Translate

7 Şubat 2020 Cuma

Ne yaparsanız yapın, umudu sakın öldürmeyin.

https://www.gazetepusula.net/uye/s-ilmak/

İşitmişsinizdir, ünlü bir hikâyedir ve kim bilir, belki de gerçektir:  

Bir hükümdar, bir kış akşamında kılık değiştirmiş ve dalmış dersaadetin alacakaranlık sokaklarına.

Yürürken en stratejik burçta, en sert rüzgâra karşı nöbet tutan asker ilişmiş gözüne. Yanına tırmanmış. Çakı gibi bir asker; incecik okçu yeleğiyle, soğukta bronzdan bir heykel gibiymiş.  Çok etkilenmiş hükümdar ve sormuş: ‘Üşümüyor musun bu kıyafetle?’

‘Hayır’ demiş asker ve eklemiş ‘Ülkem için buradayım, üşümeye hakkım yok…’

Aldığı yanıt hükümdarı öyle memnun etmiş ki o soylu askeri sevindirmek istemiş. Başındaki örtüyü açmış, yüzünü göstermiş. Asker saygıyla diz çökmüş…

‘Ayağa kalk’ demiş yaşlı hükümdar. ‘Ayağa kalk ve dile benden ne dilersen…’

Asker doğrulmuş, ‘Sadece sağlığınızı dilerim yüce hükümdarım’ demiş.

Hükümdar ‘Sağol ama yine de ben bir şey yapmak isterim. Kabul edersen yarın sana yünden örülmüş, seni hiç üşütmeyecek bir yelek göndereceğim’ diye okşamış askerin omzunu.

Ve oradan ayrılmış…

Ertesi gün öyle çok işle uğraşmak zorunda kalmış ki hükümdar, soylu askerine verdiği sözü unutmuş.

İki gün sonra da muhafızlar sabah denetlemesinde hükümdarın yün yelek sözü verdiği o soylu askeri nöbet yerinde soğuktan donmuş olarak bulmuşlar. Elinde sıkı sıkıya tuttuğu kağıtta bir not varmış:

‘Hükümdarım, ben soğuğa alışkındım; ama sizin beni sıcak tutacak elbise vaadiniz direncimi kırdı, ölüm sebebim oldu…’


Hayat böyledir.

İlişkiler veya sorumluluklar terazisinde denge bozulmayagörsün.

Genellikle en başta umut ölür.

Ardından güven, sevgi, saygı ve sadakat…

İnsanları, yerine getirilemeyecek vaadlerle umutlandırmamak lazım.

Öyle zamanlar vardır ki hiçbir umut kırıntısının olmadığı bir ortamda sırf ‘şartlanmışlık’ ayakta tutar insanı.

‘Alışmışlık’…

‘Adanmışlık’ keza…

Ve hiçbir şeyi, asla sorgulamıyor olmak da…

Sadece yaşıyor olmak, biraz daha yaşama isteği uyandırabilir insanda.

Daha fazlası ya da daha iyisi bırakın arzulanmayı, tarif bile edilemezken sadece ‘biraz daha yaşamak’…

Bir çeşit içgüdü…

Ve bazen de umut, insanın o tek dayanağının -hiçbir şeyi sorgulatmayan o kusursuz şartlanmışlığın, adanmışlığın, alışmışlığın- yerini alabilir…

Tıpkı kendisine umut verilinceye dek adanmışlıkla hayatta kalmayı beceren o askerin simgelediği şey gibi…

Hayata bağlayan şey ile hayattan koparan şey, insanın iç dünyasında incecik bir hatla, bir kılcal damarla ayrılır birbirinden.

Umut, hem varlığıyla baştan ayağa yeniden var edebilir hem de kırıldığı, yok olduğu anda hayattan koparabilir insanı.

Onun için lütfen…

Ne olur…

Ne yaparsanız yapın, umudu sakın öldürmeyin.

Ne kendi içinizdekini ne de bir başkasınınkini…

Kim bilir, belki öldürdüğünüz o umut, umudunu öldürdüğünüz kişinin hayattaki tek çıkış yoludur…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder