Wassily Kandinsky 1866 yılında Moskova’da doğdu. Hukuk, ekonomi ve etnografya üzerine eğitim aldı. Resim sanatında soyutlamayla ilk kez Moskova’da hukuk öğrencisiyken tanıştı. Monet’nin “Saman Yığınları” serisini bir sergide görme fırsatını bulan Kandinsky, ilk etapta konusunun ne olduğunu anlayamadığı bu resimlerden oldukça etkilenmiş, tanınabilir formlara sahip olmayan resimlerin de güzel görünebileceğini fark etmişti.
Kandinsky'nin sanata olan merakı onu 30 yaşına geldiğinde hukuk çalışmalarını bırakmaya zorladı. Önce sanat eserlerinin röprodüksiyonlarının yapıldığı bir mağazada müdürlük yapmaya başladı, sonra resim konusuna daha çok eğilmeye karar verdi ve ilk eşi Anya ile Münih’e yerleşti.
Katolik kilisesinin ve Bavyera monarşisinin himayesi neticesinde görsel sanatlar Münih’te yüzyıllardan beri önemli bir yer tutmuştu ve bu yüzden Münih o yıllarda ressamları kendine çeken bir şehirdi. Şehirde ünlü enstitüler, ressamlar için atölyeler ve sergiler için uygun mekânlar vardı. Londra’daki Kristal Saray’ın bir benzeri olan Glaspalast, dört yılda bir düzenlenen uluslararası sergiler için popüler bir toplantı yeri niteliğindeydi. Kandinsky Münih’e geldiğinde bir grup önderliğinde Empresyonist ve Sembolist nitelikli yapıtlar izleyiciyle buluşmaya başlamıştı. Bu grup aynı zamanda geometrik nitelikli olan Jugendstil’in gelişmesinde de büyük rol oynadı. Kandinsky, bu grubun kurucularından olan ressam Franz von Stuck’den resim dersleri aldı. Bu dönemde çeşitli ressam ve müzisyenle tanışma fırsatı buldu. 1901 yılında bir sanatçılar derneği olan Phalanx Grubunu kurdu ve çeşitli sergiler organize eden bu grubun başkanı oldu. Bu sergilerin ilki Kandinsky’nin yaptığı bir posterle ilan edildi. Posterde iki asker giderek büyüyen öncü güçler olarak geleneksel sanata karşı mızraklarıyla karşı koyarken tasvir ediliyorlardı. Kandinsky yaptığı bu posterle Münih’in öncü sanat dünyasına adımını atmış oldu.
Aralarında Mondrian’ın ve Malevich’in bulunduğu birçok sanatçının ilgisini çeken Teosofi akımı Kandinsky’yi de etkiliyordu. Kitabında Teosofiyi zamanın en büyük akımlarından biri olarak niteler. Teosofistlere göre madde ve ruh karşıtlık değil, aynı ilkenin değişik aşamalarıdır. İnsan duygularını aşarak en üst düzeye, yani ruhsallığa ulaşabilir. Ruhun belirginleştiği, duyularla algılanabildiği tek alan, sanattır.
Kandinsky’nin görüşlerinin daha net anlaşılabilmesi için bu cemiyetten kısaca söz etmem gerek. Ukrayna’da 1831 yılında doğan Helena Petrovna Blavatksy (Ölümü 1891) 13 Eylül 1875’de New York'ta Albay Henry Steel Olcott ve William Quan Judge ile birlikte Teosofi Cemiyeti kurdu. Teosofi (Teos: Tanrı, Sofi: Bilgelik) Grekçe Tanrı Bilgeliği ve İlahi Hikmet anlamına gelir. Cemiyetin üç amacı vardı:
1) Evrensel insan kardeşliğini kurmak,
2) Kadim din, felsefe ve bilimleri araştırmak ve açıklamak,
3) Doğa kanunları araştırmak ve insan içinde potansiyel olarak yatan ilahi güçlerini geliştirmek.
Cemiyete sonradan katılan Rudolf Steiner (1861-1925) bir süre Teosofi Cemiyeti’nin Almanya şubesini yönetti. Madde ile ruh, bilim ile okültizm, metafizik ile felsefe arasında köprü kurmaya çalıştı.
Kandinsky öncü sanatçılardan bir olan Franz Marc ile birlikte bir yıllık çıkarma hazırlığına başladı. Yıllığın çıkmasındaki amaç, sanatta yeni bir dil (ruhsal dil) kullanarak çeşitli kültürel kaynakları bir araya getirip geleneksel anlatımın o günkü limitlerini zorlamaktır. Makaleler ressamlar ve müzisyenler tarafından yazılacak, halk sanatı, Asya ve Afrika sanatı, çocuk resimleri ve etnografik buluntuların röprodüksiyonları bu makalelere eşlik edecek, ayrıca Van Gogh, Cézanne ve Rousseau’ya ait illüstrasyonlar da bu yıllık içinde yer alacaktı. Yıllık 1912’de “Der Blaue Reiter (Mavi Binici) Yıllığı” adıyla yayımlandı. Kandinsky, Der Blaue Reiter başlığının Franz Marc ve kendisinin mavi rengi, ayrıca Marc’ın atları kendisinin ise binicileri sevmelerinden dolayı konduğunu açıklar. Mavi renk ayrıca ruhsal olanı simgelemektedir. Blaue Reiter Yıllığı’nın editörlüğünü yapan Kandinsky ve Marc, düzenledikleri sergilerle ve sanat adına gerçekleştirdikleri faaliyetlerle öncü sanat grubu Der Blaue Reiter’ın çekirdeğini oluşturdular.
Kandinsky’ye göre sanat eseri “heyecan – his – sanat eseri” sıralamasıyla doğuyordu. Böyle olunca sanatçının sanat eserini anlaması “sanat eseri – his – heyecan” sıralamasıyla olmalıydı. Onun öncü sanat görüşünde anahtar kelime “içsel gereklilik”ti. Ona göre sanat dış izlenimlerin rehberliğiyle değil, içsel gereklilikten doğmalı ve büyümelidir. Sanatın esasları konusunda karar veren, sanatçının “iç sesi” olmalıdır. Kandinsky sanatın ruhani bir rolünün olduğunu söylüyordu. 1901 yılında yazdığı ve 1912’de Münih’de yayınladığı “Sanatta Manevilik Üzerine” adlı kuramsal çalışmasında toplumda materyalist düşünce tarzının hakim olduğunu ve insanlığın ruhsal potansiyelinin tehdit altında bulunduğunu yazar. Soyut sanat sanatçının iç dünyasını dile getirir. Burada” iç dünya” dediği, Romantiklerin duygusal dünyaları değildir. Tam tersine korku, neşe, hüzün, nefret gibi duygulardan “içsel zorunluluk”la arınanlar ve bunları aşanlar “yüksek düzeydeki hakikatler”e açılırlar ve özgürlüğe kavuşurlar. Özgürlük, renk ve biçim gibi dış etkenlerin uyandırdığı “ruhsal titreşimler”i duyabilmektir. Sanatçının içinde görünenin gizemli gücü saklıdır. Sanatçı ruhsal yaşantısını sanat yoluyla biçimlendirir, dışa döker. Sanatçı gören kişidir. Buradaki “görme” dış dünyayı görme değildir, ruhsal titreşimlerin tınısını duyma ve en yüksek düzeydeki hakikatlere açılmaktır. Kandinsky’ye göre görmek ve işitmek özdeştir. O, renkleri ve sesleri çoğu kez birbirinden ayırmadığını söylerdi. Renkleri tını olarak duyuyor, sesleri ruhsal titreşimler uyandıran renkler olarak görüyordu. Wagner’in Lohengrin operasını dinlerken, “kafamdaki tüm renkler gözlerimin önünde canlandı” dediği bilinir.
1911 – 1914 yılları arasında besteci ve ressam, atonal müziğin yaratıcısı Arnold Schoenberg ile yazışıyordu. “Sanatta Manevilik Üzerine” adlı eserinde Schoenberg’in müziğiyle ilgili şöyle diyordu: “Schoenberg’in müziği bizi müziksel yaşantıların akustik değil, ‘safi ruhsal’ olduğu yeni bir ülkeye sokuyor. İşte geleceğin müziği burada başlamakta.” Aynı eserinde müziği resimle saptadığını yazıyordu ve müzikle resmin ilişkisini şöyle anlatıyordu: “Eğer bir ressam kendi iç dünyasını kesin olarak biçimlendirmek ister ve buna kendini zorunlu duyarsa, müzisyenin kendi iç dünyasını, hiçbir doğa öğesini araya sokmaksızın kolay ve doğal olarak ifade ettiğini bir çeşit kıskançlıkla görür. Böylece ressam da kendi soyut ifade biçimini kendi resminde arıyor ve bundan dolayı da bugünkü resim ritmik, matematiksel ve yapısal bir biçimleme gösteriyor.” Kandinsky, bir ressamın iç dünyasını ifade ederken neden bir besteci kadar özgür olamadığının cevabını arıyordu. Bir gün atölyesine girdiğinde, “anlatılamayacak güzellikte, iç ışıkla aydınlanmış” bir resim gördü. Şaşkınlığı geçtiğinde bunun kendi resimlerinden biri olduğunu ve duvara ters dayandığını fark etti. Resmi düz çevirdiğinde artık o resimden aynı keyfi alamıyordu, çünkü ne yaparsa yapsın gözü resimdeki nesneyi seçiyordu. Böylece nesnenin resme zarar verdiğine, ressama engel olan şeyin konu olduğuna karar verdi. Ama tam figürsüzlüğe on yıl sonra geçebildi. 1910 yılında ilk soyut suluboya resmini yaptığında 44 yaşındaydı.
