Translate

31 Mart 2020 Salı

Kazıma Resim Tekniği

karalama tahtası-adım9
Amacım kendi karalama tahtalarınızı yapmanın en basit ve en ucuz tarifini bulmaktı. Bu muhtemelen profesyonel düzeydekilere, oradaki gazilere yetmeyecektir, ancak size maliyetin çok küçük bir kısmı için oldukça iyi bir sonuç verir. Ayrıca bu tarif, çoğu yüksek kaliteli sanat malzemesi gibi hayvansal ürünler içermez. Lütfen bu karışımın tadını çıkarın, deneyin ve paylaşın.


Tutkal ve suyu karıştırın

DIY Kazıma SanatıDIY Kazıma SanatıDIY Kazıma SanatıDIY Kazıma Sanatı

  • Malzemelerinizi toplayın.
  • Öncelikle ve her zaman olduğu gibi çalışma alanınızı koruyun. Bir karıştırma kabında 3 ölçü yapıştırıcıyı ve 1 ölçü suyu birleştirin. Tutkal suda tamamen eriyene kadar çatalla karıştırın. Su beyaz olmalıdır.

  • DIY Kazıma SanatıDIY Kazıma SanatıDIY Kazıma SanatıDIY Kazıma Sanatı

    • 3 parça Paris alçısını ekleyin.
    • Artık kuru sıva kalmayana ve karışım gözleme hamuruna benzer bir kıvama gelinceye kadar iyice karıştırın.

    • DIY Kazıma SanatıDIY Kazıma SanatıDIY Kazıma SanatıBağlayıcı madde görevi görecek bir fırça kullanarak ahşap panele ince bir kat uygulayın ve kuruması için birkaç dakika bekleyin.
    • DIY Kazıma Sanatı

    • Tek yöne doğru kalın bir tabaka halinde uygulayın ve kuruması için yaklaşık 10 dakika bekleyin.

    • DIY Kazıma Sanatı

    • Diğer tarafa doğru kalın bir kat daha uygulayın ve katlarınızın kalınlığına bağlı olarak 4-8 ​​saat boyunca tamamen kurumasını bekleyin. Hamurun kıvamı doğruysa, oldukça pürüzsüz bir şekilde boyanmalıdır ancak fırça darbelerinden bazı oluklar görmeyi beklemelisiniz.

    • DIY Kazıma Sanatı

    • Kuruduktan sonra, orta dereceli bir zımpara kağıdı (elektrikli zımpara en iyi sonucu verir) kullanarak sıvayı pürüzsüz hale gelinceye kadar zımparalayın ve tüm gevşek tozu fırçalayın.

    • DIY Kazıma SanatıDIY Kazıma SanatıDIY Kazıma SanatıDIY Kazıma Sanatı

      • 3 ölçü siyah akrilik boyayı ve 1 ölçü bulaşık sabununu karıştırın.
      • Boya/sabun karışımını köpük rulo fırça veya sadece köpük fırça kullanarak uygulayın. Bunun yerine siyah mürekkep kullanabilirsiniz ancak boya karışımı en kolay şekilde kazınıyor gibi görünüyor.
      • Çizmeye çalışmadan önce 8-24 saat kurumasını bekleyin. Boya sıvayı biraz nemlendireceğinden kuruması uzun zaman alacaktır.

27 Mart 2020 Cuma

İDRAR TAHLİLİ


Devlet hastaneleri çok kalabalık…
Sıra beklemenize gerek yok, kimsenin sizi göremeyeceği bir ağaç altı bulun bulduğunuz ağacı kendinize siper ederek işeyin,
Bakın burası önemli,
İşediğiniz toprağın etrafına karıncalar toplanıyorsa;
DİYABET(şeker hastasısınız)
Burası dahada önemli,
Ağacın dibine değilde ayağınıza işiyorsanız;
PROSTAT
Burası dahada çok önemli,
İşediğiniz yerden işkembe bağırsak yani sakatat gibi kokular geliyorsa:
KOLESTEROL(yani kanınızda yağlanma var)
İdrar rengi açık sarıysa;
İYİ DURUMDASINIZ
İdrar rengi koyu sarıysa;
BOL BOL SU İÇİN
Bakın burasıda önemli,
İşediğiniz yer köpükleniyorsa;
SİROZ (karaciğer yağlanması vardır)
Yanınızdan geçeni görmüyorsanız,
KATARAKT (gözde perde oluşmuştur)
Size utanmıyor musunuz ağaca işenir mi diye sesleneni duymuyorsanız,
SAĞIR (İşitme engellisiniz
İşiniz bitti, dönüş yolu üzerindeki çocuklar sizi amca amca dükkanı açık unutmuşsun.diye uyardılarsa vay halinize;
ALZHEİMER(unutkanlık başlamış demektir)
Bunların hepsi de birbirinden önemli,
Önce sağlık !😊

BEN KEDİMİYİM?


Bir gün Erdal İnönü evinde dinlenirken eşi Sevinç hanım bir sandalyenin üstüne çıkmış başlamış bağırmaya.
-Erdaal, Erdaal!
Erdal bey sesin geldiği yere gider, bakar ki eşi sandalyenin üzerinde çığlık atarak bağırmaya devam ediyor.
-Erdal fare, Erdal, evde fare vaar!
Erdal bey gayet sakin;
-İyi de Sevinç , beni ne diye çağırıyorsun, ben kedi miyim?😀😊😀
Mehmet Velit Yurt

25 Mart 2020 Çarşamba

AĞAÇKAKAN

Meşe palamudu ağaçkakanı, yaz boyunca ölü bir ağaç kütüğünde sürekli olarak "delikler" açar ve yaz sonunda bu delikleri kışın yiyebileceği meşe palamutlarıyla doldurmaya başlar. 
Bu ağaçkakanlar büyük bir ağaçta bu palamutlardan "50.000" tanesini depolayabilirler.

23 Mart 2020 Pazartesi

Sinek olup karanlığa mı? Arı olup aydınlığa mı?



İBRETLİK BİR HAKİKAT 

Arıları ve sinekleri bir şişeye koymuşlar. Şişenin taban tarafını ışığa doğru, açık olan ağız kısmını da karanlığa doğru yerleştirmişler.

Arıların hepsi ışık olan tarafa doğru üşüşmüşler. Ama şişenin tabanı kapalı olduğundan çıkmayı başaramamışlar. Bu arada sinekler, şişenin ağzına doluşmuşlar ve karanlıkta dışarı çıkıp kaybolmuşlar.

Ağzı açık olan şişenin karanlık tarafına doğru tek bir arı bile gelmemiş! Camın önünde ışığa doğru çabalarına devam etmişler.

İnsanın aklına hemen arıların akılsızca davrandıkları geliyor. Ancak daha derinlemesine düşününce; karşımıza bir anıt gibi dikilen gerçek çok farklı oluyor.

Bilim adamlarına göre arılar olmazsa, insan yaşamı da olmaz. Ayrıca nerede, hangi çiçek ile besleneceğini bilen, yüzlerce kovan arasında kendi kovanını bulan ve o kovanın yüzlerce peteği arasından kendininkine yumurtlamayı hiç şaşırmadan uygulayabilen bir canlıdır arı..  Nasıl olur da şişenin ağzını bulup çıkamaz değil mi?

Işığa doğru yürüyenlerin önünde her zaman engeller olacaktır kuşkusuz... Onlar, engellere rağmen ışıktan vazgeçmeyenlerdir. Ne tür engel olursa olsun önlerinde, çabalarını sürdürenlerdir. Ve bu uğurda da gerektiğinde ölebilenlerdir Yürek, azim, sevgi, ilkeler, dürüstlüktür bunu yaptıran... Kendine saygı, yaşadığı topluma saygıdır.

Sinekler, karanlıkta sıvışan kaçaklardır. Karanlığa yürüyenlerdir.Karanlık düşüncelerdir. Şişenin ağzının karanlığa bakmasının onlarca hiçbir önemi yoktur. Sinsi, ilkesiz, yüreksiz, korkak varlıklardır.
Sadece kendi yaşamları söz konusudur. Nerede yemek varsa, nerede rahat yaşayacaklarsa, nerede çok para kazanacaklarsa oraya giderler. Onlar için karanlık olması önemli değildir; açık ağızların...

Arıyı kovalamak isterseniz savaşır. Engellere aldırmaz. Amacı sadece ışığa ulaşmaktır. İğnesini sapladığında öleceğini bilerek savaşır. Ve değerleri için ölür. Ama sinekler kaçarlar. Sonra yılışık yılışık tekrar dönerler kovaladığınız yere.. Yemeklerinize, kollarınızın üstüne tünerler Pis ayaklarıyla ezerler; yaşadığımız her yeri...

Arılar yumurtalarını yalnızca kovanlarına bırakırlar. Oysa sinekler her yere yumurtlar, her yerde ürerler. Çöplüklerde, tuvaletlerde, bataklıklarda… Onlar için yumurtalarını bırakacakları yerin bile hiç önemi yoktur.

Sinek olup karanlığa mı?

Arı olup aydınlığa mı?

Engellere rağmen ışığa yürüyenlere, ışığa ulaşmak için çabalayanlara, insanca değerler yaratma adına mücadele edenlere ve ışık saçanlara selam olsun...
Işıkla kalın...

CUMALAR HAYIRLIDIR ZATEN, ASIL SİZ HAYIRLI OLUN



Çalışanının hakkını yiyip, vergi kaçıran ama Cumayı kaçırmayan işveren, hayırlı Cumalar..
Apartman girişine “Mülk Allah'ındır” yazıp kira iki ay gecikince kiracıyı sokağa atan sakallı hacı, sana da hayırlı Cumalar..
Faiz haramdır deyip bankadan çektiği kredi İle evladına araba alan hacı baba, sana da hayırlı Cumalar..
Her Cuma hayırlı Cumalar mesajı paylaşan Cuma namazının kaç rekat olduğunu bilmeyen Cumartesi gecesi meyhane meyhane gezen muhterem din kardeşim, sana da hayırlı Cumalar..
Profil resminde film yıldızı gibi resmî olup Cuma tweeti atan ehli namus bacım, sana da hayırlı Cumalar..
Dini sadece oruç tutmak, namaz kılmak ve kendine kestiği kurban zannedip haksızlığa ses çıkarmayan dini bütün kardeşim, sana da hayırlı Cumalar..
Elinden Kuran, ağzından yalan eksik olmayan sözde Müslüman kardeşim, sana da hayırlı Cumalar..
Fatura kesmeyip vergiden çalan, dini günlerde bayramlarda erzak paketi dağıtan, kapı komşusunun açlığından haberi olmayan sözde yardım eden hayırsever iş adamı, sana da hayırlı Cumalar..
Başkasının arkasından rahatça konuşup kötüleyen yüzüne gülen ama din konusunda mangalda kül bırakmayan iki yüzlü riyakar din kardeşim, sana da hayırlı Cumalar..
Allah'ın kul hakkı İle huzuruma gelme dediğini bilmezmiş gibi kul hakkını omuzlayıp Camide İlk safta yer alan Müslüman, sana da hayırlı Cumalar..
Sucuğun etiketine yüzde 100 dana eti yazıp, bağırsağı baharatlı mekanik kıyma ile dolduran, vatandaşın sağlığını düşünmeyen, para hırsına kapılmış sözde Müslüman, sana da hayırlı Cuma’lar..
Kula kulluk yapmayan. yalnız Yaradana kul olmaya çalışan güzel insanlar, size de hayırlı     Cuma lar ..

MASLOW'UN İHTİYAÇLAR HİYERARŞİSİ


Abraham Maslow tarafından oluşturulan kişilerin gereksinimleri kuramı, motivasyon kuramları içinde önemli bir yere sahiptir. Bu kurama göre, insanların motivasyonu dış faktörlerden ziyade kişinin kendi içindeki ihtiyaçlara dayanmaktadır. Kişinin içinden gelen bu ihtiyaçlar ise bir hiyerarşi içinde gruplandırılmaktadır. Yani, kişiye dışarıdan gelen ödül veya ceza gibi faktörler, bu kurama göre motivasyon üzerinde çok etkili değildir.

Maslow’un kuramına göre insanların ihtiyaçları sınırsızdır ve insan bir ihtiyacını giderdikten sonra başka bir ihtiyaç ortaya çıkar. Bir ihtiyacı giderme süreci içinde ise tamamıyle memnun olma/hoşnut olma durumu olası değildir. Bu esnada, giderilmemiş ihtiyaç kişi için büyük bir motivasyon kaynağıdır, bireyi güdüler ve birey neyi henüz elde etmemişse ona büyük ilgi gösterir. Fakat, ihtiyaç giderildikten sonra bu ihtiyaca yönelik motivasyon davranışlar üzerindeki belirleyici etkisini kaybeder (Maslow, 1943). Maslow’a ait ihtiyaçlar hiyerarşisi de, alt düzeydeki ihtiyacın karşılanmadan üst düzeydeki ihtiyacın karşılanmasının anlamsız olması ilkesi üzerinde kurulmuştur. İhtiyaçlara ait hiyerarşi basamaklarla/düzeylerle ifade edilmektedir.

Maslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşisi
Maslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşisi

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi 5 ana kategoriye ayrılmaktadır:

  1. Fizyolojik İhtiyaçlar: Açlık, susuzluk ve buna benzer temel yaşamsal ihtiyaçlar
  2. Güvenlik İhtiyacı: Dış faktörlerden kaynaklı tehlikelerden korunma
  3. Sosyal İhtiyaçlar: Aidiyet, sevgi, kabul görme, sosyal yaşam vb.
  4. Değer Verilme/Saygınlık İhtiyacı: Statü, başarı, itibar, tanınma
  5. Kendini Gerçekleştirme: Gelişim, bir işi başarıyla tamamlama, yaratıcılık

 Şimdi bunları daha detaylı inceleyelim:

1) Fizyolojik İhtiyaçlar

Maslow’a göre, tüm ihtiyaçlar içerisinde en önemli olan ihtiyaç fizyolojik ihtiyaçlardır. Fizyolojik ihtiyacını gidermemiş bir kişi için diğer ihtiyaçların bir önemi yoktur. Aç veya susuz olan bir kişi, öncelikle bu ihtiyacını doyuracaktır ve diğer ihtiyaçlarını doyurmaya yönelmeyecektir (Maslow, 1943).

2) Güvenlik İhtiyacı

Bu ihtiyaç, korunma, barınma, kural ve yasalara uyma gibi gereksinimlere dayanmaktadır, ve buna bağlı olarak kişi korku ve kaygısını azaltacaktır. İnsan tehlikelere karşı savunmadadır ve sahip olduğu şeyleri korumaya yönelik bir güdüye sahiptir. Bu ihtiyaçlar, kişilerarası ilişkiler için de geçerlidir. Yani, insan diğer insanlarla olan ilişkileri için de, bu ilişkiyi korumayı ve güvenli bir şekilde sürdürmeyi istemektedir.

3) Sosyal İhtiyaçlar

İnsanlar tek başına yaşayamazlar, yaşamlarını sürdürebilmek için başkalarının varlığına gereksinim duyarlar. Başkalarıyla birlikte yaşama, başkaları tarafından kabul görme, arkadaşlık, sevme ve sevilme gibi sosyal ihtiyaçlar insanlar için önemlidir. Fizyolojik ve sosyal ihtiyaçlarının giderilmesi kişinin diğer ihtiyaçları için bir kaynak oluşturmaktadır. Eğer insanlar sosyal ihtiyaçlarını gideremezlerse, aidiyet duygusundan yoksun, yalnız ve terkedilmiş hissedeceklerdir. Aile kurma ve etrafındaki kişilerle duygu alışverişinde bulunma gibi davranışlar insanların sosyal ihtiyaçlarından kaynaklanmaktadır.

4) Değer Verilme/Saygınlık İhtiyacı

Bu ihtiyaç çift yönlü bir ihtiyaçtır. Yani, birey hem kendisine güven ve saygı duymak isterken hem de başkaları tarafından böyle görülmek ister. Başkaları tarafından değer görmek, kişinin de kendine güven duymasına ve başarılı olabileceğine yönelik bir inanç geliştirmesine neden olmaktadır. Başarı, statünün göstergesi olarak kabul edilmektedir ve başarmışlık hissi değer verilme ihtiyacını karşılamak için oldukça önemli kabul edilmektedir.

5) Kendini Gerçekleştirme İhtiyacı

Bu ihtiyaç hiyerarşinin en üst basamağında yer almaktadır. Her bireyin kendine ait yetenekleri ve karakteri vardır. Birey bu kendine ait özelliklerini geliştirme ve kanıtlama ihtiyacı hissetmektedir. Fakat, bu ihtiyacın karşılanabilmesi için, diğer alt basamaklardaki ihtiyaçların yeterince karşılanmış olması gerekmektedir. Aksi takdirde bireyin kendini gerçekleştirmesi çok mümkün değildir (Erdem, 2008).

Her yeni ihtiyacın giderilmesi yeni bir ihtiyacın da doğması anlamına gelir. Bu durumda, sürekli bir gerilim vardır aslında ve bir dengeye kavuşmak hem olası değildir hem de kişi tarafından istenmez. Maslow’a göre “yoksunluk güdüleri” (açlık, susuzluk, cinsiyet vb.) gerilimi azaltmaya yöneliktir, yani bu ihtiyaçlar giderildiğinde kişi dengeyi kurabilir. Fakat, gelişme güdülerinin ise başarılması daha zordur, çoğu kez erişilemez hedeflerdir ve bu ihtiyaç dengede olan kişinin aynı zamanda sürekli bir gerilime sahip olmasına neden olur.

Bir ihtiyacın belirmesi için, bir önceki ihtiyacın %100 giderilmiş olmasına gerek yoktur. Örneğin, bir kişi fizyolojik gereksinimlerini %70, sevgi gereksinimlerini %50, saygınlık gereksinimlerini %40, kendini gerçekleştirme gereksinimini %10 gidermiş olabilir (Onaran, 1981).

Maslow bu beş temel ihtiyacın dışında iki tane daha ihtiyaç belirtmiştir. Bunlar, bilişsel gereksinimler ve güzelduyusal (esthetic) gereksinimleridir. Fakat, kendini gerçekleştirme ihtiyacının bu ihtiyaçları kapsadığı düşüncesi ile bu ihtiyaçlar ayrı ayrı incelenmemiştir (Onaran, 1981). Değişen yaşam koşulları dolayısıyla, Maslow’a ait bu ihtiyaçlar hiyerarşisi gözden geçirilmektedir. Özellikle teknolojinin gelişmesi ve kişilerin hayatında önemli bir yere sahip olması bu hiyerarşinin gözden geçirilmesi gerektiğinin kanıtı olarak düşünülmektedir.

ABRAHAM MASLOW KİMDİR? MASLOW’UN HAYATI

Abraham Maslow Kimdir: Abraham Maslow, 1 Nisan 1908’de Brooklyn, New York’ta doğmuştur. Rusya’dan göç eden Yahudi anne-babanın yedi çocuğundan ilki olarak büyümüştür. Maslow daha sonraları çocukluğunu mutsuz ve yalnız olarak ve zamanının çoğunu kütüphanede kitaplara gömülmüş olarak geçirdiğini açıklamıştır.

Sonunda, Maslow New York City College’da (CCNY) hukuk okumuş ve ilk kuzeni Bertha Goodman ile evlenmiştir. Daha sonra psikoloji ile ilgilenmiş ve doktora danışmanlığını yapacak olan psikolog Harry Harlow’ ın bulunduğu Wisconsin Üniversitesi’ne geçmiştir. Maslow, psikolojideki üç derecesini de Wisconsin Üniversitesi’nden almıştır: 1930’da lisans derecesi, 1931’de yüksek lisans derecesi ve 1934’te doktora derecesi.

Abraham Maslow, 1937 yılında Brooklyn Koleji’nde ders vermeye başlamış ve 1951 yılına kadar öğretim üyesi olarak çalışmaya devam etmiştir. Bu süreçte, Gestalt psikolojisinin duayeni Max Wertheimer ve antropolog Ruth Benedict’ten etkilenmiştir. Maslow, bu hocaların istisnai insanlar olduklarına inanmıştır. Bunun üzerine onların davranışlarını analiz etmeye ve haklarında notlar almaya başlamıştır. Bu analizler, insan potansiyeli üzerindeki teorilerini araştırmak için temel teşkil etmiştir.

1950’lerde Maslow, hümanist psikoloji olarak bilinen düşünce okulunun arkasındaki kurucu ve itici güçlerden biri olmuştur. İhtiyaçlar hiyerarşisi, kendini gerçekleştirme ve zirve deneyimlerini içeren teorileri hümanist hareketin temel konuları haline gelmiştir.

Alıntıdır

21 Mart 2020 Cumartesi

UYDURMA KANDİLLER VE TERAVİH NAMAZI



"Regaip... BERAT... MEVLİD... vs diye  kandil geceleri yoktur. Kur'an ve sünnette KADİR GECESİ dışında özel ve kutsal bir gece bildirilmemiştir. 
“Kandil geceleri"; önce Emeviler’ce uydurulmuş ve uzunca bir süre sonra uygulatıldıktan sonra unutulmaya bırakılmıştır. 
Osmanlı Padişahı 2.Selim zamanında yeniden uydurulup diriltilerek ortaya sürülmüştür. İslâm’la ilgisi olmayan BİDATlardandır. Eğer bir müslüman ibadet etmek istiyorsa, o gece “KANDİL” (!!!) olduğu için değil, herhangi bir gecede sevap kazanmak için yapmalıdır bunu...
...................
Kur'an'da ve sünnette var olmayanı varmış gibi uygulamak, dinde olmayanı dinleştirmektir ki, bu da bidat olanın gitgide "İSLÂM'ın EMRİ" gibi algılanıp kabûllenilmesine yol açar... 
Ör. Kur'an'a ve sünnete göre cuma namazı iki rekâttır ve hutbe o iki rekâtdan sonradır ama, Emeviler devrinde değiştirilip namazın öncesine alınmıştır. Cuma namazını iki rekâttan fazla kabullenip 
(...Ki, 10 veya 16 rekât olarak kıldırılıyor?!) kılmak da, dinimiz İslâm'a sokulmuş bidatlardandır. Her türlü bidatı (dinde olmayıp da varmış gibi dine montajlananı) RED etmeliyiz ve yapmamalıyız! 
........................ 
İslâm'da "TERAVİH NAMAZI" da yoktur. O da uydurmadır, bidattır... Hz.Ömer'in bir Ramazan günü akşam namazından sonra içinden gelip birkaç rekât namaz kılmasından sonra gelenekselleştirilip İslâm'a eklentileştirilmiştir. Yâni, teravih namazı da bidatlardandır... Cuma namazının uydurma eklentilerle 10/16 rekâta kilitlendirilmesi, 30 Ramazan akşamı 32 rekât teravih kıldırılması vb bidat uygulamalar; müslümanları uyuşturup miskinleştirmek, düşünce dâhil her türlü olumlu üretimden alıkoymak için olsa gerektir?!
Tire_30.03.2017_Av.Fuat Turgut
***
“Hz. Muhammed'in doğumunu anma ve kutlamak için düzenlenen törenler, tarihte ilk kez Mısır'da Fatımiler döneminde başladı. 

Şiia Fatımi Devleti tarafından  Resulullah'ın vefatından 450 yıl sonra uydurulmuştur.

Osmanlı Padişahı II.Selim döneminde (1566-1574) camiler aydınlatılıp minarelerde kandiller yakılarak kutlandığı için, bu gecelere “Kandil Geceleri” denilmiştir. Bunlar; Mevlid, Regaib, Mi‘rac, Berat ve Kadir Geceleridir.” (TDV İslâm Ans.-Kandil Mad.)

DÜNYADA ASILARAK ÖLDÜRÜLEN İLK FİL

 
Dünyanın asılarak idam edilen ilk fili Mary 20. Yüzyılın başlarında tüm ülkeye yayılan bir idam haberiyle yankılandı Amerika Birleşik Devletleri. Ancak idam edilen bir insan değil, belki de tarihte bir ilk olarak hayvandı.  Mary isimli dişi Asya fili henüz yavru iken canlı hayvan ticareti yapanlar tarafından Amerika’ya getirilmiş ve 1903 yolunda Tennessee eyaletinde bir sirke satılmıştı. Filler, 20. Yüzyılın başlarında sirklerde en fazla rağbet gören hayvanlardı.  Gösteri öncesi günlerce, belki haftalarca aç ve susuz bırakılan filler, gösteri sonrası yemek ve su verilmek üzere yetiştiriliyorlardı. Böylece başarılı geçen bir gösteri sonrası ‘ödüllendirilecekleri’ içgüdüsüyle tüm bitkinlikleriyle izleyenleri eğlendirmeye çalışıyorlardı. 1916 Yılında yapılan talihsiz gösteri de yine bu şekilde planlanmıştı. Çok uzun süredir aç ve susuz bırakılan Mary, daha fazla dayanamayarak sahnenin kenarına atılan, izleyicilerin yediği karpuz dilimlerinin kabuklarına yöneldi ve bunları yemeye başladı. İzleyicilerin şaşkın bakışları arasında Mary’i sahneye çekmeye çalışan üstündeki bakıcısı önce sopayla vurmaya başladı, sopa fayda etmeyince de bir kanca sapladı o’na. Mary, yanan canının acısıyla bakıcısını hortumuyla kavrayıp fırlattı, ardından da üzerine basarak öldürdü.  Bu facia 2000’den fazla izleyicinin bulunduğu sirkte şok etkisi yarattı. Kapılara yığılarak kaçmaya çalışan izleyicileri sakinleştirmek için ise yapılması gereken tek şey vardı; Mary’i öldürmek.  Mary, bakıcısını öldürdükten sonra sahnenin ortasına çökmüş ve adeta utanç duyar gibi başını kaldıramaz haldeydi. Bu halde 10’a yakın kurşun sıkıldı Mary’e, ancak kalın derisini delmeyi başaramadı kurşunlar. Olayın ardından sirkin bulunduğu Erwin kasabasında büyük bir infial yaşandı. Kasaba halkı Mary’nin derhal öldürülmesi için ayaklandı, öldürülmemesi halinde sirkin içindeki herşeyle birlikte yakılacağı duyuruldu.  Sirkin sahibi kendisinin de linçe kurban gideceğini anladı ve Mary’nin öldürülmesini kabul etti. Bu haber kasaba halkını biraz olsun sakinleştirse de 6 tonluk dev bir canlının nasıl öldürüleceği bilinmiyordu. Kasaba halkı, Mary’nin bir lokomotifin önüne bağlanarak başka bir trenle çarpıştırılmasını önerecek kadar kendini kaybetmişti. İkinci öneri olarak da farklı iki lokomotif arasında kollarından ve bacaklarından çekiştirilerek ikiye ayrılması sunuldu.  Sonuç olarak 100 tonluk bir vinçle tüm kasaba halkının gözü önünde asılmasına karar verildi Mary’nin. Boynuna dolanan zincirlerle havaya kaldırılırken çıkardığı korkunç gürültü tüm kasabayı inletmişti zavallı filin. Ancak 1,5 metre yükseldikten sonra zincir kırılarak kalçası üzerine düştü Mary, kalçası kırıklar içinde kalan fil halen ölmemişti. Daha kalın bir zincirle ikinci kez asıldı ve çığlıklar içinde yarım saat can çekiştiği vinç kancasında son nefesini verdi.  Aynı gece sirkteki diğer 4 filden Mary ile birlikte Amerika’ya getirilen ve birlikte büyüyen bir diğer fil kaçmıştı. Uzun süren aramalar sonucu Mary’nin asıldığı tren raylarının üzerinde diz çökmüş halde ağlarken bulundu.
P.S. : Bir başka katledilen fil ise Topsy'dir. Topsy 4 Ocak 1903’de Edison’un alternatif akımı eleştiren bir reklamının maşası olarak bir AC kaynağından 6600 volt elektrik verilerek idam edildi. Edison DC elektrik akımını destekliyordu. O yıllarda rakibi olan Tesla’nın Alternatif Akımı savunmasını fırsat bilerek bu akımın ne kadar zararlı olduğunu göstermek adına Topsy’e AC elektrik verilmesini önerdi. Ve bu öneri de kabul eidldi. Kısaca Topsy, Edison’un rekabet ve reklam hırsının kurbanı oldu.
(Edison'u sevmemem için bir neden daha)

Tarihden Notlar sayfasindan alintidir..

ÇİMEN SUYUNUN FAYDALARI

İçinde 100'den  fazla vitamin ve enzim barındıran ve özel yetiştirilmiş çimlerden elde  edilen 'çimen suyu', kanı yenileme özelliğiyle dikkat çekiyor. Tadı pek  de hoş olmadığı için genelde tek yudumda içilen ve ağız tadını düzeltmek  için peşinden bir dilim portakal yenen bu ilginç içecek hakkında 10'dan  fazla kitap yazıldı. Özel tohumları olan bu çimen, yine özel olarak  yetiştiriliyor. 1 hafta içinde büyüyen çimenin besleyici unsurlarından  tam olarak faydalanabilmek için mutlaka suyunun içilmesi gerekiyor;  çünkü örneğin salataya karıştırarak yendiğinde herhangi bir faydası  görülmüyor.

Uzmanlar günde 57 gram çimen suyunun insan vücudu için  yeterli olacağını; alıştıktan sonra ise bunun en fazla 114 grama kadar  çıkarılabileceğini belirtiyor.

YÜZDE 70 ORANINDA KLOROFİL İÇERİYOR

E, C, A, B, B12, B9, B8, B6, B3, B2 ve B1 gibi vitaminler içeren 'çimen  suyu'nun içindeki mineraller de bir o kadar fazla: Bakır, demir,  magnezyum, potasyum, manganez, iyot, kalsiyum, fosfor, selenyum, sülfür,  bakır, çinko sodyum, bor, krom, kobalt ve molibden. Çimen suyu yüzde 70  oranında klorofilden oluşuyor. Klorofil ise ışığın 'ilk ürünü' olduğu  için diğer bütün elementlerden daha fazla ışık enerjisi içeriyor.

FAYDALARINI SAY SAY BİTMİYOR

-Kanı temizleyip kan dolaşımını düzenler

- Hemoglobin üretimini artırır

- Diş çürümelerini önler

- Ağızda 5 dakika tutulursa diş ağrılarını keser, dişetlerini temizler

- Yaraların çabuk iyileşmesini sağlar

- Toksik ve kanserojen maddeleri nötralize eder

- Karaciğeri temizler

- Kan şekerini düzenler

- Saçların aklaşmasını engeller

- Sindirim sistemini düzenler

- Vücuttaki ilaç artıklarını temizler

- Kötü bakteri oluşumunu engeller

- Vücuttan ağır metalleri temizler

- Cildi yeniler
(ALINTIDIR)

Allah cehaleti kayırmaz...

Bir Mümin ile bir Ateist denize düşse; yüzme bilen kurtulur.
Allah cehaleti kayırmaz...

Mustafa Kamal Mahmoud Hüseyin
(Mısırlı Doktor, Gazeteci ve Filozof)

BEN COVID 19

Merhaba insanoğlu! 
Ben Covid19;
Biliyorum mikrobun tekiyim, çok kötüyüm,
İnsanları öldürüyorum, şimdilik hayvanlara dokunmuyorum ve öldürmenin dışında sizlere çok da büyük bir iyilik yapıyorum.

Sizlerin hurafeden, yalanlardan masallardan kurtulup gerçeklerle tanışmasına yardımcı oluyorum..

Ben mikroskop'la bile zor görebileceğiniz kadar küçük bir zerreyim.

Ama bütün dünya'yı kaosa sokmak, benim için hiç de zor olmadı..

Kısa sürede bütün din adamlarınızı susturdum..

Bütün camilerinizi, sinegoglarınızı, kiliselerinizi kapattım, kutsal mekanlarınıza kilit vurdum.. 

Sokaklarınızı caddelerinizi, o görkemli avm lerinizi boşalttım..

Yakında parlamentolarınızı da kapatacağım.. 

Dünyayı yönettiğini sandığınız, korkup çekindiğimiz o güçlü liderlerinizin hepsini saraylarına hapsettim..

Ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar.

Benden korkuyorlar.
Hepiniz benden korkuyorsunuz..

Ben de korkuyorum.

Ama liderlerinizden ya da, tanrılarınızdan değil.
Bilim adamlarınızdan korkuyorum.

Biliyorum, bir gün bu hikaye bitecek ve bilim adamları er ya da geç beni alt edecek.
Benden kurtulacaksınız.
Ama benden sonra asla eski hayatınıza dönmeyin..

Hurafeyi bırakın bilime yönelin. Bilimin ışığında ilerleyin. 
Sizi bugün yolda bırakan liderlere, din adamlarına, tanrılara tapınmaktan vazgeçin.
Onların kendilerine bile hayrı olmadığını gösterdim size..

Bu iyiliğimi de unutmayın...
Alıntıdır

20 Mart 2020 Cuma

Sedat'ı neden öldürdün?

Eski Mısır devlet başkanı Enver Sedatı yaptığı suikast sonucunda öldüren adama hakim sorar:
"Sedatı neden öldürdün?"
Katil:" Çünkü laikti"
Hakim:"Laik ne demek ?"
Katil : "Bilmiyorum!!"

Mısırın iyi edebiyat adamı rahmetli necip mahfuzu öldürmeye çalışıp başarısız olan sanığa hakim sorar :
"Neden vurdun?"
Sanık : "Sokak çocuklarının hayalleri adlı kitabı yazdığı için"
Hakim : " Peki sokak çocuklarının hayallerini okudun mu?"
Sanık: "Hayır"

Hakim Yazar Faraç Fodayı öldüren üç teröriste sorar :
"Neden Faraç Fodaya suikast düzenleyip öldürdünüz?"
Suçlu : "Çünkü kafir"
Hakim : "Onun kafir olduğunu nereden anladın?"
Suçlu : "Onun kitabından"
Hakim : "Hangi kitabından anladın onun kafir olduğunu?"
Suçlu : "Ben okuma yazma bilmiyorum"
Hakim : "Nasıııll!!!
Suçlu : "Ben okuma yazma bilmiyorum"

Eğitime verdiğimiz vergiler bize/toplumumuza hurafe ve safsata ile sömürülen akılların, cehaleti olarak  geri döndü.
Alıntıdır

17 Mart 2020 Salı

TAHİNİN FAYDALARI

TAHİN vücuttaki zehri yok edebilen tek besin! Öyle ki balıktan sonra helva yenilmesinin bile amacı balıktaki ağır metalleri yok etmek içindir.
Gelelim diğer faydalarına;
1- Damar sertliğini ve tıkanmalarını engeller.
2- İdrar söktürücüdür.
3- Cildi güzelleştirir.
4- Bağışıklık sistemini güçlendirir.
5- Göz sağlığı için hayati önem taşır.
6- Kemik gelişiminde, yapısında bulunan bazı maddeler nedeniyle oldukça faydalıdır.
7- Safra taşlarının düşürülmesinde, nefes darlığı ve bronşite faydalı olduğu bilinmektedir.
8- Anne sütünü arıtıcı özelliği bulunmaktadır. Çocukların beyin ve zeka gelişiminde etkilidir.
9- Vücuda alınan ağır metaller, zehirli bileşikler, radyasyon ve bazı ilaçların yarattığı toksinlere karşı koruma sağlar.
10- Yaşlanmaya bağlı hafıza kayıplarının (Alzheimer) önlenmesinde olumlu etkisi olduğu kanıtlanmıştır.
Kendine has özel bir kokusu olan tahin, suyla temas etmedikçe uzun zaman bozulmadan saklanabilir. E, C ve B vitaminleri açısından zengindir. Hücre yapısının bozulmasını engeller. Yaraların iyileşmesini hızlandırır.
ALINTIDIR.
Başkaları da okusun lütfen

16 Mart 2020 Pazartesi

KÜFLÜ PEYNİR


Kanuni Sultan Süleyman sefere çıkmadan önce, saray hekimlerine askerlerin seferde iken salgın hastalıklardan hasta olmamaları için ne yapmak gerektiğini sorardı. 
Hekimler ise , kuvvetli bir ilaçtan bahsettiler .
Sultanın da hoşuna giden bu ilaç penisilin ilaç idi. 
Hemen saray aşçılarına ferman gönderilir ve askerlere her öğün, küflü peynir verilmesi söylenirdi. 
Evet, yanlış duymadınız... Atalarımızın, dedelerimizin , toprak altın da muhafaza ederek küp içinde muhafaza ettikleri, küflü peynir koruyucu aşıdır.
İçinde ki probiyotik bakteriler, bağırsak florasını kuvvetlendirir ve iç organların ömrünü uzatır. 
O zaman şartlarında bir sefer yaklaşık 2 sene sürerdi. 
Asker 6 ay yürüyerek gider ve 6 ay yürüyerek geri dönerdi.. Tozun toprağın havaya kalktığı, tuvalet ve banyo ihtiyacının zor karşılandığı bu sağlıksız şartlar altında, düşman askerleri telef olurdu. Salgın hastalıktan toplu asker ölümleri olurdu. 
Ancak Osmanlı askerleri bu salgından etkilenmez, basit bir grip gibi atlatırlardı... 
Sebebi ise sefere çıkmadan önce yemeye başladıkları küflü, gömme peynirdi ...
Ne güzel bir ilaç, ne güzel bir gıda.. 
İçinde ne prospektüsü var, ne de son kullanma ve üretim tarihi var ..
Herkes bu aşıyı evinde kolaylıkla üretebilir. 
Herkesin evinde bulunur ..
Vücudumuzda ki hastalıkların sebebinin %70 bağırsak florasının bozulması ile olduğunu hepimiz biliriz... 
Bağırsak da ki faydalı bakterileri :
Küflü peynir, 
Kefir, 
Ekşi Maya
Ev yapımı yoğurt ile çoğaltabiliriz.

Bizi savaş meydanın da yenemeyen düşmanlarımız, gıdalarımızı değiştirerek yenmeye çalışıyor..
7 den 70'e hasta bir millet olduk ..
Tekrar eski sağlığımıza kavuşabilmemiz için köylülerden doğal gıda üretmelerini talep etmeliyiz ..
Avm 'de Bir fincan çaya 15 tl ödeyip , pazarda ki köylünün ürünü için pazarlık yapmamalıyız..
Domates yetiştirmeyen bir kişi domatesin zahmetini bilmez... Saksılarda tarihi eser gibi seveceğimize köylüyü; bireysel olarak teşvik ve onure etmeliyiz ..
Doğal yiyecek bulduğunuz da asla pazarlık yapmayın..

15 Mart 2020 Pazar

Doğar doğmaz ağzı kapanan çocuklar

“Kızılderililer son derece sade, dürüst ve eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar.”
Amerika Kıtasında Ekim ayının ikinci pazartesi “Kolomb Günü”dür.
Şenliklerle, şölenlerle kutlanır..
Tıpkı bizim “İstanbul’u Fetih Günü” gibi..
Amerika üç gündür Kolomb Günü’nü kutluyor..
Bazı ülkelerde milyonlar çılgınca eğleniyor..
Peki kutlanan ne?..
*. *. *
1492 yılında Cenovalı kaşif Kristof Kolomb’un Nina, Pinta ve Santa Maria gemileri Amerika kıyılarına yanaştığında onları Arawak kızılderilileri karşıladı..
Kızılderililerin inancında Tanrılar sakallıydı ve denizden gelmişlerdi..
Sakallı istilacıları görünce onları doğaüstü sandılar..
Yüzerek selamladılar..
Mısır, patates ikram ettiler..
Atları, iş hayvanları, demir silahları yoktu..
Ama kulaklarına ince altın süsler takıyorlardı..
İşte o altınlar sonları oldu..
*. *. *
Kolomb kızılderililerle ilgili ilk izlenimlerini İspanya Kraliçesine şöyle yazmıştı..
“Bu insanlar o kadar yumuşak başlı, barışsever ki, yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadığına Majestelerinizin önünde ant içebilirim. Komşularını kendileri kadar seviyorlar, konuşmaları son derece tatlı ve kibar, konuşurken hep gülümsüyorlar; gerçi çırılçıplak dolaşıyorlar ama davranışları terbiyeli ve övgüye değer”
Seyir defterine de şunları eklemişti.
“Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Demir silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler. Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmeyi bilmiyorlar. Hiç silahları yok… Kızılderililer son derece sade, dürüst ve eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar. Komşularını kendileri kadar çok seviyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar.”
Bir de not düşüyordu.
“Bu insanların çalıştırılması, ekin ekmesi, gerekli her işe koşulması ve bizim (Avrupalalıların) gelenek ve göreneklerimizi benimsemesi gerektiği kanısındayım”
*. *. *
Ardından katliam başladı..
Sakallı yabancılar altın ve değerli taş aramak için köyleri yağmaladı, yakıp yıktı..
Yüzlerce kadını, erkeği, çocuğu kaçırdılar..
Direnen erkeklerin kulaklarını kestiler, kafa derilerini yüzdüler..
Gemilerine atıp köle olarak satılmak üzere Avrupa’ya götürdüler.
Kolomb’un 12 Ekim 1492’de San Salvador sahiline ayak basmasının üzerinden on yıl bile geçmeden bütün kabileler, yüzbinlerce insan yok edildi..
Ardından akın akın geldiler..
Tüm Amerika Kıtasını cehenneme çevirdiler..
Katliamlara papazlar da katıldı..
Katolik olmayı kabul etmeyen Kızılderili şamanları ayaklarından asılarak canlı canlı yakıldı..
Kolomb Amerika’ya vardığında dünya nüfusunun 5’te biri kızılerili idi..
Sayıları 70 milyonu geçiyordu..
1492’den bugüne sadece 2 milyon kaldılar..
*. *. *
Dünya tarihinin en büyük soykırımını yapan Avrupalı istilacıların bu katliamı kitaplara şöyle yansıdı;

"İspanyollar istilacılar her geçen gün daha kibirli oluyordu.. Aceleleri varsa yerlilerin sırtına biniyorlardı.. İspanyolların canavarlığı sınır tanımıyordu.. 
Birgün ikisi de birer papağan taşıyan iki yerli çocuğa rastlayan iki papaz, papağanları aldılar ve sırf zevk olsun diye çocukların kafasını kestiler.”
Las Casas;
“Ben Küba’da iken üç ayda yedi bin çocuk öldü. Acıdan çılgına dönen bazı anneler bebeklerini nehirde boğuyorlardı… Böylece erkekler madenlerde, kadınlar ağır çalışma içinde ve çocuklar da süt bulamadıkları için ölüyordu.. Bu kadar büyük, güçlü ve verimli topraklar kısa sürede boşaldı. İnsanlığa o kadar yabancı olan tüm bunları kendi gözlerimle gördüm ve şimdi bile yazarken ürperiyorum.”
Las Casas
“Tanrı’nın hususi takdiriyle savaştan kaçan kızılderililerin tamamına yakını çiçekten öldürdük. Tanrı topraklarımızı temizledi”
Massachusetts Körfezi Kolonisi’nin ilk valisi John Wintrop;
“Kızılderilileri yakıyorduk.. Onları böyle ateşte kızarırken ve bu ateşi söndüren kan gölünde görmek korkunç bir manzaraydı. Çürüyen cesetler ve bunlardan yayılan koku berbattı fakat zafer tatlı bir fedakârlık gibiydi.. Bizlere olağanüstü yardımlarda bulunarak bu kadar gururlu ve kibirli bir düşmanı elimize düşüren, bu kadar çabuk bir zafer bahşeden Tanrı’ya şükranlarımızı sunarız.”
Plymouth Kolonisi’nin Valisi William Bradford;
“Kızılderililerin hamal olarak kullanılmasını kınamıyorum. Ancak bir adamın bir domuza ihtiyacı varken 20 tane öldürüyordu. 4 Kızılderili’ye ihtiyaç duyduğunda bir düzine alıyordu. Metreslerini omuzlarda taşınan hamaklar içinde fakir Kızılderililer’e taşıtan birçok İspanyol vardı. Bu uygulamalar esnasında yerlilerin maruz kaldığı kötü muameleler, zararlar, soygunlar, haksızlıklar ve büyük kötülüklerin sayılması istense bunun sonu gelmez. Çünkü onlar için Kızılderilileri öldürmek, yararsız hayvanları öldürmekle birdi.”
Cieaze de Leo;
“Kızılderililerin eğer altını yoksa çocuklarını satarlardı. eğer çocukları da kalmamışsa kendi hayatlarını verirlerdi. Bu haraçları veremediklerinden ötürü Kızılderililer işkence acıları altında ya da gaddarca zindanlarda öldürülürdü. Zira İspanyollar onlara hayvani bir vahşilikle muamele ediyor ve onları hayvandan daha aşağı görüyorlardı.. Kızılderililerin cesetleri köpeklerin önüne yem olarak atılıyor, vücutlarından yaralara iyi gelebilecek bir yağ üretiliyordu. Kızılderili kadınlar sıra hâlinde direk ve ağaçlara, çocukları da onların ayaklarına asılıyordu.”
Papaz Motolinia;
“Sırf eğlence olsun diye, kadın erkek demeden yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip kopardıklarını ve bunun bölgenin değişik yerlerinde defalarca tekrarlandığını kendi gözlerimle gördüm.
Memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarıştılar.”
Bartolome de Las Casas;
“Askerler pek çok Kızılderili’yi uykularında öldürdüler. Annelerinin göğüslerinden çekilip alınan bebekler anne-babalarının gözleri önünde kılıçla parçalanıyor ve bebeklerin parçaları ateşe atılıyordu. Kundaktaki bebekler beşikleri içinde parçalanıyor, kafaları eziliyor, en taşyürekli adamın bile vicdanını sızlatacak bir vahşilikle öldürülüyorlardı.. Bazı bebekler nehre atıldı, onları kurtarmak için anne ve babaları da suya atladı. Ama askerler ne çocukların ne de anne-babaların sudan çıkmalarına izin vermediler, hepsi boğuldu.”

David de Vries;
"Kızılderili kadınları çocukları doğduğunda elleriyle onların ağzını kapatırlar..
Nefes alması için ellerini bir süre çekip, bebeğin tekrar ağlamasına fırsat vermeden aynı hareketi tekrarlarlar. .
Ağlamamak, gözlerini dünyaya açan bir Kızılderilinin aldığı ilk derstir..
Beyaz adamdan kaçarken, kucaktaki bebeğin ağlaması her şeyin sonu demektir..
Dersini iyi alamayan bir bebeğin çıkaracağı ses, kurşun yağmurundan ölmek demektir."

Amerika Kıtası bugünlerde “Kolomb Günü” nü kutluyor..
Şenlikler, şölenler yapılıyor..
Milyonlar çılgınca eğleniyor..
Kolomb’tan bu güne 524 yıl geçti..
524 yılda 70 milyondan fazla insan katledildi..
Bir kültür yok edildi..
Beyaz adamın bu eğlencesi(!), Kızılderililer'in sonu oldu.
Alıntıdır.

13 Mart 2020 Cuma

BİR YARASA MASALI



Alıntıdır
CORONA VİRÜSÜ BİR LABORATUVAR ÜRÜNÜDÜR! 
Bunda artık şüphe yok! 
Peki bu salgının amaçları nedir? 

1- Çin'i ekonomik yönden vurarak dünyanın süper güç haline gelmesini engellemek.
2- Çin üzerinde arkaplanda bilmediğimiz bazı anlaşmazlıklar için baskı yapmak. 
3- Biyolojik silah deneyi.
4- İnsan tepkilerini ölçmek.
5- Korku frekansı üreterek negatif ortam oluşturmak.
6- Aşılar üzerinden gelir elde etmek.
7- İnsan bedeninin bazı genler (ARKON GENİ) üzerindeki direncini analiz ederek veri elde etmek.
8- Gen aşılamasıyla chemtrails ve aşılarda kullanılmak üzere hızlı sonuçlar verecek nano boyutta yazılımsal ve genetik biyobotlar üretmek için gereken bilgileri elde etmek.
9- İnsanların salgın durumlarında aldıkları önlemleri ve imkanları tartmak.
10- İnsanların aşı bulma süreci hakkında fikir edinmek.
11- Bazı ilaçları denemek. 
12- İnsanlığı yeni alışkanlıklar edinmesini sağlamak:
Örneğin;
°Tokalaşmama, mesafeli olma.
°İnsani duygular hedef alınmıştır.
°Robotik çağa giriş için hazırlıktır. 
13- Herşeyin dijitalleşmesini sağlamak. 
14- 2025'den sonraki 108 yıllık süreç için kırılma noktası yaratmak.
15- Yeni bir matrix alanı oluşturmak.
16- Belli amaçlar için korku frekansı ve negatif enerjiler üretmek.  

01.02.2020- 17:05 - ©Hazar TANDOĞAN

Antik Çağ Bilim Kadınları



Merit Ptah
Mısırlı hekim (MÖ 2700)
Merit Ptah bilindiği kadarıyla, tarihte kayıtlı en eski kadın hekim ve bilim tarihinde adı geçen ilk kadındır. Krallar Vadisi’ndeki bir Mısır mezarına resmi çizilidir. Burada Merit Ptah, oğlu olan yüksek bir rahip tarafından “başhekim” olarak tasvir edilmiştir.

12 Mart 2020 Perşembe

II. ABDÜLHAMİT VE OSMANLI'NIN BORÇLARI

16 EŞİ OLAN BEDBİN ve KORKAK SULTAN
117 yıl önce (1903) Osmanlı toprağı olan Manastır’da görevli Rus Konsolosu, sivil kıyafetle karakolumuzun önünden geçerken nöbetçinin kendisini selamlamadığını görünce öfkeyle yanına giderek “niçin kendisini selamlamadığını” sordu. Nöbetçimiz; “Üzerinde resmî kıyafet, yanında da güvenlik görevlin yok. Nasıl tanıyayım?” yanıtını verince, hiddetle elindeki kamçıyı erimizin suratına vurdu. Askerimiz bunun üzerine silahını çekip konsolosu tek kurşunla öldürdü.
Rusya aynen şimdiki iktidara yaptığı gibi, saraya bastırdı.
“Ecdâdımız” Abdülhamid, aceleyle (beş gün içinde) kurdurduğu mahkemenin verdiği kararla, jandarma erimizi konsolosun öldüğü yerde, askerlerimizin gözü önünde astırdı. Konsolosun ailesine de 400.000 frank (Günümüz değeriyle 1.400.000 Euro civarı) tazminat ödenmesine karar verildi. Olay üzerine Rus donanması ültimatom amacıyla İstanbul Boğazı yakınlarına demir atmıştı. Sultan Abdülhamid bu tehditkâr çıkışa ne “tepki” göstermişti biliyor musunuz? Rus savaş gemilerinin mürettebatına hediyeler ve yiyecekler göndererek.! (ALINTI)
***
1923’te…
Nüfus 13 milyon civarıydı, 11 milyon kişi köyde yaşıyordu. 40 bin köy vardı, 38 bininde okul yoktu. Traktör sıfırdı, karasaban’dı. Beş bin köyde sığır vebası vardı. Hayvanlar kırılıyor, insanlar kırılıyordu. İki milyon kişi sıtma, bir milyon kişi frengiydi, verem, tifüs, tifo salgını vardı, üç milyon kişi trahomluydu, bebek ölüm oranı binde 480’di, her doğan iki bebekten biri ölüyordu. Memlekette sadece 337 doktor vardı. Sadece 60 eczacı vardı, sadece 8’i Türk’tü. Diş hekimi, sıfırdı. Dört hemşire vardı. 40 bin köy, sadece 136 ebe vardı. Ortalama ömür 40’tı.

Yanmış bina sayısı 115 bin, hasarlı bina sayısı 12 bindi. Ülkeyi yeniden inşa etmek gerekiyordu, kiremit bile ithaldi. Limanlar, madenler, demiryolları yabancıya aitti. Toplam sermayenin sadece yüzde 15’i Türk’tü. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan sadece dört fabrika vardı, Hereke ipek, Feshane yün, Bakırköy bez, Beykoz deri… Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus’ta vardı. Otomobil sayısı bin 490’dı. Sadece dört şehirde özel otomobil vardı.

Kadın, insan değildi.

(Veremle boğuşan halk, ahırda yatarken… Bademlerin yere göğe sığdıramadığı Abdülhamid’in 16 tane eşi vardı. Nazikeda, Safinaz, Dilpesent, Peyveste, Nazlıyar, Bidar, Mezide, Emsalinur hanım filan, 16 tane… Yaş itibariyle, tamamı çocuktu. Birilerinin atalarimiz dediği Abdülmecid’in 22 eşi vardı. Ahali ineğine verecek saman bulamazken, herif sarayında iki futbol takımı kadar kadınla yatıyordu.)

Tiyatro yok, müzik yok, resim yok, heykel yok, spor yoktu. Arkeolojik eserler, öyle gizli saklı değil, padişahların hediyesi olarak, trenlerle çalınmıştı.

Kimisi alaturka saat’i kullanıyor, güneşin battığı anı 12.00 kabul ediyordu, kimisi zevali saat’i kullanıyor, güneşin en tepede olduğu anı 12.00 kabul ediyordu. Kimisi güneş batarken grubi saat’i esas alıyordu, kimisi güneşin tamamen battığı ezani saat’i esas alıyordu. “Saat kaç birader?” diye sorduğunda, her kafadan bi ses çıkıyordu.

Kimisi hicri takvim kullanıyordu, kimisi rumi takvim kullanıyordu. Kimisinin şubat’ı kimisinin aralık’ına denk geliyordu. Herkes aynı zaman dilimindeydi ama, farklı aylarda yaşıyordu!

Dirhem, okka, çeki vardı. Arşın, kulaç, fersah vardı. Ne ağırlığımız dünyaya ayak uydurabiliyordu, ne uzunluğumuz… Ölçülerimiz ortaçağ’dı.

Erkeklerin sadece yüzde yedisi, kadınların sadece binde dördü okuma yazma biliyordu. Okur-yazar erkeklerin çoğunluğu, subay veya gayrimüslimdi. Okul yaşı gelen her dört çocuktan üçü okula gitmiyordu. Toplam, 4894 ilkokul, sadece 72 ortaokul, sadece 23 lise vardı. Türkiye’nin tüm liselerinde sadece 230 kız öğrenci kayıtlıydı. Öğretmenlerin üçte birinin, öğretmenlik eğitimi yoktu. Tek üniversite vardı, darülfünun, medreseden halliceydi. Ülke bilim’den çoook uzaktı.

600 sene boyunca Türkçe’nin ırzına geçilmiş, Osmanlıca denilmişti. Arapça, Farsça, Fransızca, İtalyanca kelimeler, Levanten terimler dilimizi istila etmişti. Karşılıklı sesli-sessiz harfleri olmayan Arapça’yla Türkçe yazmaya çalışıyorlardı.

“Harf devrimi yapıldı, bir gecede cahilleştirildik, köpekleştirildik” falan deniyor ya… İbrahim Müteferrika’dan itibaren 150 sene boyunca basılan kitap sayısı kaçtı biliyor musunuz? Sadece 417’ydi. Bunların da çoğu gayrimüslimlerin matbaasından çıkmıştı. Ki zaten, Müteteferrika da devşirmeydi, Macar’dı.

Bu topraklara kitap gelene kadar, Avrupa’da 2.5 milyon farklı kitap basılmış, beş milyar adet satılmıştı. Voltaire, bir kitabında şu ağır tespiti yapmıştı: “İstanbul’da bir yılda yazılanlar, Paris’te bir günde yazılanlardan azdır!”

Ve neymiş efendim, mezar taşı okuyacakmış…
Sen önce iki tane kitap oku da, dünyadan haberin olsun biraz!
Yılmaz ÖZDİL
***
“OSMANLICI"lık Tiyatrosu'nun BİAT'çı FİGÜRANlarına ithaf olunur...
 (Av.Fuat Turgut)

Emperyalistlerce darmadağın edilip yönetcileri de UŞAKlaştırılan ve paylaşıma konu edilen çürü(tül)müş "OSMANLI" topraklarından Anadolu'yu kurtaran ve TÜRK damgalı DEVLET/CUMHURİYET kuran Yüce Başbuğ Atatürk ve MİLLÎ DÂVÂ arkadaşları için Allah'a dua edelim! Herkes aklını başına toplasın; İsrail'li bir Ortadoğu varken OSMANLI'yı ihya etmeye kalkışmak, daha doğrusu "OSMANLICILIK" yutturmacasıyla ortaya çıkmak; siyonist/haçlı emperyalizmine "FİNO"luk yapmaktan başka bir anlam taşımaz! AKPKK baş kadroları bilerek ve isteyerek Türklüğe ihanet etmektedir. "Hipnoz"ladığı "TABAN"ı ise, "VATANDAŞ"lığı bırakıp "KUL" olmaya rızalandırılmış zavallılar topluluğudur ve acınası bir konumdadırlar... 08.12.2014
Fuat Turgut Turanlı
***
OSMANLI BORÇLARI 
☝Fatih Sultan Mehmet döneminde (1451–1481) Türkler devlet yönetiminden uzaklaştırıldı. Onların yerlerine “devşirme” denilen Hıristiyan Avrupalı kökenliler getirildi.
☝Osmanlı ordusunu oluşturan yeniçeriler de Türk değildi. 10–15 yaşlarında ailelerinden koparılıp payitahta getirilerek eğitilen Avrupalı Hıristiyan çocuklardı.
☝Sarayda “Enderun” denilen, yönetici yetiştiren bir okul vardı, bu okula Türkler alınmazdı.
☝Harem denilen seks kölesi hapishanesindeki cariyeler de Avrupalı Hıristiyan/Yahudi köle kızlardı. Harem’e Türk alınmazdı. Padişahlar ve şehzadeler, cariyelerle nikâhsız çiftleşirlerdi.
☝Osmanlı, Türkleri devlet yönetiminden ve ordudan uzaklaştırmakla kalmadı. Türkleri sürekli olarak hor gördü, “etrakı bi-idrak” yani “akılsız Türk” diyerek aşağıladı, öteledi.
☝Sultan 4. Murat döneminde (1623–1640), “Türk” sözcüğü “dangalaklıla” eş anlamda kullanılırdı.
*Aynı dönemin ünlü hiciv şairi Nef’i, bu nedenle şu dizeyi yazmıştı:
“Türk’e hakk çeşme-i irfanı haram etmiştir.”
Günümüz Türkçesiyle:
“Tanrı Türk’e, anlayış yeteneğinin çeşmesini yasaklamıştır.”

☝Değerli Dostlar,
Bu gerekli kısa girişten sonra asıl konumuza gelelim.
☝Osmanlı’nın yıkılıp gitmeden önceki son 90 yılındaki ekonomik ve mali durumuna, yani kısacası para durumuna özet halinde göz atalım.

☝Yıl: 1828–1829 Osmanlı tahtında Sultan 2. Mahmut oturuyor.
*Osmanlı-Rus savaşı sürüyor.
*Osmanlı ordusunun Tuna garnizonlarında ekmek yok! Çünkü ekmeği yapacak un yok, buğday yok!
☝Osmanlı, ünlü Yahudi banker Rothschild’e başvurur. Rothschild, gerekli buğdayı satın alıp Osmanlı’ya verir.
Osmanlı devleti, aldığı buğdayın ancak yarı parasını ödeyebilir.

☝Yıl: 1834 Osmanlı tahtında Sultan 2. Mahmut oturmaktadır.
*Yunanlar Osmanlı’ya başkaldırmış, savaşmış ve bağımsızlıklarını kazanmışlardır.
*Ayrıca, Osmanlı devletinin Yunanlara tazminat ödemesi karalaştırılmıştır.
*Osmanlı’nın tazminat ödeyecek parası yoktur, hazine boştur.
☝Osmanlı yine banker Rothschild’e başvurur.
Rothschild’in bir temsilcisi İstanbul’a gelir, sözü edilen parayı öder, Osmanlı’ya borç yazılır.

☝Yıl: 1853–1856 Osmanlı tahtında Sultan Abdülmecit oturmaktadır.
*Kırım Savaşı sürmektedir.
*Osmanlı ordusunun silaha ve mühimmata ihtiyacı vardır, ama bunları alacak parası yoktur.
☝Osmanlı, yine banker Rothschild’e başvurur.
Rothschild aracı olur, Osmanlı’ya 10 milyon 514 bin 976 kuruş borç verip 40 bin tüfek, 2 bin şişhane, 10 milyon fişek ve 50 milyon kapsül alınır.

☝Yıl: 1855 Osmanlı tahtında Sultan Abdülmecit oturmaktadır.
*Zaten kasasında parası olmayan Osmanlı’nın, Kırım Savaşı sırasında masrafları çok artmıştır.
*Çok acele ve çok büyük paraya ihtiyacı vardır.
☝Osmanlı yine banker Rothschild’a başvurur.
*Osmanlı, istediği borç karşılığı Mısır vergisi, İzmir ve Şam gümrüklerinin gelirlerini teminat olarak gösterir, yani ipotek ettirir.
☝Rothschild bu teminatlarla yetinmez. Çünkü Osmanlı devleti, aldığı buğdaydan kaynaklanan borcun yarısını hâlâ ödememiştir.
☝İşte bu nedenle Rothschild; İngiltere ve Fransa’nın kefil olması koşuluyla Osmanlı’ya borç vermeyi kabul eder.
Osmanlı devletine 5 milyon Sterlin borç verir.

☝Yıl: 1891 Osmanlı tahtında Sultan 2. Abdülhamit oturmaktadır.
*Hazinede para yoktur.
☝Bir kez daha banker Rothschild’e başvurulur.
Rothschild; yüzde 4 faizle, ödeme süresi 60 yıl olan, 6 milyon 316 bin 920 Sterlin borç verir.

☝Yıl: 1894 Osmanlı tahtında Sultan 2. Abdülhamit oturmaktadır.
*Hazine tam takırdır.
☝Borç için yine banker Rothschild’e başvurulur.
Rorhschild, yüzde 3,5 faizle 8 milyon 212 bin 340 Sterlin borç verir.
*Borcun geri ödeme süresi 61 yıldır.
*Osmanlı bu borcu yıllık 330 bin Sterlin taksitlerle ödemek üzere borç senetleri imzalar.

☝Tarih: 1 Kasım 1922
🇹🇷Türkiye Büyük Millet Meclisi, Osmanlı saltanatına son verdi,

🇹🇷Tarih: 17 Kasım 1922
☝Son Osmanlı Padişahı Vahdettin, bir İngiliz savaş gemisiyle İstanbul’dan kaçtı.

🇹🇷Tarih: 24 Temmuz 1923
Lozan Antlaşması imzalandı. (Emperyalist Devletlerin elinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Tapusu Atatürk ve arkadaşları tarafından Söke söke alınır!)
🇹🇷Kurulan Genç Türk devleti, 
☝Osmanlı devletinin borçlarını yüklendi.
☝Bu borçlar arasında yahudi banker Rothschild’den alınmış borçlar da vardı.
☝Lozan Antlaşması’nın ilgili hükümleri gereğince, banker Rothschild’den alınmış olan borçlar Rothschild Ailesi’ne ödendi.

☝Değerli Dostlar,
🇹🇷Kamu maliyesi uzmanı Dr. Mahfi Eğilmez, Osmanlı’nın borçlarını hesapladı.
☝2013 yılının (1.Dünya Savaşı başlangıcı) kurlarına göre, Osmanlı devletinin toplam borcu 500 MİLYAR DOLAR tutuyordu.
🇹🇷Bu borcu, büyük devrimci Atatürk’ün önderliğinde “Yeniden kendi küllerinden Doğan Türk Milleti" ödedi.

☝Değerli Dostlar,
Bu yazının kısa özeti şudur.:
Yıkılıp giden Osmanlı’nın 500 MİLYAR DOLAR borcunu, Osmanlı’nın hor görüp aşağıladığı Türk Halkı ödedi.
☝Bu gerçeği, Osmanlı palavralarıyla kandırılmak istenen halkımız, özellikle de gençlerimiz hiç akıllarından çıkarmamalıdırlar. 
Yılmaz Dikbaş 
*** 
ABDÜLHAMİD
Atatürk'ün mareşal üniformalı tablosunu depoya kaldırtan TBMM başkanı ismail kahraman, Dolmabahçe Sarayı'nda padişah Abdülhamid'i anma sempozyumu düzenledi. “Ne yazık ki tarihi ve kültürel miras bilinmiyor, özellikle gençler bilmiyor, unutturuluyor, hükümdarımız Abdülhamid'e vefa borcumuz var” dedi.
*
Bence de öyle.
*
Mesela, bu topraklardaki ilk “rakı” fabrikası Abdülhamid döneminde kuruldu. Şahsen büyük vefa borcum var.
*
(Kendini yeni osmanlı filan zanneden ismail kahramangiller, rakının 19 Mayıs 1919'da icat edildiğini zanneder ama… İlk rakı fabrikası Cumhuriyet'ten 22 sene önce kuruldu. Hem de, bizzat Abdülhamid'in başmabeyincisi Sarıcazade Ragıp Paşa tarafından Tekirdağ'da kuruldu. Padişahın isteği, şeyhülislam'ın onayıyla kuruldu. O dönemin en meşhur markaları, Deniz Kızı Rakısı ve Üzüm Kızı Rakısı'ydı. Deniz Kızı Rakısı'nın asıl ismi Tenedos Rakısı'ydı ama, etiketinde güzeller güzeli bir deniz kızı resmi olduğu için, ahalimiz Deniz Kızı Rakısı diyordu. Abdülhamid döneminde üretilen tüm rakı markalarının etiketinde, kız resimleri kullanılıyordu.)
*
Peki, bu topraklardaki ilk “bira” fabrikası kimin döneminde kuruldu? Gene Abdülhamid döneminde kuruldu. Gel de vefa borcu hissetme birader.
*
(Cumhuriyet'i kuranlara “ayyaş” diyorlar ama… Abdülhamid döneminde, yılda 10 milyon litre bira tüketiliyordu. Cumhuriyet bu rakama, yani Osmanlı'nın içtiği kadar biraya, anca 1940'lı yıllarda ulaşabildi. Henüz bira fabrikası kurulmadan önce, övünmek gibi olmasın, Osmanlı'da ilk birahane İzmir'de açıldı. Birahanelerin açılma iznini veren de, Abdülhamid'in babası Abdülmecid'ti.)
*
Osmanlı'nın ilk “şampanya” fabrikası da Abdülhamid döneminde kuruldu. Resmi, mühürlü evrak var, Abdülhamid'in izniyle kuruldu.
*
(Abdülhamid şampanya fabrikası kurdurduğunda, elitler kurdu denilen Cumhuriyet'in kurulmasına 30 sene vardı. Şampanya fabrikasını, musevi Alatini kardeşler kurdu. Abdülhamid hazretleri, bu Alatini kardeşleri madalyayla ödüllendirdi, kendi elleriyle, bir değil, iki değil, üç defa “Mecidi Nişanı” taktı. Musevi Alatini kardeşlerle öylesine cankuştu ki, tahttan indirilip Selanik'e gönderildiğinde, üç sene boyunca, Alatini ailesine ait Alatini Köşkü'nde kaldı.)
*
Abdülhamid efendimiz, rakı, bira ve şampanya fabrikası kurdurdu ama, kendisi “rom” tercih ederdi. Bizzat torunu Osman Ertuğrul televizyonda anlattı: “Dedem rom içerdi, babama söylerdi, bak ben bunu içiyorum, çünkü bu yasak değil, Kuran'a bak, orada şarap diyor, şekerden yapılanın bahsi geçmiyor derdi.”
*
Acayip “sigara” içerdi Abdülhamid… Birini yakar, birini söndürür, vapur gibi tüttürürdü. Saraydaki işi sadece sigara sarmak olan özel ustalar vardı. Kızlarının hatıralarında yazıyor, sürgüne giderken, bavullara en önce sigara paketleri doldurulmuştu.
*
(Türk tütünüyle yapılan Amerikan sigarası Ateshian'ın tiryakisiydi. Chicago'da üretilen bu sigara, New York, Boston ve San Fransisco'nun yanısıra İstanbul ve Kahire'de satılıyordu. Hatta, Ateshian firması, 1900'lerin başında Amerikan gazetelerine verdiği reklamlarda “Türk sultanı Abdülhamid'in içtiği sigarayı için” sloganını kullanıyordu. Bu reklamlarda “haremde, oryantal giysiler içinde sigara içen, saçı açık, hatta göbeği görünen, seksapel bir kadın” resmi kullanılıyordu. Paketi 25 cent'ti.)
*
Abdülhamid'in en önemli tarihi ve kültürel miraslarından biri ise… Bu topraklardaki ilk “kerhane”yi açtırmasıydı.
*
(Fuhuş elbette vardı, şehre yayılmasını önlemek, kontrol altına alabilmek için, varlıklarını ticarethane olarak sürdürmelerini sağladı. Acem'in hanesi, Alaycı Kadri'nin hanesi, Keseci Hürmüz'ün hanesi, Langa Fatma'nın hanesi gibi evler vardı, zaptiye rüşvet alıyor, göz yumuyordu. Abdülhamid buna son verdi. İstanbul Karaköy'deki Zürefa Sokak'ı hizmete açtırdı. Bugün hayvan zannedip zürafa sokak diyorlar, aslında zürefa'dır, Osmanlıcadır, lezbiyen anlamına gelir. Kendini muhafazakar zannedenler inanmakta güçlük çekecektir ama, bu topraklar kerhane kültürünün kurumsallaşmasını Abdülhamid'e borçludur.)
*
Ha bu arada…
Binlerce yurtseveri Fizan'a Yemen'e sürgün etmiş, zindanlarda boğdurmuş, hafiyeleriyle jurnallerle 33 sene kan kusturmuş, Mısır'ı Tunus'u Kıbrıs'ı Sırbistan'ı Karadağ'ı Romanya'yı, toplam 1.5 milyon kilometrekare toprağı kaybetmiş, tarihçilerin bileceği iştir… Ben kendi payıma, vefa borcumuzu ödemek için “hayırlı” faaliyetlerini yazıyorum!
*
Dolayısıyla…
“Gençlerimiz tarihi ve kültürel mirası bilmiyor, kendisine vefa borcumuz var” diyerek, Abdülhamid'i parlatmaya çalışan ismail kahraman'ı hakikaten tebrik ediyorum.
*
Padişahımızın doğum günü vesilesiyle düzenlenen sempozyuma, eskort kızlar çağırıp, şampanya ve rom servisi yaparsanız dört dörtlük olur yani… Ben bile iki duble atmaya gelirim gari.
YILMAZ ÖZDİL
***
Bu bir Tina Üçok yazısıdır...
Bir Tarihçi olarak bazı paylaşımlara bakınca gerçekten kızıyorum. Mesela 2.Abdulhamid Han neye göre başarılı bir Sultan? Bunu biri açıklasın sebebini bilelim belki bir şey öğreniriz. Neymiş efendim, 2.Abdulhamid Osmanlı'nın ömrünü uzatmışmış.
Kıbrıs, savaşılmadan İngiltere'ye verildi, pardon hediye edildi. Tunus kaybedildi. Mısır kaybedildi. Girit kaybedildi. Sudan kaybedildi. Bulgaristan kaybedildi. Teselya kaybedildi. Bosna Hersek kaybedildi. Şimdi haritaya bakın ve 2.Abdulhamid'in kaybettiği topraklar üzerinde kaç DEVLET kuruldu söyleyin?
Osmanlı'nın yok oluş sebebi tek başına 2.Abdulhamid Han'dır; O'nun yönetim  beceriksizliğidir. Gerçi o da haklı şimdi... 16 karısı vardı adamın; onlarla ilgilenmekden ülkeyle ilgilenmeye zaman bulamadı! Kulaktan dolma bilgiler ile şov yapmayı bırakın! 
Türk Tarihi'nin en aciz ve en işe yaramaz ikinci hakanı 2.Abdulhamid, birincisi ise Vahdettin'dir.  Tina Üçok

9 Mart 2020 Pazartesi

O SENİN TEK ORDUNDUR

.
.
İngiliz ordusuna karşı bir savaşta yaralanan nişanlısının silahıyla ateş eden bir kadının 1972'de İrlanda'da çekilen bir fotoğrafı. Kadın, yaralı nişanlısını araba ile güvenli bir yere taşıdıktan sonra İngiliz askerleri ile sonuna kadar savaştı ve öldürüldü.
İngiliz Tabur komutanı, bir kadınla savaşmış olduklarını öğrendiğinde, askerlere kadının bedenine dokunmamalarını emretti ve İrlandalıların onu alıp defnetmesine izin verdi.
İngiliz komutanın şu cümleyi tekrarladığını duydular:
Bizi umursamayan bir kraliçeyi savunuyoruz. Ve bu kadın sevgilisini ve ülkesini önemsiyor.
Fotoğraf İrlanda'daki Kadınlar Günü için seçildi ve şu cümleyi yazdılar:
"Gün gelir de güçlü bir kadınla beraber olmaktan korkma ve o senin tek ordundur”

🙏😔

7 Mart 2020 Cumartesi

GÖKLERİN YİĞİT KIZI

Şoför Babanın Pilot Kızı

1977 yılının soğuk bir kış günüydü... Burdur'un Bucak İlçesi'nde Ümmügülsüm ve Halit Gök çiftinin dördüncü çocukları dünyaya gözlerini açtı. O da diğer 3 kardeşi gibi kızdı. ‘‘Kız çocuğu berekettir’’ dedi Halit Gök ve ‘‘Ayfer’’ adını verdi minik kızına. Ayfer, daha 1 yaşındayken, kamyon soförü olan babasını kaybetti. 4 kızıyla başbaşa kalan anne Ümmügülsüm Gök, bir daha evlenmedi. Küçük Anadolu kasabalarında, dul ve 4 kızıyla başbaşa kalmış bir kadının karşılaşabileceği tüm sorunlara göğüs gerdi, çocuklarına hem annelik, hem de babalık yaptı. Ailenin en küçüğü olan Ayfer, sessiz ve sakin bir çocuktu. Okul çağına geldiğinde, ablaları gibi Bucak Atatürk İlkokulu'na gitti. 5 yıl boyunca sınıflarını ‘‘Pekiyi’’ ile bitirdi. Ortaokul ve liseyi de Bucak'ta okudu. Ayfer, artık genç kızlık devresine adım atmış ve gelecekle ilgili planlar yapmaya başlamıştı... İşte pilotluk tutkusu da o yıllarda doğdu Ayfer'in. Hayatında bir kez bile uçağa binmeyen Ayfer, Antalya Havalimanı'ndan kalkıp Bucak üzerinden geçen uçakları hayranlıkla izler, arkadaşlarına ‘‘Bir gün ben de onların içinde olacağım’’ derdi.

YETİM KIZIN AŞKI

Önceleri sadece pilotluk olan hayali, astsubay olan amcası Kemal Gök sayesinde askeri pilotluğa dönüştü. Senelik izninde Bucak'a gelen amcasını hayranlıkla izleyen genç kız, hem pilot, hem de asker olmanın yollarını araştırdı. Bu iki hayalini birleştirebileceği tek yer vardı Ayfer'in. O da Hava Harp Okulu. Diğer arkadaşları doktorluk, avukatlık, mühendislik hayalleri kurarken, o mavi üniformanın ve mavi gökyüzünün hayaliyle yanıp tutuştu. Çalıştı... Çalıştı ve Hava Harp Okulu'nu kazandı. 1994 yılında teğmen adayı olarak eğitimine başlayan Ayfer Gök, kendini dünyanın en mutlu insanı olarak görüyordu. Ablaları teker teker evlenirken Ayfer de gönlünü kendisi gibi genç bir Harbiyeli olan devre arkadaşı Kemal Karlıtepe'ye kaptırdı. Ayfer ile Kemal'in dönem arkadaşlıkları, aşka dönüştü. Her iki genç de ilişkilerini resmiyete dönüştürmek için okullarını bitirmeyi bekledi. Hava Harp Okulu'ndaki 4 yıllık eğitimini 1998 yılında iyi dereceyle bitiren Ayfer Gök, daha sonra Çiğli Ana Jet Üssü'nde 2 yıl uçuş eğitimi aldı.

F 16'YA SEÇİLDİ

Yapılan değerlendirmeler sonrasında Ayfer Teğmen, F-16 savaş uçağında uçmak için seçildi. Genç kızın hayatındaki en mutlu gün ise Konya 3'üncü Ana Jet Üssü'nde göreve başladığı 3 Kasım 2000 oldu. Çocukluk hayali gerçekleşmişti. Artık, Pilot Teğmen Ayfer Gök olmuştu. Ümmügülsüm Gök, babasız büyüttüğü kızını üniforma içinde gururla ve sevinç gözyaşları içinde izledi. Göreve başladıktan sonra gönlünü kaptırdığı Teğmen Kemal Karlıtepe ile sözlendi Ayfer Gök. Evlilik için de 1 yıl sonrasını belirledi iki genç.

GÖKYÜZÜNÜN YİĞİT KIZI

Ayfer Gök, babasının ölümünden sonra en büyük acıyı 17 Ocak'ta Konya'dan kalkan F-4E tipi savaş uçağının Eskişehir'in Sivrihisar İlçesi yakınlarında düşmesiyle yaşadı. Bu korkunç kazada şehit olan Yüzbaşı Tacettin Tüfekçi hocası, Üsteğmen Mustafa Oğuz Önder ise uçuş arkadaşıydı. Törende gözyaşlarına boğulmuştu. Bir süre sonra bu kez gözyaşları Ayfer Teğmen için aktı. Görev uçuşu sırasında uçağı düşen ve şehit olan Ayfer Gök, Türkiye'nin ilk şehit askeri kadın pilotu olarak tarihe geçti...

6 Mart 2020 Cuma

DEMİRCİNİN İTİ

Rahmetli Ozan Arif'i güzel bir hikayeli şiirle yâd ediyoruz.

Bu hikâye tüm demircinin İtlerine gelsin..

Vaktiyle aç Kalan bir kurt, köyün birine girer .
Girer ama bir de bakar arkadan onlarca it peşine düşmüş.
Kurt kaçar beş it kalır,
Kurt kaçar üç it kalır,
Kurt kaçar iki it kalır,
Kurt kaçar bir it kalır ,
Kurt kaçar ama it bıkmak bilmez kurdu kovalar.
Kurt arayı açınca çıkar bir tepeye iti merak eder kimin iti diye.
Birde bakar Demircinin iti!

Kurt kendi kendine hayretle ,

Ulan kasabın iti peşimden gelse anlarım tavukları yedim,
Fırıncının iti olsa, ekmeklerini yedim 

Ben bu demircinin itine ne yaptım? 
Derdi zoru ne ki peşimden geliyor?

Koca köyde tekti,
Kurtlara gözü pekti,
Çok diktatör köpekti
Ne itti be, vay vay vay! 
Unutmam kolay kolay

Dört beş itle gezerdi
Köylüleri üzerdi
İmama çok kızardı
Ne itti be, vay vay vay!
Unutmam kolay kolay

Bir gün ipi kopmuştu
Tam paçamdan kapmıştı
Bana neler yapmıştı
Ne itti be, vay vay vay!
Unutmam kolay kolay

Isıracaktı fark ettim
Tam vuracaktım çark ettim
Köyü bile terk ettim
Ne itti be, vay vay vay!
Unutmam kolay kolay

TEKME !


ABD’nin Vietnam’daki yenilgisinden sonra, tahliye etmek için Saygon’daki Amerikan büyükelçiliği çatısına Amerikan askeri helikopterleri indi.
Büyükelçilikteki son ABD'li görevli çatıya çıktığında, Amerikalı efendileri tarafından kurtarılmak için çaresizce merdivene çıkmaya çalışan, ABD yanlısı tüm Vietnamlı işbirlikçileri bir Amerikalı asker geri tekmeledi.
Tüm dünyada olduğu gibi bu işbirlikçiler, yıllarca hizmet ettikleri Amerikalılar'ın kendilerini ABD'ye götüreceklerinden o kadar eminlerdi ki...

5 Mart 2020 Perşembe

Tiyatrolarda kullanılan masklar

Tiyatro, MÖ 7. yüzyılda Dionysos şerefine düzenlenen şenliklerden özerkleşerek bir sanat türü haline gelmiştir. 
Gülen yüz Herakleitos’un ağlayan yüz ise Demokritos’u simgeler. Horace Walpole: “Bu dünya düşünenler için bir komedya, hissedenler için bir tragedyadır. Bundandır ki Demokritos gülmüş, Herakleitos ağlamıştır.”

SİZE YAKIN DAVRANANLARA DİKKAT EDİN

Evinde yılan besleyen kadın, çok sevdiği yılanının artık yemek yemediğini gördü🐍🐍🐍 Ne yaparsa yapsın 2 metre boyuna ulaşan yılanı yemek yemiyordu. Duruma bir çare bulmak isteyen kadın yılanını veterinere götürdü.

Durumu veterinere anlattı ve veteriner ona : " Yılan sana sık sık sarılıyor mu, yanında uyuyor mu? " Diye sordu. " Evet " diye yanıtladı kadın. Durumu anlayan veteriner devam etti :

" Bakın yılanınız hasta değil. Sizi yemeye hazırlanıyor, bu yüzden sık sık size sarılarak ne kadar büyümesi gerektiğini ölçüyor. Ve yemek yememesinin sebebi de sizin için midesinde yer açmak "

Etrafınızdaki yılanları iyi tanıyın. Bir insan size yakın davranıyorsa bu iyi niyetli olduğunu göstermez.
İhanet daima kapıda olabilir...❗🙏😜😉😎😘

4 Mart 2020 Çarşamba

ŞEHİT HABERİ

Siz oğlu şehit olan aileye
acı haberi vermeye gittiniz mi hiç?
Hayır mı? Dinleyin o halde;
Sabah daha mesaiye başlamadan yazılı bi emir düşer önünüze
Yukarı köyden Ahmet oğlu Mehmet şehit düşmüştür
Yarabbim dersin, dağa çıksam üç gün aç susuz kalsam da şu haberi vermesem.. Ama giyersin tören üniformanı,
birkaç Mehmetçikle birlikte, hastaneden gelen ambulansı
alırsın arkaya, düşersin yola.
Vatandaş da öğrenmiştir artık,
önde bir askeri araç,
arkada bir ambulans ile geliyorsa
bir eve ateşin düştüğünü.. Yaklaştığın her kasaba veya köyün buz kesildiğini hissedersin
İçinden geçip gittiğin her yer rahatlar..
Neyse varırsın köye.
Askerde evladı olan her haneden inceden bir sızının yükseldiğini,
“aman bizim eve doğru gelmesin” diye dua edildiğini duyar gibi olursun.. Bütün köy donmuştur adeta..
Herkes büyülenmiş gibi izler seni
Hangi eve gidilecek diye ıstıraplı bir merak sarar ortalığı..
Şehidin evine doğru yaklaşmaya başladığında, bahçedeki ihtiyarın büyülenmiş gibi sana baktığını, bacaklarının titrediğini,
Elindeki bastondan güç alarak zar zor ayakta durmaya çalıştığını görürsün.
Ayakların geri geri gider.
Pencerelerde bir hareket başlar ve kapının önüne telaşla bir anne çıkar,
bir sana, bir arkanda yere bakan Mehmetçiklere, bir de ambulansa bakar. Sonra atar kendini yere.Oğlu daha toprak altına girmeden
o ana düşer toprağa..
Öyle bir vurur ki yere,
Zelzele oluyor sanırsın..
Konu komşu yığılır,
Bin feryat bin figana karışır,
Dersin ki kıyamet budur…
Kimi ana önce sana doğru koşar, ellerine sarılır,
son bir umutla yüzüne bakar, “Yaralı değil mi komutan?” der;
Başını öne eğer, hiçbir şey diyemezsin.
Dizlerinin bağı çözülür, çökersin anayla birlikte yere, o ağlar sen ağlarsın..
Hemşire elinin titremesinden,
gözünün yaşını silmekten
sakinleştirici iğneyi yapamaz bile..Baba..
Fidan gibi evlatlarını vatana feda eden o babalar..
Sicim gibi gözyaşları dökülürken gözünden, acıya garkolmuş bir gururla, “Vatan sağ olsun, vatan sağ olsun
şehit babasıyım ben” dediğini duyarsın
Kimi içine akıtır gözyaşlarını,
kimi de donar kalır.. Kimi günlerce konuşamaz,
Kimi dua eder, kimi beddua..
Kimi kendi saçlarını,
kimi saçlarımızı yolar,
ne şapka kalır başınızda
ne rütbe omuzlarınızda, söker atar..
Asıl büyük kıyamet bir iki gün sonra kopar. Gerçekle yüzleşme günüdür..
Bu sefer cenazeyle birlikte varırsın köye Tören mören hak getire..
Köylü alır şehidini omuzlarına,
yer yerinden oynar,
ne protokol kalır ne düzen..
Kimi “Evladımı en son haliyle hatırlamak istiyorum” der,
görmek istemez naaşını…
Kimi de illede “Göreceğim” der,
Gösteremezsin ki;
Ya yüzü yoktur ya bacağı.. Yanımızdaki bi üsteğmen yada yüzbaşı
elinde daha önce de okuduğu,
sadece isim hanesi değiştirilmiş standart metni okur,
“Kanı yerde kalmayacak” diyerek,
bitirir konuşmayı..
Tabuta sarılı analar, babalar, bacılar, gardaşlar duymaz bile bunu,
duysa da inanmaz.. Sonuç olarak; Orada bir mezar,
bir bayrak, bir ana, bir de baba kalır..

Ekonomi dergisi FORBES son sayısı "Tayyib" makalesi


Sahte yargılamalar ile başsız bıraktığı Türk Ordusunu Suriye ile meşgul eden Erdoğan’ın Türkiye’yi 18 yıldır sürüklediği bataklık oldu.
Türk tanklarını Suriye'ye sokarken, Rus hava kuvvetlerini düşünmedi. Sözde güçlü adama artık çoğunluk küskün, kaybetmesinin ana sebebi, dünyanın "terörist" kabul ettiği Sünni cihatçılara destek vermekle, yolun sonuna gelmiştir.
Rusya’ya yanaşırken NATO yu tersleyen, şimdide ABD den Patriot istiyen Erdoğan’ın artık iki tarafa da blöf yapacak hali kalmamıştır. Tarihten silinirken, yeni Osmanlı hayalleride bitti. Çünkü aptal şımarık çocuk gibi, Rusya’yada kafa tutan Erdoğan, geleceklerinden korkan, yeterince şehit, karmaşa ve çatışma gören Türkleri kızdırdı. Yandaş medyada artık halkı etkilemiyor.
NATO nun açıkça Erdoğan’a son teklifi: iktidarı ya sessizce bırak, ya da seni, ahlaksızca flört ettiğin Rus ayısına teslim ederiz olabilir.
Ülkeyi batıran, herkesle düşman eden Tayyib'in gidişini değiştirebilecek tek olasılık ABD nin Türkiye’yi, Edad'ı devirmek için savaşa sokarak Suriye, Rusya ve İran’ ı uzun süren bir çatışma içinde tutabilmek. Fakat Trump, hergün yeni hatalarıyla, dahada batan Erdoğan’ı destekleyip Putin’i kızdırmayı göze alabilir mi ?

Diktatörce

Adolf HİTLER önce kendine bağlı SS subaylarına Alman Polisi üniformalarından giydirdi ve kendi millet meclisinin bombalanması talimatını verdi...

Sonra Alman halkına bunu yapanlardan intikam alacağını söyleyerek , kendine muhalif kim varsa kumpaslarla ya hapse gönderdi ya da idam ettirdi...
Düzenlediği operasyonlar ile kendine biat etmeyen herkesi temizledi...

Her propaganda mitinginde ise şu cümlenin söylenmesini emretti ''ADOLF HİTLER tanrının gönderdiği bir kurtarıcıdır ve tanrı Alman halkının yanındadır !''Sonrasında yapılan ilk seçimde ise halkın %74 oyunu alarak Führer, yani lider ilan edildi...

Tüm yetki tek bir kişide toplandı. İlk icraatı azınlıkta olan cumhuriyetçi ve sosyalist bölgeleri ülkeden tecrit ederek her türlü hizmetten muaf tutmak oldu.

Ülkedeki bütün gazete, dergi ve basın yayın organlarını elinin altına aldı. Öyle ki 2. Dünya savaşında Ruslar Berlin kapılarına dayandığında Alman halkı hala savaşı kazanmak üzere olduklarını sanıyordu...

Ve yenilirken dahi mitinglerinde milyonlarca insan toplanarak ona biat ettiklerini gösteriyordu...

Önceden Alman halkının ''tanrının elçisi, büyük lider, büyük başkan, büyük kurtarıcı'' gibi sloganlarla yere göğe sığdıramadığı ADOLF HİTLER'in
intiharından bir ay sonra tüm gerçekler gün yüzüne çıkmaya başladı...

O aslında sadece çevresindeki silahlı koruma ordusuna güvenen, söylediği her şeyin yalan olduğu, korkak basit bir ruh hastasından başka bir şey değildi...Alman halkı bunu çok geç anladı, herkes ona tapıyordu ama gün geldi hiç kimse ben oyumu ona verdim diyemedi...

Savaştan sonra tekrar bir meclis kuruldu, laik bir cumhuriyet sistemine geçiş yapılarak egemenlik artık tek bir kişinin değil kayıtsız şartsız milletin oldu!

İşte tarih her zaman tekerrürden ibarettir!
 Bu sebepten ders alınması gerekir...
 Egemenlik tek bir kişinin değil milletin olmalıdır!