Bolivya, Gana, Ekvator, Haiti, Filipinler, Peru, Uruguay, Angola, Seyşel adaları gibi üçüncü dünya ülkelerinde yapılan darbeler ve karışıklıklar hep bizim planlarımızın bir parçasıydı.
BÜTÜN ÜLKE YÖNETİMLERİNİ KONTROL ALTINDA TUTUYORUZ, AKSİ HALDE TERÖR OLAYLARINI DEVREYE SOKUYORUZ
Avrupa ülkelerinde kurulan İtalya Gladio’su benzeri istihbarat örgütleri sayesinde, bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutmaktayız.
İstanbul’daki sinagoglara yapılan saldırılar ve Madrid’deki tren bombalama olayları, bu ülkelere bizim isteklerimizi görmezden geldiklerini hatırlatmak için yaptırıldı.
New York İkiz Kuleler, Pentagon saldırıları, Kenya ve Suudi Arabistan’daki bombalama olayları ise tamamen bizim planlarımız doğrultusunda icra edildiler.
Ben “dünyada el atmadıkları başka ülke kaldı mı acaba” diye düşünüyordum. Rockefeller böyle beni şaşkınlığa uğratmanın zevkiyle içkisini bir yudumda bitirerek sözlerini tamamladı;
DÜNYADA HİÇBİR YERDE MAFYA VE KAÇAKÇILIK OLAYLARI BİZİM İZNİMİZ OLMADAN YAPILAMAZ
“Bu arada, bütün organizasyonların çok yüksek olan maliyetleri konusu var. Onların kaynağı ise vergiden muaf olan vakıflarımızın topladığı bağışlardan ve mafya ile olan bağlantılarımız sayesinde finanse diliyor. Dünyanın hiçbir ülkesine mafya veya kaçakçılık faaliyetleri, o devletin haberi ve izni olmadan yapılamaz. Yapılması için, üst kademelerde işbirlikçilerin olması gerekir.
Bu işbirlikçiler gözünü para hırsı bürümüş insanlar seçilir ve bir kere bu işlere bulaşıldı mı, bir daha çıkış yoktur. Dünyanın her yerinde tamamen bizim kontrolümüz altında çalışan mafya, özellikle uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile ilgilenir, çünkü en tatlı para bu alanlardadır.
Bu paradan biz en büyük payı alırız ve bu parayla birlikte masum görünüşlü vakıflarımızın desteğiyle bütün bu faaliyetlerimiz finanse edilir ve buna işbirlikçilere dağıtılan para ve rüşvetler dahildir.
NEDEN KUZEY AMERİKA VE BATI AVRUPA VARLIKLI BİR YAŞAM SÜRER DÜNYADAKİ 5 MİLYAR İNSAN, BİZİM 1 MİLYAR İNSANIMIZ İÇİN ÇALIŞIR
Bu örnekler inanın bana sadece buzdağının dışarıdan görünen başı. Gördüğünüz gibi dünyanın her noktası kontrolümüz altında. Hegel Diyalektiği’nin amacımız doğrultusunda ne kadar çok işe yaradığını görüyorsunuz.
Hiç düşündünüz mü, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkeleri vatandaşlarına rahat ve varlıklı yaşam olanakları sunarken, dünyanın diğer ülkelerinde neden sefalet ve bitmeyen bir kargaşa var? Çünkü bizim ırkımız seçilmiş ırktır, diğerleri sadece köledirler.
Eğer yaşamak istiyorlarsa ömür boyu bize bu şekilde hizmet etmek zorundadırlar. Dünyadaki 5 milyar insanı bizim toplumlarımızdaki 1 milyar insan için çalışıyorlar. Bütün zenginlikleri bizim şirketlerimize ve dolayısıyla bizim ülkelerimize atkılıyor.
Biz gelişmiş ülkeler, her geçen gün daha da zenginleşirken, üçüncü dünya ülkeleri, ekonomileri çökertilmiş, halkı uydurma savaşlar ve olaylarla sefalete sürüklenmiş çaresiz bir halde; refah içinde yaşayan işbirlikçi yöneticileri ve zengin tabakları bizim emirlerimizi bekliyorlar.
Bizimle işbirliği yapanlar, çok yakında yeni dünya hükümetinde kendi bölgelerini bizim idaremiz altında yönetecekler. Üçüncü sınıf ülkelerin halkları eğitim düzeylerine göre işçi olarak çalışacaklar, bizim gibi gelişmiş halklar da bunların üstünde bir hiyerarşi içinde yönetici olarak görev yapacaklar.
Bu sınıfa giren ülke insanları için cumartesi günleri dışında bütün bayram ve tatil günleri kaldırılacak ve ancak karınlarını doyurabilecekleri bir maaş karşılığında, bütün yıl boyunca haftanın altı günü çalışacaklar. Bizim insanlarımız günün çok az bir kısmını çalışmaya ayıracak ve günün geri kalan kısmını zevk ve eğlenceyle geçirecekler."
DOKTOR TARIK NUSRET'İ TANIRMISINIZ?
Duydunuz mu hiç adını?
O bir doktordu
O bir babaydı..
Çok acılı bir hikayesi vardır.
Bilmemiz gereken..
Anlatmamız gereken..
Herkesin okuması gereken...
Çanakkale Savaşında siperlerin gerisinde yaralı askerlerin en çok ihtiyaç duyduğu şey “Morfin“di.
Doktorlar yaralı askerlere ağrı kesici bulmakta zorlanıyorlardı. Bu yüzden bir nöbet tutuluyordu.
Hastaların ameliyatı için hazırlanan çadırın önüne bir masa kurulmuştu..
Sedye ile gelen her yaralı, burada masaya koyuluyordu. Doktorun elinde enjektör, enjektörün içinde ağrı kesici..
Doktor ilk muayeneyi yapıyordu ve yaşama olasılığı olan, ameliyat edilmesi halinde yaşayacağına inandıkları askerlere ağrı kesiciyi yapıyordu..
Oysa gelen her yaralının ağrı kesiciye ihtiyacı vardı. Fakat herkese yetecek kadar ağrı kesici yoktu..
Doktor duygusal karar vermemek için yaralıların yüzüne bakmamakta, iyileşme şansı yüksek olan yaralılara ağrı kesici yapmaktaydı..
Yine doktorun önüne bir asker getirilir
Yaralının ağır yaralarına bakan doktor, askerin iyileşemeyeceğini öngörür ve ona ağrı kesiciyi yapmaz..
O sırada askerden iniltili bir ses duyulur..
“Baba!”
Herkesin gözü doktora çevrilir, yaralar içinde kıvranan asker doktorun öz oğludur..
Doktor buna rağmen yine ağrı kesiciyi oğluna yapmaz ve bir kaç saat sonra da oğlu şehit olur..
Doktor, şehit olan oğlunun cansız bedenine sarılır ve şöyle der:
“Affet oğlum, o senin hakkın değildi”
İşte bu topraklar hakkı olmadığı için tek bir ağrı kesiciyi bile oğlundan esirgeyen o güzel insanlar tarafından vatan yapılmıştır.
Ve bizim..
Çanakkale savaşını kazandığımız o tarihi anlardan biri de hiç şüphesiz Doktor Tarık Nusret’in hakkı olmadığı için öz oğluna ağrı kesici yapmadığı o an’dır..
Tarihin tozlu sayfalarına adını kazımış tüm kahramanlara sonsuz saygıyla, minnetle.
(Metin, alıntıdır)
Abi Tiyatro nasıldı?
Adamın kapısının önünden arabası çalınır.
Aradan 2 gün geçer ve araba geri gelir.
Araç sahibi arabası geri geldi diye sevinmiştir.
Aracı kontrol ettiğinde içinde bir not fark eder.
Hırsız araca bıraktığı notta şunları yazmıştır;
– “Özür dilerim arabanızı çaldım ama buna mecbur kalmıştım.
Karım o anda doğum yapacaktı ve başka çarem yoktu!
Bu yaptığımın çok yanlış olduğunun farkındayım ve bir şekilde telafi etmek istiyorum.
Yarın tiyatroya eşiniz ve sizin için 2 bilet aldım.
Hatamı telafi etmek için bende orada olacağım.
Bu durumu nasıl karşılayacağınızı bilmiyorum ancak kendimi bir şekilde affettirmek istiyorum”
Arabası çalınan adam notu okuduğu zaman çok duygulanır.
Durumu eşine anlatır ve tiyatroya giderler.
Aracı çalan ve geri getiren kişi tiyatroya gelmemiştir ancak adam ve eşi tiyatroyu çok beğenir ve hallerinden memnun eve dönerler…
Eve geldiklerinde kapı açıktır ve çok şaşırırlar.
Ev soyulmuştur ve duvarda bir not vardır…
– Abi Tiyatro Nasıldı?
17 Mart 2021 Çarşamba
Sovyet Elçisinin Mustafa Kemal ile Medrese anıları
Gazi Mustafa Kemal, 2 Nisan 1922 tarihinde yanında Sovyet Elçisi Aralov ile birlikte Konya’dadır.
“O gece iki medreseyi ziyaret ettik. Kanlı, canlı hemen hepsi de gencecik mollalar medresenin avlusunda dizilmişlerdi. Bunların yanında geniş cüppeli, beyaz sarıklı hocalar da yer almıştı. Hepsi de yerlere kadar eğilerek Mustafa Kemal Paşa’yı selamladılar. İçlerinden biri, bunların başı ve en nüfuzlusu; Mustafa Kemal Paşa’dan, medrese sayısını arttırmasını rica etti. Bu zat, ayrıca, medrese öğrencilerinin askere alınmamalarını da istirham etti.
Hoca konuşurken Mustafa Kemal’in kendini tuttuğu belli oluyordu. Ama medrese öğrencilerinin askere alınmaması söz konusu olunca, artık kendini tutamadı ve yüksek sesle, sertçe:
“Ne o," dedi. "Yoksa sizin için medrese, Yunanlıları mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan içinde yüzerken; halkın en iyi çocukları cephelerde döğüşür, yurt için canlarını feda ederken, siz burada genç, sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz!…“
Mustafa Kemal konuşurken gözleri daha korkunç bir hal alıyordu.
”Bu asalakların askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim!”
Hocalar sindiler, ama yüzleri öfkeden kıpkırmızı kesildi, yabancıların yanında Hükümet Başkanı onları paylamıştı.
Mustafa Kemal Paşa bize dönerek; “Hadi gidelim, dedi, artık burada bizim için yapılacak bir şey kalmadı.”
Ve şöyle, isteksizce selam vererek oradan ayrıldı. Mustafa Kemal Paşa otomobilde uzun süre yatışmadı: “Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağım! Her şeyden önce onları mali kaynaklarından, vakıflardan yoksun edeceğim. Yurt topraklarının büyük bir parçası, neredeyse üçte ikisi, belki daha çoğu vakıftır. Bu topraklar mollaların yaşam kaynaklarıdır. Bunların çoğu köylülerin ellerinden alınmış topraklardır. Buna son vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar."
Mustafa Kemal, Anadolu topraklarında, şimdi gördüğümüz dinç, sağlam delikanlıları askerden kaçıran 17 bin medrese bulunduğunu söyledi. Bu tam bir kolordu demekti. Medrese öğrencilerinin şimdiye kadar niçin askere alınmadıklarını sormam üzerine, Mustafa Kemal, bunları askere alınmaları için gerekli emrin verilmiş olduğunu söyledi. Bu devrimci adım, subaylar arasında büyük bir sevinç yaratmış ve bu olay son günlerin en çok üzerinde durulan bir konusu haline gelmişti.
Kaynak:S.İ.Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları, Çeviren: Hasan Ali Ediz s.104-106
14 Mart 2021 Pazar
İran Sınırında Neden Mayınlar Temizleniyor?
İran sınırında mayınlar temizlenmeye devam ediyor! Peki İran Sınırında Neden Mayınlar Temizleniyor? Uzaktan bakınca “Dünya Barışı” için güzel bir haber gibi görünüyor. Ancak kazın ayağı öyle değil!
Kim fonluyor bu temizliği?
Avrupa Birliği!
Peki, neden acaba?
Türkiye-İran sınırı onları bu kadar neden ilgilendiriyor?
Hadi geçmişe gidelim ve hafızamızı tazeleyelim. Sonra bir kez daha o soruyu soralım!
Hatırlayalım!
Suriye iç savaşı ve peşi sıra dalga dalga gelen milyonlarca mülteci akını tarih, Mart 2011!
Peki, Suriye sınırındaki mayınların temizlenme tarihi neydi?
2008 yılında başlayan mayın temizleme operasyonu, Suriye Savaşı başlayana kadar devam etmişti! Mayın temizliği üç sene sürdü. Temizlik bittiğinde ise Suriye savaşı çoktan başlamıştı!
Sizce bu tesadüf mü?
Elbetteki tesadüf olamaz! Bakınız şimdide İran sınırımızdaki mayınlar temizleniyor!
Şimdilerde İran’da nedeni bir türlü kestirilemeyen yüzde 300’lük akaryakıt zammı ve iç karışıklık başladı!
Ardından İran Ruhani Lideri Ali Hamaney: “Ayaklanma yapanlar İran düşmanları!” Diyerek, Devrim Muhafızlarına emir veriyor.
Yüzlerce insanın ölüm haberide peşinden geliyor!
Haberlere göre, İran Devrim Muhafızları ile İran Ordusu arasında bu kontrolsüz müdahale yüzünden gerginlikler baş gösterdiği iddiaları yayılıyor!
Akabinde beklenen açıklama Amerika’dan geliyor, Trump İran’ın bu durumundan endişeli olduklarını açıklıyor.
Yavaş yavaş sular ısıtılıyor!
Olaylar böyle devam ederse NATO müdahalesi zorunluluğu gündemi oluşturulması muhtemeldir!
İran Yönetimi ise adeta buna çanak tutuyor. Tıpkı Beşar Esad’ın yaptığı gibi ayak diremeye devam ediyor.
Küresel çetenin BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) projesi tıkır tıkır işlerken, yarın olası iç savaş büyüdüğünde, bahse konu mayınların temizliği kimin aleyhine işler orasını da siz düşünün!
Türkiye İkinci Bir Göç Dalgasını Kaldırabilir mi?
Zannetmiyorum!
Aslında Suriye’den ve İran’dan milyonlar ülkemize kanalize edilirken, bizim jeopolitik ve etnik yapımıza kocaman bir çomak da sokulmuş olacak.
Şu anda Türkiye nüfusunun %10’u kadar mülteci var! İran’dan gelecek olan mülteci dalgasınıda düşünürsek, bir yerden sonra halkımızın sinir uçlarına dokunulduğunu ve sıra bize geldiğinde çok kolay bir şekilde burada da iç karışıklık çıktığını düşündüğünüzde…
ötesini düşünmek bile istemiyorum!
Emperyalizmin mayın tarlasına zorla itildiğimiz gün gibi ortadadır!
Alıntıdır
11 Mart 2021 Perşembe
Tarihimizin karanlık bir sayfası
Fotoğraf: Solda yeğeni Faruk Kenç ve ortada Fabrika Müdürü Emekli General Hüseyin Hüsnü Emir
Türkiye'de özel silah sanayiini kurmak için bütün engellemelere rağmen mücadele eden, İstanbul Sütlüce'de silah ve cephane fabrikası kuran Nuri Killigil Paşa'dan geriye bu küçük tabut kalmıştı...
Nuri Killigil Paşa, İsrail'e karşı savaşan Araplara ve Filistinlilere silah satmaya kalkınca fabrikasıyla beraber havaya uçuruldu.
Ondan geriye kalanlar Haliç'te Sütlüce sahilinde bulundu.
Nam-ı diğer Kafkasya İslâm Ordusu Kumandanı Nuri Paşa ve 27 işçisinin parçalanmış ve kömürleşmiş cesetlerinden geriye kalanlar,Edirnekapı Şehitliğinin bir köşesine sessiz sedasız defnedildi.
Evet Nuri Paşa'dan geriye kalanlar bu ufacık tabuta sığmışdı. Devlet ise cenaze töreninde yoktu.
Cenaze namazı ise yapılan siyasi baskılar yüzünden kılınmadı. İmam olmadığı için işçilerden biri Kur'an ve dua okudu.
Vücudun büyük kısmı parçalanmış olduğu için, cenaze namazının caiz olmadığını bildiren müftülük açıklaması sebebiyle Diyanet tarafından Nuri Paşa'nın cenaze namazı kılınmadı.
Çok kısa süre sonra ise Türkiye, İsrail'i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştu.
Rahmetle anıyorum...
ALINTIDIR.
7 Mart 2021 Pazar
*YÜZYILIN İTİRAFLARI*
*Mustafa Kemal, bizim temsil ettiğimiz dünyanın en büyük düşmanıdır.*
(Rothschild.)
2014 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde, ünlü petrol milyarderi, bankacı ve dünyanın en zengin ailelerinden biri olan Yahudi Rockefeller ailesinin, yakınlarda vefat eden en büyük ferdi David Rockefeller’in bir kitabı yayınlandı.
“Yüz yılın İtirafları “ adını taşıyan bu kitap maalesef çok kısa zamanda piyasadan çekildi. Çünkü kitapta, itiraflar vardı. Dünyayı yönetme isteği içinde olan ELİT bir tabakanın yüz yıl içerisinde, bazı devletler ve ülkeler içinde ve dışında, o ülkeleri kendi şemsiyeleri altına alabilmek için çevirdikleri dolaplar, entrikalar, soygunlar, sömürgeleştirme itiraf ediliyordu. Bu elit tabakanın daha fazla açığa çıkmaması ve masum halklara yaptıkları bilinmemesi için kitap piyasadan kaldırıldı.
Öncelikle Rockefeller ailesi hakkında bulabildiğimiz kadar bilgi verelim. Sonra bu ailenin en büyüklerinden olan David Rockefeller’in kaleme aldığı itiraflardan “Türkiye” hakkında yazdıklarını ve düşündüklerini öğrenelim:
*DAVİD ROCKEFELLER*
6 kalp nakli, 3 böbrek ve 2 de ciğer nakli operasyonu
geçiren 100 yaşına girdiğinde yaptığı açıklamada
“200. doğum günümü de kutlamak istiyorum” şeklinde
konuşan David Rockefeller, 20 Mart 2017 tarihinde öldü.
“Rockefeller ailesi ABD’nin en büyük petrol, sanayi, siyaset ve bankacı ailesidir. Aile 19. Yüz yılın sonu yirminci yüz yılın başlarında Jhon Davison Rockefeller’in (1839 – 1937) ve kardeşi William Avery Rockefeller’in ( 1841 – 1922 ) zamanında Standart Oil vasıtasıyla petrol ticaretinde çok büyük başarılar elde etmiş, Manhattan Bankasına uzun zaman sahiplik yapmış ve bu zaman zarfında büyük servet, nüfuz ve şöhret sahibi olmuştur. Jhon Davison Rockefeller insanlık tarihinin ilk dolar milyarderi unvanını kazanmıştır.
Rockefeller ailesinin elinde, aile üyelerine ve ailenin fertlerine ait bilgilerin ve dünya siyaseti, dünya ekonomisi hakkında yapılması gereken şeylerin listelerinin yer aldığı dünyaca meşhur bir arşivleri vardır. Bu büyük arşiv yer altına inşa edilmiş üç katlı büyük bir binada saklanır. Bu arşivde bulunan yetmiş milyon sayfalık belgeler, kırk iki bilimsel tahsil kurumuna aittir. Bu belgeler içerisinden araştırmacılara sadece, ailenin ölmüş üyelerine ait belgeler verilir. Sağ olan aile üyeleri hakkındaki belgeler ise hiç kimseye verilmez. 140 yıllık bir geçmişe sahip olan bu arşiv belgeleri ABD’nin 19 ve 20. Yüz yıllara dair dünya ölçeğindeki siyasi işlerinde ve çeşitli ülkelerde bu yıllarda ortaya çıkan sosyal olaylardaki rolünü öğrenebilmek için çok önemli bilgi kaynağıdır. Bu belgeler, dünya tarım işleri, güzel sanatlar, eğitim, uluslararası ilişkiler, ekonomik gelişme, tıp, tarih, politika, halklar, din, sosyal bilimler, kadın hakları tarihi, afro Amerikan tarihi gibi konuları kapsayan belgelerdir.
David Rockefeller (1915 – 1996) felsefe doktorudur. Harward ve Chicago üniversiteleri mezunudur. Amerika’nın Uluslararası İlişkiler Şurasının, Rockefeller Üniversitesi’nin, çağdaş Newyork Güzel Sanatlar müzesinin fahri başkanı ve en önemlisi de 1969 – 1981 yılları arasında komitenin başkanlığını yapmıştır.
2013 yılında bir internet sitesi, bu Rockefellerin bazı yazılarını ele geçirmiş ve “ABD’li Yahudi Bankacı David Rokfeller’den Yüz yılın İtirafları” adıyla bunları yayınlamıştır. 2014 yılında ise sözünü ettiğimiz kitap basılmış; fakat piyasadan toplatılmıştır.
Bu itiraflar ile ABD’nin ve Batı Avrupa’nın büyük devletlerinin yirminci yüz yılda dünya halklarının başlarına ne oyunlar ve felaketler getirdiği açık olarak ortaya çıkmıştır. Bu itiraflar, inanılmaz boyuttadır ve sadece Türkleri ve Türk Dünyası ile değil, bütün dünya ile ilgili meseleler üzerinde neler yaptıkları ve düşündükleri açıklanmıştır. Bu yazılarda Türkiye ile ilgili bölüm, bizi daha çok ilgilendiren bölümdür. Yapılan işlerin esas aktörleri, ABD ve Batı Avrupa devletleridir. Bütün icraatı yapan bunlardır. Bunların esas hedefleri Türkiye ve Türklerdir.
“Türkiye, coğrafi ve stratejik bakımından çok önemli bir ülkedir. Bu yüzden üzerinde daha fazla durmak istiyorum. Bu ülke bizim için çok önemlidir ve Türklere bırakılacak kadar önemsiz değildir….
1) Büyük İsrail Devleti’nin sularının büyük kısmının kaynakları Türkiye toprakları üzerindedir.
2) Türkiye Avrupa ve Asya arasında bir köprüdür.
3) Müslüman aleminde öncül ve demokratik tek ülkedir….
İslâmiyet’i yıkmak istiyorsak işe Türkiye’den başlamak gerekir. Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler, karşılarında hiç kimse duramaz. Bu yüzden, böyle bir ihtimale karşı ajanlarımız her an iş başında bekliyorlar. Türk devletlerinde anahtar mevkilerde adamlarımız var. Bunlar böyle bir ihtimali sezseler o anda Türkiye’deki huzur ve güven ortamını bozacak olaylar yaratırlar ve bu darbelerle bu tür bir birleşmeyi önleriz.
Medeniyetin kurucusu ve beşiği olarak Türkleri kabul edemeyiz; tam aksine entrikalar ile bu medeni miraslarına el koyarak biz, onları bütün dünyaya, barbar, hak – hukuk tanımayan bir halk olarak tanıttık ve bu alanda oldukça başarılı olduk. Sümer kralları Urukagina ve Urnammu çok Allah’lı bir cemiyet kurarak insanlar arasında adaleti korumak ve haksızlığı önlemek için kanunlar çıkararak çağdaş toplumlara örnek olurken bugün, tek Allah’lı bir halk olan Türkiye’de bizim çalışmalarımız sonucunda medeni vasıflar, ahlak, terbiye, saygı, sanat, edebiyat, tarih yok olurken; fahişelik, rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç ve soygun hüküm sürmektedir. Dünya çapında Türkiye’de yetişmiş, bir tane bilim adamları, sanat adamları, edebiyat adamları ve siyaset adamları yoktur!
Aslında Türkler, tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler. Ama Türkler için duyduğuna inanmak yeterlidir; okumak onlara çok zor gelmektedir. En kolayı, geçmişi öğrenmeden gece yatarken hissettiklerini kaleme alarak ertesi günü hüküm vermektir. Düşünün ki, hangi tesirin altındasınız ve kime kul olmaktasınız?
Ben de bu ana kadar en medeni ulus olarak İngilizleri görüyordum. Türk tarihini, Türk medeniyetini öğrenince, konuyu değiştirdim.
Provokatörlerimizin çalışmaları ile 1970’li yıllardan itibaren Türkiye’de sağ ve sol ideolojiler arasında adeta bir iç savaş yaşattık. Ülkeye koyduğumuz ambargo ile halk canından bezmiş, yağa, tuza, gaza muhtaç olmuştu. Birkaç kişi zenginleşmiş, halk ise sefalete düşmüştü. Provokatörler için halkı ayaklandırmak zor olmadı. Ülke o dereceye geldi ki, sokaklarda her gün elli – altmış kişi öldürülüyordu. Bütün ülke terör korkusundan adeta sinmiş saklanmıştı. Binlerce Türk genci, bizim uydurduğumuz ideolojiler esasında can verdi. Zamanı gelince bilgimiz dâhilinde indirilen bir darbe ile terör bitti, ortalık sakinleşti. Çünkü provokatörler işi bitirmişler, geriye dönmüşlerdi. Burada oynadığımız oyun, milleti birbirine düşürüp çaresiz bırakmak ve onlara bir kurtarıcı göndermekti. Bu durumda o kurtarıcı, kim olursa olsun, ‘anarşiyi – terörü bitiren, ölümleri sonlandıran’ insan olarak kabul görecekti. Bizim demokrasi uğrundaki mücadelemizin esası buydu.
Askeri hükümet çok sert tedbirlerle bir müddet ülkeyi yönetti. Ellinin üzerinde genç, haklı – haksız sağdan ve soldan ayırımı yapılmadan idam edildi. Bu sert cezalar tesirini çabuk gösterdi ve ülke bir anda süt liman oldu. Askeri hükümet bir müddet sonra ülkeyi sivil yönetime devretti. Bizim istediğimiz bir kişi iktidarın sahibi oldu. Askeri darbeyi yapan şahıs cumhurbaşkanı oldu. Yeni hükümet tam bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim büyük şirketlerimiz bu büyük pazara aç kurtlar gibi girdiler. Ülke ABD ve Avrupa malları ile doldu. Bu durumdan hem bizim şirketlerimiz faydalandı, hem de ülke boğazına kadar borç batağına girdi. Türkiye, kapitalizmi o kadar güzel uyguladı ki, yeni birçok vurgun ve soygun metotları bulundu. Hayali ihracat arttı, bankaların içi boşaltıldı, rüşvet devletin her kademesine girdi. Başta siyasiler olmak üzere, medya sahiplerine, üst düzey bürokratlara, bankacılara, yazar-çizer takımına ( gazeteci, dergi yazarı ) bu dönemde milyarlarca dolar rüşvet dağıttık.
Kardeşlik, dostluk, iyi niyet, dürüstlük, ahlaklı ticaret unutuldu. Binlerce sahtekâr, yalancı, hem devlet kadrolarını, hem bankaları, hem de özel şirketleri doldurdu. Türkiye’nin bugünkü manzarasının sebebi 12. Eylül ihtilalidir desem abartmam… Ülke yapılanları görenler tarafından alttan alta kışkırtılmaya başlandı. Halk tepki koyuyor, sokaklar protestocularla doluyordu. Tepkileri azaltabilmek için tam o günlerde bir Kürt meselesi çıkardık. Önce, bir örgüt kurdurduk. Sonra küçük bir kasabaya baskın yaptırdık. Ülkenin gündemi bir anda değişti. Kürt PKK terörü, şehit edilen asker ve polisler, halka her sıkıntıyı unutturdu. Türkiye otuz yıldır bu mesele ile uğraşıyor. Sonuç almasını her defasında engelledik. PKK’nın liderini ‘idam edilmemek’ kaydı ile biz teslim ettik. Otuz yıldır süren PKK terörü, Türkiye’nin ekonomisine büyük darbe vurdu. Binlerce insan bu terör dalgası içerisinde ölüp gitti. Türkiye, hem siyasi, hem ekonomik hem de sosyal açıdan büyük kayıplara uğradı. Ülkenin düzgün hale getirilebilmesi için bize başvurmak zorunda kaldı. Biz de, onlara, Osmanlı İmparatorluğuna yaptığımız teklifleri yaptık. Kabul ettiler. Bu işler için harcadığımız dolarların birkaç katını kazandık ve Türkiye’yi içinden çıkamayacağı bir borç sarmalına yuvarladık.
Bugünkü Türkiye; yalancılığın, sahtekârlığın, halkı aldatmanın, bizlere hizmet etmenin içinde yüzüyor; Mustafa Kemal’in bizi reddetmesinin bedelini ödüyor. Böyle bir ülkenin uzun boylu yaşaması pek mümkün değildir. Ya ruhlarda bir ihtilal yaparak yeniden kendileri olacaklar, ya da tarihten silinip gidecekler. Anadolu toprakları da bizim yarattığımız Ermeni ve Kürt devletlerinin olacaktır”.
David Rockefeller, itiraflarının bir bölümünde de, başka bir zengin Yahudi ailesi olan Rothschild ailesinin bir ferdi ile yapmış olduğu sohbete yer vermiş. Bu sohbetten de bölümler aktaralım:
“Rockefeller’in, (Dünya ülkelerini nasıl ele geçiriyorsunuz?) sorusuna Rothschild; Birinci Dünya Savaşı Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları yıkmak ve en önemlisi Osmanlı İmparatorluğunu parçalayarak Orta Doğu’daki petrol yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin kuruluş yolunu açmak için çıkarıldı”.
“İsrail devletinin kurucusu sayılan Tehodor Herzl o zamanki Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid’in yanına giderek bizim ailemizin para desteği ile Filistin topraklarını satın almak istedi. Fakat Sultan bize karşı çıktı. Biz de gerekeni yaptık. Osmanlı İmparatorluğunu çaresiz bırakarak I: Dünya Savaşı’na soktuk. Çok zorlansak da, Osmanlı İmparatorluğunu yıktık. İstanbul’u ve Anadolu’nun bazı bölümlerini işgal ettik. Planlarımızı tam sonlandıracağımız zaman Mustafa Kemal adında, padişahı ve şeyhülislam’ı dinlemeyen asi bir general ortaya çıktı. Bütün planlarımız alt üst oldu. Hepsi geriye kaldı”.
“Mustafa Kemal, bizim temsil ettiğimiz dünyanın en büyük düşmanıdır. O’nun varlığı, İsrail devletinin kurulmasını otuz yıl kadar geciktirdi ve bize milyarlarca dolar kaybettirdi. İzmir suikastı denen bir olaya karıştığı için idama mahkûm ettiği, Osmanlı Maliye nazırlarından aziz dostumuz Cavit Bey’i kurtarmak için O’nun yanına gittik. Bizi çok soğuk karşıladı. Tekliflerimizin hiç birisini kabul etmedi. Ve adeta bizi, makamından kovdu. Birkaç gün sonra da Cavit Bey’i idam ettirdi”.
İtiraflarda, Türkiye’den başka birçok ülkeye ve çeşitli olaylara da yer verilmiş. Bu ülkelerde ve olaylardaki aktörlerden bahsedilmiş. İkinci Dünya Savaşı, Hitler, Stalin, atom bombası, ihtilaller, darbeler anlatılmış… İran-Irak savaşının çıkarılmasının sebepleri ve sonucu değişik bir perspektif ile açıklanmış.
Şimdi, kendimize bakarak düşünelim… Toplumumuzu, yaşam şartlarımızı, siyasilerimizi ve icraatlarını, bilim ve sanat seviyemizi, ahlaki halimizi, güven ve inançlarımızı, hayata bakış ve algılayış tarzımızı düşünelim ve sonra kendimize soralım: Yukarıda itiraf edilenlerin bugünkü durumumuzu yaratmada tesiri yok mu? Başkalarını dinleyerek mi bu duruma geldik? Yüz yıl önce, zengin olmayan, geçim sıkıntısı çeken; fakat dürüst, namuslu, çalmayan, aldatmayan, güven veren bir toplum yapımız varken bugün niçin, hırsızların, üçkâğıtçıların at oynattığı, sahtekâr, alçak, zalim ve gaddar bir toplum haline geldik? Bu nasıl oldu? İtiraflar, bize yıllardır dost olarak görünenlerin aslında düşman olduğunu göstermiyor mu?
Bu durumlardan kurtulmanın tek yolu, Ulu Önder Atatürk'ümüzün istediği gibi “önce vatan ve millet” duygusunun bütün fertler tarafından kabullenilmesi ve aklın kullanılmasıdır. Aklı, devreden çıkarırsak yapılabilecek bir şey yoktur. Hasta mutlaka ölecektir! Ölmemek için akıllı olmak ve önce vatan ve millet, diyebilmek gerekir. Tehdit ve tehlike çok büyük, farkında olmalıyız….
NOT: Bu makale, Azebaycan’da yayınlanan KREDO gazetesinde 17. Mayıs. 2014 tarihinde Gazanfer Kazımov’un yazdığı “Rockefeller’in İtirafları ve Dünya Medeniyetinin Kurucusu Türk’ün Bedbahtlığı” isimli makaleden yararlanılarak yazılmıştır.
(Bu yazıyı lütfen dostlarınızla paylaşınız...)
6 Mart 2021 Cumartesi
DİN KİMİN?
Hocam unutmuşsun dahası var
Boşama hakkı erkeğin
Seyahat hakkı erkeğin
Mal mülk edinme
Çalışma
Okuma hakkı erkeğin
Lanet etme
Eşinden Razı olmama
Kafasına göre şuna buna izin vermeme
Tüm izin verme hakları erkeğin
Soyunma
Küfür etme
Edepsiz hareketler erkeğin
Kuran okuma
Musıki icra etme
Konuşma
Gülme
Kurban kesme erkeğin
Huri erkeğin
Cennet erkeğin...
Din erkeğin, onların uydurma dini erkeğin!
İslam ise her insanın!
Kadın da İslam'ın, İslam da kadının! İslam'ın, Kur'an'ın ve Allah'ın! Dininde kadın ne yarım dinlidir ne yarım akıllıdır, ne boşanamayan, ne yola çıkamayan, ne kurban kesemeyendir, ne hordur hakirdir, ne köledir, ne maldır, ne izne muhtaç, ne itaate mecbur, ne işçi, ne emir eridir.
Dikkat edin para vermeye gelince kadının elinden parasını alırlar, malın var, sadaka zekat kurban için ver derler ama kendi malında erkekten izinsiz tasarrufta bulunamaz, alışveriş edemez, malıyla ilgili kararları veremez derler, hac umre edemez , kurban kesemez, izinsiz kapı dışarı çıksa meleklerin lanetine uğrar derler...
Evet bunlar gerçekten cahil bırakılmış kadınları korkutur bastırır inandırır boyun eğdirirdi. Hele bi de din hadis dedin mi kadın boynun eğer amenna derdi. onlar yarım derler ama Kadının dini imanı o kadar tam ki uydurmalarla bile teslim olup inanıp susup itaat eder...
Kimin yarım dinli yarım kul olduğu kimin tam zalim olduğu hesap günü ortaya çıkacak ve cehennemliklerin çoğu kimlermiş öğrenilecek...
ALINTIDIR.
3 Mart 2021 Çarşamba
SİNİRLENMEK VEYA MÜTEŞEKKİR OLMAK! SEÇİMİM HANGİSİ OLACAK?
Şimdi kaldığım yerde tek başımayım, kahvaltımı hazırlamak için sabah saatlerinde mutfakta çalışıyorum; iki elim ıslak. Gözüm kaşınmaya başladı. Aldırış etmeyeyim, elimdeki işimi bitireyim istedim ve işime devam ettim. Kaşınma arttı, dayanılmaz hale geldi.
Sinirlendim, içimden geçen şuydu; “Şimdi sırası mı, ellerim ıslak, gözümde gözlük, var. Önce ellerimi kurulayacağım, sonra gözlüğümü çıkaracağım, sonra da gözlerimi ovuşturacağım. Bir sürü iş. Ve o sırada tavada pişmekte olan yumurtanın muhtemelen altı yanacak.”
Ve itiraf edeyim, hem bunlar aklımdan geçti, hem de, “Aksilikler zaten beni bulur!” duygusunu yaşadım.
Bir hışımla ellerimdekileri bıraktım, ellerimi kuruladım, gözlüğümü çıkardım ve gözlerimi ovuşturmaya başladım.
Off, ne tatlı kaşınıyordu. Ovuşturdum, ovuşturdukça tadına vardım, tadına vardıkça ovuşturdum! Yavaş yavaş tadını çıkara çıkara ovuşturmaya devam ettim. Bitti! Artık kaşınmıyordu.
Gözlüğümü takarken bir uyanış yaşadım. Olduğum yerde durakaldım. Yumurtanın altını kapattım ve hemen bir köşeye çöktüm.
Öfke gitmiş onun yerine içimi derin bir şükür duygusu kaplamıştı. Gözlerimi kapadım. Bütün kalbimle kaşınan gözlerim olduğu için şükrettim. Kaşınan gözlerimi ovuşturacak ellerim olduğu için hamt ettim.
Gözlerim ve ellerim sağlam ve çalışır durumdayken ne için gerginleşip hırçınlaştığımı düşününce utandım, içten içe derinden mahcup oldum! Sessizce tekrar tekrar özür diledim.
Bütün bunların hemen farkına varabilmem ise beni mutlu etti; kendimi sessizce kutladım. Gözlerimi kapatarak, şükran duygusu içinde iç dünyamda bir süre yolculuk yaptım.
Altı tutmuş yumurtamı yerken huzurlu, sakin ve mutluydum.
***
Düşündüm; anne - babalar bir işin tam ortasındayken çocuklarının birinin davranışı nedeniyle ortaya çıkan acil durumla uğraşırken neler hissediyorlar? Stresli, sinirli ve gerginler mi, yoksa o anda şükür duygusu yaşayabiliyorlar mı?
Evlatlarımız hiç umulmadık zamanlarda bize zahmet yaşatacaklar; bundan hiç ama hiç kuşkumuz olmasın! İşte böyle zamanlarda, “İyi ki varlar, onlar için yapılan zahmetler hayatıma anlam katıyor!” mu, diyeceğiz? Yoksa, bütün günü söylenerek şikayet ederek mi geçireceğiz?
***
Sinirlenip şikayet etmek veya müteşekkir olmak. Seçim bizim.
Şükredenlere selam olsun!
Doğan Cüceloğlu (14.08.2015)
