Böylece bir büyük devrim gerçekleşti ve Kübistler’in yeniden yorumladıkları nesne, tamamen ortadan kaldırılmış oldu.
Kandinsky, 1917’nin Şubat ayında ikinci eşi Nina Andreevsky ile evlenip Rusya’ya döndü. Ekim Devrimi’nden sonra Eğitim Bakanlığı’nda önemli bir göreve getirildi. Malevic, Tatlin, Pevsner ile birlikte Moskova Güzel Sanatlar Okulu’na hoca olarak atandı. Burada yeni Sovyet Sanatı’nı geliştirecek çalışma gruplarının öğretim programından sorumluydu. Lenin’in 1921’de ilan edilen yeni ekonomi politikası ile sanat ve kültür politikasının da yönü değiştirildi, modern sanat dışlandı. Bunun üzerine Rusya’yı terk edip tekrar Almanya’ya giden Kandinsky, Paul Klee’nin yardımıyla Weimar’da Bauhaus Tasarım Okulu’nun kadrosuna katıldı. Naziler 1933’de iktidara gelince modern sanatı “Soysuz Sanat” ilan ettiler ve aynı yıl Bauhaus’u kapattılar. Kandinsky, Hitler rejiminin kendisini tutuklamasına ramak kala Paris’e kaçtı. 1944’de ölünceye kadar orada yaşadı.
Soyut resmin ortaya çıkmasıyla sanat, objenin tasviri olmaktan çıkıp sanatçının ruhsal dünyasına yönelmiştir. Süprematist ressam Mondrian’ın da şöyle söylediği bilinmektedir: “Sanat ancak maddi olmayanı ifade ettiği sürece bir anlam taşır. Zira sanat ancak bu şekilde, insanı kendi bulunduğu düzeyin üstüne yükseltmek olanağına sahip olur.” Soyut sanatla ortaya yeni bir hümanizm çıkmıştır. Bu hümanizm Rönesans’da ortaya çıkan hümanizmin aksine insanın içindeki sonsuzluğa yönelen bir hümanizmdir. Bundan böyle sanatçı, kendi içini ifade edecek dili, kendi içine dönerek sezgisinin ışığı altında arayacaktır.
Soyut ressamlardan Serge Poliakoff’un soyut resim üzerine söylediklerine değinmeden geçemeyeceğim. Serge Poliakoff 1906’da Moskova’da doğdu. 1924’de Paris’e geldi. 1935 ve 37 yılları arasında Londra’da yaşadı. Paris’e dönüp soyut resimlerini yapmaya başladı, o sıralarda da Kandinsky ile tanıştı. Poliakoff sıklıkla ‘kozmik’ biçimlerden söz ediyor, adeta Budistler’in “Boşluk maddenin kalıbıdır” tespitine gönderme yaparak, “Biçimi yapan, çevresindeki boşluktur,” diyordu. Soyut resim ile ilgili görüşlerini bir ankette şöyle açıklıyor: “Soyut, figüratiften farklı bir tekniktir. Özellikle kurgu açısından. Gerçekten, soyutta gölge değerlerinin artık önemi yoktur. Fon nerededir bilinmez. Kompozisyonun her kısmı biçim sayılabilir. Temel biçim ya da ikinci dereceden biçimler. Braque ve Picasso’dan sonra, figüratif resmin düşüşü başladı. Dış evreni çarpıttılar ve onu bir hastalık gibi öldürdüler; ondan kopmak gerekiyordu, başka türlü yapılamazdı. Biçimler eskimişti. O zaman, daha içerlere doğru aramaya başladık. Gözler boşlukta ve kozmozda yeni biçimler aradı… Şimdi gerçekten kendi kozmozumun içindeyim.” Paul Klee ise “Sanat görüneni vermez, onun işlevi görünmeyeni görünür kılmaktır.”diyordu ve 1921 – 23 yılları arasında Bauhaus’da öğrencilerine, gördüklerini yinelememelerini, yeni biçimler oluşturmalarını öğütlüyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder